- 862 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
DEPREM 2
Evet, az kalmıştı birazdan kurtulacaktı. Çok kolay olmuştu. Üst katta olmamın şansı diyordu. Şimdi alt kattakiler ya ölmüştü ya da son dualarını ediyorlardı. Oysa kendisi dua etme gereği duymadan kurtulacaktı. Derken ağır iş makinası üstteki en büyük beton kalıbını kaldırmak için gürledi. Kimi demirler betonlardan koparak yukarı çıkıyordu. Ama ne olduysa o an oldu; bağlantı demirlerinden biri alttaki yıkıntı arsında dengeyi sağlayan bir kolona bağlıydı, o yerinden oynayınca bir sarsıntı oldu ve birden adam kendini boşlukta buldu. Dört beş metre aşağı uçtu. Kendinden geçmişti çarpmayla.
Ne kadar zaman geçtiğini bilmiyordu. Ama karanlıktı. Her yanı ağrıyordu. Kalkmak istedi kalkamadı. Galiba bacağı kırılmıştı. Fakat ağzı burnu müthiş toz içindeydi. Toz saçlarına da dolmuştu. Havaysa serinlemişti. Oysa pantolonu da yoktu. Öylece kaldı biraz, gözlerini açmayı denemişti ama kirpikleri de tozlar içindeydi. Herhalde geceydi. El yordamıyla bir eşyaya yaslandı. Gündüzü bekleyeyim diye düşündü. Ama eyvah ne zaman gece olmuştu. Ben ne zamandır buradayım. Burası neresiydi.
Uymuştu. Uyandığında çok değişen bir şey yoktu. Nerelerden girdiyse güneşin yansımaları, durduğu yeri loş bir hale sokmuştu. Az da olsa görüyordu. Galiba otel odalarının birindeydi. Yatak, dolap, masa koltuk gibi eşyalar vardı. Aa evet evet şu çantası değil miydi? Sevinçle çantasına hamle yaptı. Bu sırada musluktan az da olsa akıyordu, sesini duymuştu. Duraladıysa da önce sürünerek çantaya ulaştı, tozlarını silkeledi evet oydu. Bir tarafı patlamış, paralar dışarı taşmıştı. İttirdi onları başının altına koydu. Yorulmuştu biraz dinlendi aklındaysa suya ulaşmak vardı. Biraz sonra sürünerek yaklaştı bacakları yara bere içindeydi. Ama musluk yüksekteydi. Tezgâhtan tutundu. Kalkmak istedi başaramadı. Birkaç deneme yaptı başaramadı. Oturdu dinlendi. Dolabı gördü. Acaba dedi yöneldi. Sürünerek gitti evet eşofman gibi bir şey bulmuştu. Zorla giydi. En azından bacakları acımayacaktı. Parça kumaşlardan da kırılan bacağını sarmaya çalıştı. Oradan da buzdolabını görmüştü. Anlaşılan süit odaya düşmüştü. Dolaba yanaştı. Birden irkildi. Bay bayan iki kişinin cesediyle karşılaşmıştı. Başları ezilmişti. Kan gölüydü. Kaldı öylece. Yaşama çabası insanı alıştırıyordu her şeye; o kan gölünü geçecekti. Yoksa dolaba ulaşamazdı. Onlarında üstlerinden sürünerek geçiyordu, eli birşeye takıldı çekti ki bayanın gerdanlığı . Şöyle bir baktı. Sevinmenin sırası olmadığını hemde ahlaki olmadığını düşündü ama yinede nedense çantasına doğru attı. Dolaptaysa biraz su, süt, muz, peynir vardı. Su azdı ama gözleri yanıyordu tozdan. Gözlerini yıkadı. Su bitti. Biraz peynir birazda süt içti, muzuysa şimdilik yemedi. İdare edecekti. Suyuysa bişekilde musluktan almayı düşünüyordu. Karnı doymamıştı ama çok azdı yiyecekler ne olur ne olmaz düşüncesi nihayet kalbine düşmüştü. Suya tekrar hamle yaptı biraz başarılıydı ama son anda yine düştü. Biraz dinlenip tekrar denemeye karar verdi. Ve bu arada sehpaları kırdı. Bacağının etrafına bezlerle sabitledi. Sonra ortalığa saçılmış makyaj malzemeleri içinden bir krem buldu ve çürüklerine sürdü. Ölenlerin çantalarını karıştırdı kimliklerine bakmak istedi ve baktı da. Karı koca olmadıklarını düşündü. Soyadları ayrıydı ama ikisinde de evli yazıyordu. Rezil oldular diye geçirdi içinden. İnsanoğlundaki garip tecessüs burada bile kendini göstermişti. Gizli birşeyi öğrenmek kısada olsa kendi durumunu unutturmuştu. Kadının diğer mücevherlerine baktı uzaktan ve cüzdandaki dolarlara, ama içinden gelmedi onları almak.
Birden harfiyat kırıntılarının aşağı doğru akmasıyla kendine geldi. Dikkatlice dinliyordu. Evet yukarda birşeyler oluyordu. Az sonra gürültüler çoğaldı. Demirlerin kopma sesleri geliyordu. Az sonrada kompresörün beyni zonklatan darbe sesleri. Büyük bir parça düştü peşinden de güneş ışığı girdi içeri. Sevinçli ve heyecanlıydı. Evet yine şans güldü bana. Yaklaştılar. Öyle ya tabi kurtaracaklardı. Koca şehirde bir binaya herkes seferber olmuştur diye düşünüyordu. Oysa binlerce binanın yıkıldığından haberi yoktu. Çalışmanın her an durdurulup başka binalara yönlenilebilineceğinden de haberi yoktu. Zaten çalışmalar onun için değil bir yandaki tespit ettikleri çocuk için yapılıyordu. Ondan ümit kesilmişti. Onun bundan da haberi yoktu. Muhtemel ki o çocuk alınınca çalışma bu binada bitecekti.
Hayatta da hep böyleydi. Herşeyi bildiğini sanırdı. Ve dünyanın kendi etrafında döndüğünü... Oysa az sonra derin bir yalnızlık içine düşeceğinden de habersizdi.
Yukarıdaki çalışmalar ve içeri güneşin düşmesi. Moralini yükseltmişti. Bacağını da sarmıştı. Sandalyeyi kendine baston gibi kullanarak suya yaklaştı zorda olsa sandalyeye oturmayı başarmıştı. Su azalmıştı ama yinede yeterince su içmişti. Tekrar döndü. Bu kez oda daha aydınlıktı. Yatağın bir bölümü uygundu kendini attı oraya. Gürültülerden bir betonun daha koparıldığını düşündü. Gerçektende içeri biraz daha güneş düşmüştü. Tabi direk gelmiyordu ancak yansımaları vuruyordu. Suyunu içmişti biraz daha iyiydi şimdi. Az sonra kurtulacağını düşünüyordu. İnşallah dünkü gibi bir aksilik çıkmazdı. Şimdi daha dikkatli olmaları gerekir. Çünkü beni görmüşlerdi. Herhalde ararlardı. Oysa kaç kişinin göz göre göre göre yuvarlanıp umutları tükettiğini bilmiyordu. Biraz yumdu gözlerini, sonra ne düşündüyse birden dirseklerinin üzerine doğruldu. Çantasına öylece baktı ve üzerine attığı gerdanlığa. Sonra adamın cüzdanındaki dolarları aldı. Kadının diğer mücevherlerinide. Ama inceledi, isim varmıydı, özel bir işaret varmıydı, ne olur ne olmazdı. Sonra çantasına sıkıştırdı. Çantayı bileğine bezle bağladı. Bakınırken sehpanın altında tozlar içinde küçük bir radyo gördü. Heyecanla uzandı. Belki otelin çökmesini verir; saat kaçtı acaba? Kolunda saatinin olduğu aklına geldi. Öncedense hiç bakmamıştı. Zaman kavramını yaşadıkları anlar unutturmuştu. Bu arada radyoyu açmış hışırtılı bir şekilde karıştırıyordu. Saate baktı daha onbeş dakka vardı haberlere. Oysa hiç müzik sesi gelmiyor heyecanlı konuşmalar duyuyor ama anlayamıyordu. Anten görevi yapacak bir şey aradı. Hah kalorifer boruları olabilirdi. Peteklerin üstüne koydu. Konuşmalar anlaşılmaya başlamıştı. Deprem sözünü duymuş ve müthiş heyecanlanmıştı. O kadar heyecanlı konuşmalar vardı ki kafası allak bullak oldu. Enkaz altından çıkarılan cesetler söyleniyor, binlerce ölüden söz ediliyordu. Eyvah! evet depremdi ve çok büyük bir depremdi. Birden hiç korkmadığı kadar korktu. Dinledikçe dinliyor anlamaya ve alışmaya çalışıyordu. Spikerlerin ve yetkililerin değerlendirmeleri çok korkutucu ve umutsuzdu. Araçların makinelerin yetersizliğinden, deprem alanının çok geniş ve yolların kapalı olduğundan, enkazı tam yıkmamak için çok noktasal çalışıldığından ve can güvenliği nedeniyle yavaş çalışıldığından söz ediyorlardı. Üstelik artçı sarsıntıların devam ettiğini, hangi enkazı daha da kötü duruma çevireceğinin hiç belli olmadığını söylüyorlardı.
Kalbi küt küt atıyordu şimdi. Eyvah! Eyvah! Diyordu. Şoktaydı. Birden toparlandı. Olamazdı o bu şekilde ölmemeliydi. Hemen birşeyler yapmalıydı. Diğer enkaz altında kalanlarla eşitlenmişti. Oysa eşitliğe dayanamazdı o. Ne yapabilirdi? Su su diye fırladı bacağının ağrılarına aldırmıyordu. Ya artçı bir deprem olur su kesilirse... Hemen dolaptan su koyacak ne varsa aldı hızla musluğa gitti. Eyvah! Su yoktu. Musluğu sarstı, salladı hayır hayır yoktu işte. Ne yapacağını şaşırmıştı. Bu sırada güneşin kaybolduğunu hissetti. Saate baktı gün bitmişti. Ve çalışmalara ara verilmiş olunmalıydı. Sesler kesilmişti. Yatağa attı kendini. Saatler geçmek bilmiyordu. Uyursam geçer dedi. Uykuya bıraktı kendini. Oysa beton kırıntılarının akıntıları ve başka tıkırtılar hiç uyutmuyordu. Sabaha karşı biraz gözlerini yumabilmişti. Birden artçı bir sarsıntıyla fırladı. Oysa kaçacak bir yeri de yoktu. Korkudan tir titredi. Sarsıntı durmuştu. Oysa dili damağı yapışmıştı. Suya gitti yoktu. Acıkmıştı da. Bir tane muz ve biraz peynir kalmıştı. Peyniri yiyeyim muz sonra dedi. Peynirden son iki parça kalmıştı oysa hiç doymamıştı. Eli titreyerek bıraktı. Oysa biraz sonra susuzluğu iki kat daha arttı. Peynirden diye düşündü.
Birkaç saat geçti. Susuzluk dayanılmaz boyutlara ulaşmıştı. Muzu aldı. Tam yiyecekti, peynir aklına geldi. Peyniri sonra yersem susuzluğum daha artar dedi ve peyniri önce yemeye karar verdi. Artık yiyecek ve içecek birşeyi kalmamıştı. Radyoyu açtı. Hışırtılıydı kapattı. Gözlerini yukarı dikmişti, güneşin ışıkları yansımıştı içeri. Oysa hala çalışmalar başlamamıştı. Birkaç saat daha geçmiş hala ses yoktu. Sinirlenmeye başlamıştı. Neden neden çalışmıyorlar diyordu. Ah şimdi cep telefonum olsaydı. Kimlere nasıl fırçalar atardım. Kimlere nasıl torpil yaptırırdım. Bizim ocaktaki işçilerimi çağırsam yine kurtulurdum. Ne aksilik. Bir umutla fırladı birden; adamın cep telefonu olmalıydı. Aradı aradı evet bulmuştu. Eyvahh şarzı yoktu. Radyoyu açtı. Umut kesilen binalarda çalışmaların durduğunu söylüyordu.
İçini şimdiye kadar olmadığı kadar derin bir yalnızlık duygusu kapladı. Az sonra bir yıkıntı daha oldu ortalık toza bulanmıştı. Saatler ilerlemiş iyice perişanlaşmıştı. Bütün kapıların kapandığını nihayet anlamıştı. Nihayet ve nihayet ilk kez Allah aklına gelmişti. “Allahım beni kurtar” emir ve rica karışık duası zaman geçtikçe; “Allahım lütfen beni kurtar” a dönüştü. Ama hala geçmişini sorgulayıp tövbeyi aklına getiremiyordu.
Susuzluğu dayanılmaz boyutlara gelmişti, birden gözlerinin önüne ocaktaki işçilerin toz içindeki simaları geldi. Ocağa dışardan temiz içme suyu istemişlerdi. Masraflı diye yapmamış ocaktaki pis suyu içmek zorunda bırakmıştı. “koşulları beğenmeyen çeksin gitsin işte yol” diyordu. Ama kimse gidemiyordu. “bak gidemiyorsunuz çünkü ben sizin veli nimetinizim. Ben olmazsam sizi kim doyurur? İçinizden küfredip beddua ediyorsunuz. Ama havanızı alırsınız, siz gidersiniz başkası gelir. ” Oysa şimdi o da koşulları beğenmiyordu ama bir yere gidemiyordu. İşçilerin mecburiyetini istismar ettiğini düşündü. Bu düşünce dahi zoruna gidiyordu ama işte yapayalnızdı hiçbirşeyin önemi kalmamıştı. Dudakları çatlamıştı susuzluktan, gözleriyse yanıyordu tozdan. Nasıl olduğunu çözemedi ama güneş ışığı artık hiç gelmiyordu. Elinin altındaki çantayı farketti. Dokundu içindekileri boca etti, paralar ve mücevherleri bilinçsizce karıştırıyordu. Çok zengindi, oysa ne önemi vardı şimdi bunun. İşçilerin aylıklarını bazen vermeyip repoya yatırırdı parayı. Bazense çok güç durumda kalan işçilere hakaretlerle verirdi biraz para. Ama şimdi o işçilerin yerinde olmak istermiydi, ocaktaki o sudan içmek istermiydi.
İçindeki benlik duygusu o kadar fazlaydı ki tövbe edipte önce Allah’tan affını sonra dileğini istemek aklına gelmiyordu. Hatta artık ağlayarak ta dua etmeye başlamıştı. Ama önce af üzerine değil kurtulma üzerine. İşçileri Allah’la kendi arasına sokmak istemiyordu. Allah’ı tanımadığı belliydi. Hayatı boyunca O’na teslim olmamıştı. Aklını heva ve hevesini ilah edinmişti. Allah katında ne kadar güçsüz olduğunun farkına varmıştı ama hala işçileriyle insan olarak eşit olduğunu kabullenemiyordu. Her an iş ve oluşun içinde olan Allah’ı hayatına hiç sokmamıştı sözüm ona. Oysa hayatından hiç çıkmamıştı ki, Karip olan Allah. Bütün kapılar kapandıktan sonra nihayet aklına gelmişti. Ama bu da birşeydir tabiki. Kulun hidayete ermesi için bir vesileye de dönüşebilir musibetler. Ama ki O’na teslim olmak gerektir. En başta tövbe kapısından geçmekle mümkündür. Kul hakkıysa iş daha zor. Ama bunu zihninde bile kabul edemiyordu. Belliki nasipsizlerden olacaktı... Buzdolabına odaklanmış, bilinci gittikçe zayıflamıştı. İçindeki buzları dudaklarıma sürsem derken dolabın buzluğu aklına gelmişti. Sevinmişti ama artık kalkacak gücü kalmamıştı. Ah neden aklına gelmemişti daha önceden sanki. İşte belki kurtuluşu çok ta yakındı ama ulaşacak mecali kalmamıştı. Paracıklarının üzerine düştü başı ve daha hiç kalkmadı.
2005-02-07
YORUMLAR
Yahu arkadaş,
yazıyı günün nihayetine sığdırmışsın.
tesadüfen yakaladık vallahi.
Az daha,
ilgi ile takip ettiğimiz bu güzel çalışmayı atlayacaktık.
Çok heyecanlı ve akıcı bir hikaye idi.
Depreme özel ilgimiz var ya,
biraz da o nedenle daldık derinlerine,
kendimizden çok şey bulduk içinde.
Depremin acı realitesi,
olanca çıplaklığı ile resmedilmiş.
Bunun yanında,
gerçekten çok güzel bir insanlık dersi verilmiş.
Kurgusu ve sunuluşu,
inanılmaz güzel ve bağlayıcı idi.
Cümleden cümleye atlayabilmek için,
kelimelerle yarıştı adeta bakışlarımız.
Gerçekten nefisti.
Tüm kötü yanlarına rağmen,
yine de keşke adam ölmeseydi diyorum.
Üzüldük.
Kutluyoruz bu güzel yazınızdan dolayı sizi.
selahattincansız
bende senin yarım kalanı bekliyorum.
hoşçakal.