Çocukluk Mu Dediniz 3
Yüreğinde minik serçe kanadıyla dolaşan Ece, evin tek büyük eşyası olan,
vitrinin sadece bir gözünü kullanıyor ve dünyasını sadece oraya sığdırmakla yetiniyordu.
Hergün döküyor, düzenliyor, katlıyor ve yerleştiriyordu. ileride kanamış dizlerinin izlerini
taşıyacak olan o beyaz kâğıtları…
Vakitlerin sessizliğe büründüğü akşamlarda erken yatmaları zorunlu olan ışıl ışıl gözler,
yer yatağına dizilip yatan körpe bedenler,
televizyon merakı başroldeydi bu defa.
Ve izlenmesi fazlaca zevk veren filmler vardı ;
’Kemal Sunal’ filmleri.
Kahkahalarla izlenen bu filmler minik yüreklere yasaktı ! Belki doğru olan erken yatmalarıydı. Ancak televizyon, siyaz-beyaz’dan renkliye henüz geçmiş ve haliyle renkleri yeni-yeni cezbediyordu.
Bunu bir avuç yüreği olanlar ne anlardı? Yorgan altın da uyuma çabaları, uyuduğunu düşünsünler diye
arada oyana-buyana dönmeler…
Ama kapanmıyordu gözler ve bir de arada bükülüp yorgan altı bakma çabaları.
En çokta yakalanma korkusu ağır bastığı için hareketsiz geçen dakikalar ;
başını kaldıramadığı köşeden yorganı büküp, sadece bir karede olsun, görebilmek adına verdiği çaba
izlenmeye değerdi.
İçi kıpırdayan Ece, bir hamle ile bakabildi televizyona. Sonra bir gölge belirir
ve Baba kuşatırdı çocukluğundan gitmeyecek sahneleri.
Öyle bir bağırırdı ki Baba; dilinin tutulduğunu sanırdı Ece…
Sabah olunca,
Ve sanki yaptığı marifetmiş gibi : bir de buna gülerdi sabahın ilk çayını yudumlarken.
’Belki de izlediği sahneler onları güldürmeye yetmemişti.’Ve Ece sayesinde diğer kardeşler de bu durumdan hisse almadan rahatça nefes alabilmişlerdi..
Çok akşamlar böyle geçiyordu...
Hayatı izlemeye devam eden bir avuç yağmur; ileride ki, hayatlarına umut olacak kırıntıları toplamaktaydılar.
Hepsi bir yana,
Bütün masalları okuma isteğine heder etti kendini Ece.
Kendi ruhunun katledildiği gibi : başka yüreklerinde failllerinin ayak izlerini aradı hep masal sonlarında…
’Yorulası hayrı kalmayan akşamlardan bir akşam daha’ diyerek, anlattı titrek sesiyle.
Abla nişanlanmış ve çeyizi hazırlanmaktaydı.
Minik eller toplanmış her elde bir dantel işleme hevesi.
Belkide içlerinde biriktirdiklerini ördüler o, dantellere.
Baba, başka odada haberleri izlerken Baba’dan az yüz bulup o, buldukları yüzü doyasıya yaşamanın heyecanıyla mutfakta eski radyoyu açtılar.
O kadar kısıktı ki sesi; sürgün edilen bir ömrün sessizce gömülmesi kadar sessizdi radyonun sesi.
Fark edemediler ayak seslerini.Kaderin önünden yürüyen o,ayak sesleri daldı mutfak kapısını açarak içeriye.
Önce fazlaca sert bakışlar süzdü iki kardeşi;
sonra sert bakışlar arkasını bir tren hızı gibi döndü.
Kardeşler korkulu gözlerle birbirlerine kenetlendiler.
Pişmanlığın henüz ne olduğunu bilmeden istiğfara başladı minik kalpleri.
Sert bakışlar elinde bir çekiç ile geri dönmüştü.
Zindanlara mahkum edilesi şarkıları çalan o radyo yere çakıldı.
Topraktan yaratılan minik gözler korkudan zaten toprak olmuştu bile.
O, an yaşam belirtileri kesilmişti adeta.
Sonra çekiç darbeleri inmeye başladı. Birinin yanakları henüz ıslanırken diğeri kaçma
fırsatı buldu.
Ece, ezan sesinin yardımıyla masanın altına saklandı.
Tonlarca yağmuru biriktirircesine önüne setler kurdu korkulu saat’lere.
Ne yazık ki, soğuk kanlı Baba odaya girdi.Sanki savaş çıkmışta tüfeğini ararcasına Ece’yi arıyordu.
Buldu.
Yorulmuş kızgınlıkları vardı belli ki sığınası kolların...
Ve duvara pano asmak için çivi çakan o çekiç kafasına kafasına iniyordu.
Gözlerinden ayrı ’babammmmmm yeter!’ çığlıkları, yüreğinden ayrı ’babammmmmmmm vurmaa!’ dağılmışlıkları saçılıyordu etrafa.
’Kurbanın olam söz bir daha dinlemek yok!’ diyip havada uçuşan zerrelerin feryatları,
sanki başka bir ceza uslandırılmaya yetmez miydi?(Adına ’yaramazlık’ diyemediğimiz, kemikten parmakların dövülmesi hatasına)
O, gecenin sabahına kadar çekilen baş ağrısı, şimdilerde migren adı altında kalıcı hasar bıraktı.
Bunları kaleme alırken bile boğuluyorum ben.Daralıyor zihnimde geçitler.Ece’nin minik yüreğinde kopan kıyamete kapatıyorum gözlerimi.
’Yarabbi! Ece’nin içinde büyüttüğü korkular, kendi evlatlarını büyütme kokusunu yener mi?’diye geçiyor içimin bile geçtiği içimden.
’Ah! papatya kokulum çocukluğum’ dedi ve başını tuttu Ece.
Zirâ migren hastalığı ’tuttum bırakmam’demişti elinden...
(Kızlarınızı sevin, sevdiğinizi onlara belli edin.Yarın el olacak gözüyle bakmayın onlara, ele gidince ellerin eli olmasınlar)
zєץиєp є¢є єяєи
YORUMLAR
İçim acıyarak okudum yazıyı.
Ben de iki kız çocuğu büyüttüm.
Bu yazıda anlatılan kadar değilse de,
oldukça sert karakterli olduğumu itiraf etmeliyim.
Büyük kızım şu anda edebiyat öğretmeni Anadolu'nun bir lisesinde.
Konu açıldığında,
''dersim yüzünden bana küllüğü fırlatmıştın,
başımın yanından geçmişti.'' der her zaman.
Hatırlamam olayı ama,
utanırım da.
Tecrübesiz, çocuk nasıl yetiştirilir bilmeyen bir insandım.
Cahil babamdan ne gördümse, onu tatbik ediyordum sonuçta.
Bir de bu Karadenizli olmanın getirdiği asabiyet var ya,
aslında ne çekmiş isem, ondan çekmişimdir.
Ancak,
kızım cümlelerini asla burada bırakmaz.
''Eğer,
o küllüğün verdiği korku olmasaydı,
ben başarılı bir öğrenci olamam, hayatımı kazanamazdım'' der hep.
Demesine der de,
babasının gönlündeki acıyı hafifletemez hiç.
Kızlarım ne çektiler ise, bu okutma gayreti nedeni ile çektiler babalarından.
Hiç yaramaz değillerdi.
Her ikisi de iyi evlatlar oldular.
Olay burada bitmiyor.
Küçük kızımla da böyle bir anımız var.
Orta okulda idi sanıyorum.
Bir akşam beraberce ders çalışıyoruz.
Bir konuda yanlış bir şey yaptı, başının arkasından bir şaplak attım.
Parmaklarımın uç kısmı, alnından gözüne doğru uzanmış,
sağ gözünün hemen alt kısmını morartmış.
Nasıl üzüldüm.
Ertesi gün öğretmeni sormuş, nedir bu diye?
Kapıya çarptım öğretmenim diye cevap vermiş.
Nasıl utanmıştım kızıma karşı.
O günden sonra, şakadan da olsa asla çocuklarıma al kaldırmadım.
O olay,
unutulması mümkün olmayan bir acı olarak vicdanıma yapıştı kaldı.
Bu hikayede anlatılan baba kadar katı disiplin uygulayan biri olmadım ama,
sinirlerime hakim olamadığım da bir gerçek maalesef.
Radyo ve televizyon serbestti bizde.
Dersler tamamlandıktan sonra tabi ki.
Güzel yazınız,
içimizde biriktirdiklerimizi paylaşmaya vesile oldu.
Teşekkür ediyorum size.