HAVADA ÇIĞLIK SESLERİ..
Zaman eskidi galiba.
Tabii olarak da zamanla birlikte hevesler, yüreklerin coşkusu ve daha bir sürü şey.
Bilinir ki, ömür eskise de yorulmaz insanın gayreti. Bir yaş, bir yıl, hatta bir asır da geçse üzerinden, tutkuların alevi yanıyorsa çekirdeğinde insanın, daima bir beklenti ve bunun getirdiği bir dinamizm vardır, hayata tutunmak adına.
Güneşin doğuşunu bir büyük coşku ile bekler yürekler. Akşamdan gecenin zifiri karanlığına geçişte bile bir karamsarlık bulunmaz, çelişkili de olsa düşünceleri. Bilinir ki, gecenin zifiri karanlığı aydınlanmaya gebedir. Zira en koyu karanlıklar, sabahın ilk ışıklarına en yakın zamanı temsil etmektedir inatla.
Yaşam bu anlamda bahardaki sel suları kadar coşkulu, renk ahenk gülistanda açan çiçeklerden, belki de o en çok sevilen *papatyalardan* bir demet ve gökkuşağının yedi rengini barındıran mucizenin bitmez hülyaları bütünüdür.
Böylece hiç bitmesi istenilmeyecek bir tempoda süren hayatlar, bir de asgari müşterekler seviyesinde kesiştiğinde bir yerlerde, deryadaki sıcak ve soğuk su akıntıları gibi karışırlar birbirlerine. Önceleri bir ürperti, devamında farklılıkların olmadığı bir bütünlük çıkagelir o deryaların derinlerinden.
Kuş olur kanat çırpar yüreğin.
Gözlerin en can alıcı renklerin takibindedir artık.
Ellerin dopdolu, umutların taze ve hayat bir büyük bayramın arifesindedir.
Onu düşündüğünde bir benzersiz telepati ile onun gözlerinin de senin gözlerine, oradan da yüreğine düştüğünü görürsün, aşkla, bitmeyen bir özlemle.
Ne dert tanırsın artık yaşadığın dünyada, ne de kaygılar çıkagelir bir bilinmezin içinden.
Huzurun alası sarıp sarmalamıştır bedenini, ruhunu.
Yüreğindeki yangınlar bile bir emsalsiz lezzetin yaratıcısıdır artık.
Özlemler en kısa sürede kavuşmaya dairdir.
Hasretler sürüp gidesi değildir.
Hayat dokunabileceğin kadar parmaklarının uçlarında, hissedeceğin kadar yüreğinin derininde, fark edebileceğin kadar gözlerindedir.
Dokunduğunda karışacağın, varlığını, sinesinde kaybettiğinde, yine, yeniden kendini bulacağın bir perinin huzur veren gönlünde otağ kurar düşlerin, sevdanın doruklarında gezinirken yüreğin..
Yeniden doğarsın, kendinde yok olup gidecekken.
Yenilenirsin, bir daha dert, keder uğramadan semtine.
Öyle ki ölümsüzlük iksiridir, sevgilinin ellerinden, hele de o emsalsiz dudaklarından içtiğin.
Ya şimdi ???
Ağustos ayında zemheri soğuğuna yakalanmış serçeler misali zangır zangır titremekte yürekler.
Gözlerinin önünde kümelenen bulutlardan akanlar altını üstüne getirmekte dünyanın.
Ellerin buzdan parçalar taşımakta.
Bedenin boş bir kadavradan fazlası değil..
Ya bu havadaki sessizliğin içinden kopup gelen ve tüm evreni çınlatan çığlıkların sebebi ??
Yine yokluk, yoksunluk, özlem ve hasretin girdaplarından dökülenlerden midir..??
Hak edilmiş sonuçlar mıdır ..??
Kimbilir..??
Belki de zamansız yaşanılmış, ya da hak edilmemiş kazanımların gerisin geriye gidişlerindeki o kahredici hüzündür, bu çığlıkların sebebi.
06.05.2014
YORUMLAR
İyi ki diye düşündüm yazının ilk bölümlerini okurken,
iyi ki sevda dediğimiz olgunun gizemi ile tanışmışım.
Gerçi,
finali bu güzel çalışmada resmedilenden farklı olmadı ama,
yine de iyi ki yaşamışım o güzel günleri.
Yoksa,
bu günün kıymetini bilemezdim herhalde.
Bu güzel yazı,
bizlerin hep hissettiğimiz, belki yaşadığımız realiteleri,
korkusuzca gözler önüne sermiş.
Kutluyorum yazarını.
AYDINK
Hayat birbirini andırmayan parçalardan oluşan bir süreçle ilgili.
Kimi zaman mutluluk, çokca hüzün var elde kalan..
Yine de yaşamalı sonuna kadar.., elbette...
Sağlıcakla kalın