- 648 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Hakikatler Göreceli Değildir Algı Görecelidir
Hakikatler Göreceli Değildir Algı Görecelidir
Günümüze ulaşan efsanelerin ve hakikate dair hikayelerin çoğunun içeriğine müdahale edilmiş. Genel olarak eski zaman egemenlerinin (krallar, diktatörler) süzgecinden geçenler bize ulaşmış! Bazı dönemlerde kütüphaneler yakılmış, fikir adamları imha edilmiş! Yine da kalanlardan çok bilgi çıkar! Abartılar eklenip, işlerine gelmeyen kısımlar eksiltilmiş! Bu bilinir ise değerlendirme daha isabetli yapılır!
Evrende bir işleyiş görülüyor ve bu hakikate bir sahip aranıyor ise bu doğaldır! Yani ortada bir hakikat var ise o hakikate bir izah da geliştirilecektir!
Ben zaten din konusunu "İnanç" ekseninde değerlendiriyorum. Yani kişi nasıl algılar ise öyle inanıyor. Ya da tarihsel süreçte insanlar genel olarak nasıl algılamış, algılatılmış ise! Bu algı, miras olarak gelir! Kimse din ve ideoloji üzerinden kapris yapmaz ise sorun olmaz! Herkes kendi kabulünde özgür olur ve kabulünü diğerlerine zorlamaz ise sorun da kalmaz! Evrensel bir hakikate hangi felsefenin ya da dinin nasıl baktığı konusunda görecelilik elbet olacaktır! En azından bu görecelilik, bireyin algılamasında olacaktır! Çelişkiler de görülecektir! Bütüne dair mutlak kabul istemek de zorlamadır! “Ya hep ya hiç!” dayatması belki kurnazcadır!
Sorun şurada evrenin sahibi kim?
Bu soruya evrenin sahibi “Benim” diyen biri, yanlış cevap vermiş sayılmaz! Kişi yıldızlara bakıp “Benim yıldızlarım” diyebilir! Güneşe sahiplenebilir! Güneşten gelen ışık ve ısıya kendi istifadesi nedeniyle “Benimdir” diyebilir! Hatta kişinin en özgür olduğu alan kendi dünyasıdır! Bu alanda dilediği şekilde kendini ilgilendiren şeylere dair hayaller kurabilir, fikirler geliştirebilir! Bu hayal ve ürettiği fikirlerini diğer insanlara da sunabilir! Tanımladığı ya da başkasının tanımladığı bir “İlah” a da kendince itaat edebilir! Bu tanımı atalarından miras da almış olabilir! Sorun, tanımlanan “İlah” üzerinden itaat isteme sorunudur!
En popüler manada, evrenin sahibi konusunda cevap “Tanrı” şeklinde olabilir. Bu ilkel toplumlarda çok ilahlı, daha ileri aşamalarda ise tek tanrı şeklinde yerleşmiştir!
İlkel bir kabile büyücüsü de kabilesine tarif ettiği “İlah” konusunda tüm insanlardan itaat isteyebilir!
Uzaylılara inananların bile uzay konseyindeki yükselmiş ruhlara “İtaat” istemesi var!
Yani bir “Tanrı” tanımı yaparak toplumdan itaat istemek, alışılmış bir durum! Ve bu tanımı yapanlar “İlah veya ilahlar” için istedikleri itaati, önce kendileri için istiyor! Yani tanımladığı “İlah” kabul edilir ve itaat sağlanırsa, bu ilk önce o tanımlayana koşulsuz itaat ve menfaat sağlıyor! Kabul etmeyenleri de korkunç bir azap bekliyor! Bu tehdit de her dönemde yapılmış. Orta Çağ’da zirveye çıkan bu “Seçilmiş kişi ya da ırk” söylemi üzerinden çok itaat sağlanmış!
“Tanrı” dendiğinde insanlar ne anlıyor?
İşte burada “Algı” devreye giriyor ve ilkel toplumların her hakikate ayrı bir “İlah” ismi vermeleri bundandır! Sonraları bu insanlığın gelişimi ile tek ilah ve daha sonra ise “Tanrı” olarak yerleşmiş! Hangi dinde ya da dilde nasıl adlandırıldığından ziyade “Tek” olması önem kazanmış.
Evrende görülen, gözlemlenen bu işleyiş ve mutlak adalet; fizikteki enerji ve madde dönüşümlerindeki adalet, işleyiş gözlemlenebilir! Madde ve enerjinin yok olmaması, halden hale bürünmesi konusu mutlak adaleti gösteriyor! Bu işleyişe de bir sahip aramak doğaldır! Bu sahip de “Tanrı” olarak adlandırılabilir! İnsanın en özgür olduğu alanın bu olması gerekirken en çok müdahaleyi bu alandan görmesi de manidar değil mi?
Evrenin sahibinin olması fikri, evreni ve insanı başıboşluktan kurtarıyor ve gelecek endişesine de teselli oluyor! Böyle olması güzel iken evrenin sahibi adına hareket ettiğini söyleyenlerin, insanlara hayatı zindan etmesi hiç de hoş değil! Evrenin işleyişinde zaten mutlak bir adalet ve döngü var! İyi-kötü göreceliliğinde insan her ne yapmış ise bir şekilde kendisine zaten dönüyor bu. Bu döngü iyi izlenir ise bu işleyişe dair tüm eski yeni söylemlerin de bu hakikate dair olduğu ya da bu hakikatten çıktığı görülecek! Herkes kabiliyetince algısı kadar izah eder! Bu izahların çeşitliliği de güzeldir! Nasıl fizikte bir israf yok ise madde ve enerji döngülerinde aslen bir kayıp yok ise insanın da tercihlerindeki geri dönüşlerde mutlak adalet var! Bu süreç bazı uzun olur. Bu süreç çok önceden miras da alınmış olabilir. Yani insan için süreç, aslında doğumla başlamaz; daha önceleri de var! Doğumla ortaya çıkan Dünya hayatındaki yaşama esas olan genlerin de bir serüveninin olduğunu unutmayalım!
Eski öğretileri de kullanabiliriz! Bu zamandaki veriler de insanları hakikate ulaştırabilir! Bu konuda Kainatı, evreni okumak önemli! Yani eski öğretilerde takılmaz isek onlar gayet güzel işe yarayacak! Yeni verilerle eskileri harmanlamak doğal ve faydalı olacak! Ama birileri kalkar, eskilere çekmeye çalışırsa sorun oradan çıkıyor zaten. Bazısı da yeniye çekiyor! Yani doğrusu ne eski, ne de yenisi. Doğrusunu kişi, birey kendi algılayacak; kendisi karar verecek! Yani herkes bilgi dağarcığını genişletebilir! Bu güncel ilim ve bilimle de olur, eski kaynaklarla da olur! İlla güncel olanla yol alınacak ya da illa eski kaynaklarla yol alınacak dayatması pek doğru olmaz! Çünkü bilgiler devamlı yenileniyor!
Son tahlilde; evrenin bir sahibinin olması, bu konuda bir izah geliştirene diğer insanların itaatini hak olarak sağlamaz! Süreç topraktan başladığı için kolay değil tekamülün izahı; her aşamada insan saygıdeğerdir! Potansiyeli gelişime açıktır! Sürecin neresinde olduğuna bakıp yargılanmaz ise yolunu bulur; sürecin uzun sürmesi de istenmez!
İnsan, dik durabilen gelişmiş bir varlık; yani kuyruğunu dik tutabilen bir gelişmişlik bu! İnsanı bu dik duruşundan alıkoyan her eylem, mükemmelleşme hedefinden uzaklaştırmaya yönelik olur! Araştıranlar zihnini esaretten kurtaracak!
Selametle,
Ahmet Bektaş
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.