- 507 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
HZ. RESULÜN ÖRNEKLİĞİ MEDİNE'DE 11 YIL (28)
MEDİNE / MEKKE İLİŞKİLERİ (07)
BEDİR SAVAŞI / OLUŞUMU / ARKASINDAKİ GERÇEKLER (7)
Enfal suresi konularına devam ediyor. 30. Ayet. “Hatırla ki, kâfirler seni tutup bağlamaları veya öldürmeleri yahut seni çıkarmaları için sana tuzak kuruyorlardı. Onlar tuzak kurarlarken Allah da tuzak kuruyordu. Çünkü Allah tuzak kuranların en iyisidir” diyor. Ayette önemli bir konuya işaret ediliyor. İnanmayanlar Allah’a, dinine, Müslümanlara karşı tuzak kurduklarında, Allah da onlara karşı tuzak kuruyor. Yani “kısasa kısas” hükmünce, inanmayanlar yaptıklarının benzeriyle karşı karşıya kalıyorlar. Dünya hayatında inkâr edenlerin zulmüne uğramış Müslüman toplumlar, Allah’ın bu ayetine karşılık, anında cevap verilmesi gerektiği gibi bir yargıya sahipler. Madem bize zulmediliyor, o zaman Allah zalimlere hemen cezasını versin. Hâlbuki Allah konuyu bu şekilde değerlendirmiyor. Mutlak adalet çerçevesinde, zalimin uğrayacağı gazap ile mazlumun uğrayacağı mükâfat, mazlum tarafından farklı değerlendirilirken, Allah tarafından da farklı değerlendiriliyor. Bakara suresinin 155. Ayetinde “Ant olsun ki sizi biraz korku ve açlık; mallardan, canlardan ve ürünlerden biraz azaltma ile deneriz. Sabredenleri müjdele!” diyen Allah, iman edenleri çeşitli olaylarla denemektedir. Müminlerin korkular yaşaması, mallarından, canlarından ve ürünlerinden azalmalar olması, buna karşılık müminlerin sabretmesi önemlidir. Azaltmadan kasıt, malların eksilmesi, fakirliğin Müslümanlar arasında yaygınlaşması, canların eksilmesi ise Müslümanların şehit edilmesi olarak değerlendirilebilir. Elbette acı çeken Müslümanlar bir an önce korkularının gitmesini, bolluk, refah içinde yaşamayı, öldürülmemelerini isteyecektir. Bu istek Müslümanların en tabii hakkıdır. Ancak Allah diyor ki, yeryüzünde inancınızın denenmesi karşılığında göstereceğiniz sabır, yani azimle direnmeniz, inancınızdan vazgeçmemeniz karşılığında büyük mükâfat alacaksınız. Enfal sureisnin 36, 37 ayetlerinde “Şüphesiz ki inkâr edenler mallarını, Allah yolundan alıkoymak için harcıyorlar. Daha da harcayacaklar. Ama sonunda bu, onlara yürek acısı olacak. Sonunda mağlup olacaklar. Dünya hayatında kâfirlikte ısrar edenler cehenneme toplanacaklardır. Allah’ın murdarı temizden ayıklaması ve bütün murdarların bir kısmını diğer bir kısmının üstüne koyup hepsini yığarak cehenneme atması içindir. İşte onlar ziyana uğrayanlardır” diyor. Evet, bazı insanlar vardır ki, bütün varlıklarını insanları Allah yolundan ayırmak ve alıkoymak için harcarlar. Bunu yaparken Allah’a, dinine, Müslümanlara karşı tuzak kurarlar. Onlar böyle yapadursun, Allah eninde sonunda, onlara yürek acısı verecek. Kesin bir yenilgiyle yerle bir edilecekler. Yaptıklarında ısrar edenler cehenneme toplanacaklardır. Böylece Allah temizle, kirliyi, iyi ile kötüyü birbirinden ayıracaktır. Yeryüzündeki imtihanın amacı budur. Murdarı temizden ayıklamak… Onun için Allah Müslümanlara sabrı, yani inançta direnmeyi tavsiye ederken, aynı zamanda sonuçta mutlaka mükâfatlanacaklarını ifade etmektedir. Müslümanlara zulmedenler ise cezalanacaklardır. Bu ceza dünyada hayatında da olabilir. Ahirette de olabilir. Müslümanlara verilecek mükâfat dünyada hayatında da olabilir. Ahirette de olabilir. Ancak insan sabırsız, acelecidir. Mükâfatta, cezada hemen gelsin ister. Hemen gelsin, acı çekmesin ister. Gönderilen ayetlerin özetinde ise, ahiret hayatı ile dünya hayatı arasında mukayese yapıldığında, üç günlük dünya hayatına karşılık, ebedi bir ahiret hayatı sunulmaktadır. Müslümanların üç günlük mağduriyetlerine karşılık, ebedi bir ahiret hayatında mükâfatlanma sunulmaktadır. İnanmayanların üç günlük dünya hayatındaki keyiflerine karşılık, ahiret hayatında ebedi cehennem hayatı sunulmaktadır.
Bütün bu kıyaslamalar, Müslümanların bilincini artırmak, onların zulme karşılık azimli, dirençli olmasını sağlamak içindir. İnanmayanlar dünya hayatındaki üstünlüklerine bakarak keyif çatarlar. Kibirlerinden yanlarına varılmaz. Onun için bazen Allah inanmayanlara dünya hayatında da rezillik, rüsvalık verir. Onları rezil kepaze eder. Müslümanlara galibiyet nasip ederek, kibirlerini yerle bir eder. İşte bedir savaşı böyle bir neticedir ki, inkâr edenler, Allah’a, dinine, Müslümanlara tuzak kurup dururlarken, neye uğradıklarını şaşırmışlardır. Müslümanlar için önemli olan görüntülere kanmamak, görüntülere göre yorumlar yapmamaktır. Görüntüler her zaman değişebilir. İnsanlar görüntülerin yorumlarıyla oyalanırken, Allah’ın imtihanını kaybedebilir. Nitekim günümüzde birçok Müslüman görüntülere göre yorumlar yaparak imtihanı kaybediyor, inançlarından oluyorlar. Şu sözlere dikkat edin. “Müslümanların hali berbat… Birbirini yiyorlar. İki Müslüman bir araya gelemiyor. Batılılar her yerde dünyanın hâkimiler... Müslümanlara zulmediyorlar. Böyle Müslümanlık olmaz olsun” Sözlere dikkat ediyor musunuz? Önce bir tespit yaptı. Müslümanların halinden söz etti. Sanki kendisi Müslüman değilmiş. Olayın dışındaymış gibiydi. Müslümanların halini hiç beğenmedi. Sonra hükmünü verdi. Böyle Müslümanlık olmaz olsun. Şöyle deseydi, Müslümanlık bu değil. Müslümanlar gerçekten İslam’a inansalardı bu durumda olmazlardı. O zaman bir dereceye kadar söyledikleri anlaşılabilirdi. Ama direkt böyle Müslümanlık olmaz olsun diyor. Görüntüyü Müslümanlık olarak tarif ediyor. Görüntüsünü beğenmediği Müslümanlığa olmaz olsun diyor. Böylece kendini, Müslümanlıktan, Müslümanlardan çıkarıveriyor. Peki, nereye gidiyor kendini Müslümanlıktan, Müslümanlardan çıkarınca? Cevap basit. Batılı, laik, çağdaş, modern, demokrat, demokrasi havarisi insan oluveriyor. Hani böyle olunca, rezillikten kurtulmuş olsa neyse. Batılılar, batılı laikler, batılı çağdaşlar, batılı modernler, batılı demokratlar; Müslümanlar ne yaparsa yapsın asla içlerine kabul etmiyorlar. Müslümanlar batıya karşı, yalakalıkta, yaltakçılıkta, şaklabanlıkta rekorlar kırsalar da, batılılar Müslümanları benimseyemiyorlar. Müslümanlar İslam’ı bırakıp Hıristiyan veya Yahudi olsalar bile, hiçbir zaman has Yahudi, has Hıristiyan sayılmazlar. Gerçi aynı mantık Müslümanlarda da var. Müslümanlar arasındaki “dönme” tabiri, buna benzer bir şey. Mesela; bir Yahudi veya Hıristiyan, hidayet edip Müslüman olsalar, Müslümanlar onlara asla tam güvenmiyor. En ufak bir görüş ayrılığında hemen suçluyorlar. Onlar zaten dönmedir. Hatta aradan yüzlerce yıl geçse de, aynı suçlamayla Hıristiyanlıktan, Yahudilikten dönenler muhatap oluyorlar. Suçlamaları yapanlar hiç sormuyorlar, bu insanlar dönmeden nasıl Müslüman olacaklar? Kaldı ki insanları dönme diye suçlayanların hepsi dönmedir. Mesela; Araplar putperestlikten dönmüşlerdir. Türkler Şamanizm’den dönmüşlerdir. İranlılar Zerdüştlükten, Mecusilikten dönmüşlerdir. Pakistanlılar, Bangladeşliler Hinduizm’den dönmüşlerdir. Anadolu halkının kimi, Yahudilikten, kimi Hıristiyanlıktan dönmüştür. Hidayet zaten döndürmektir. Allah insanlara hidayet ederek döndürür. Ne gariptir ki, Allah’ı, İslam’ı, Allah’ın ayetlerinden öğrenmeyenler birbirlerini dönmelikle suçlamaktadırlar. O zaman niye tebliği yapıyorsunuz diye sormazlar mı? Müslümanlar arasındaki bu çelişkiler, Müslümanların bilgisinin, bilincinin, yaşamının imtihanından başka değildir. Unutmayın ki, Allah’ın ayetlerindeki kısa lafızlarda derin anlamlar vardır.
Dünya hayatının görüntüsüne göre hareket eden Müslümanların, maddiyatçılardan, pozitiflerden, solculardan, ateistlerden farkı olmaz. Allah’ın katında insanın hayatı, dünya öncesi, dünya ve dünya sonrasıdır. Dünyada yaşayan bizler, hayatımızın bir bölümünü, yani dünya bölümünü yaşıyoruz. Dünya öncesinde verdiğimiz sözün tespiti, tescili bu dünyada yapılıyor. Buna iman diyoruz. Yani Allah’a dünya öncesi âlemde “Sen Rabbimizsin” diye söz verdik. Bunu kabul etmek, kabul ederken şek ve şüpheye düşmemek imandır. Verdiğimiz sözde durarak Allah’a olan samimiyetimizle yaşamımızı kurmakla imtihan ediliyoruz. Ortalama altmış yetmiş yıllık bir ömürle imtihanı bitirerek ebedi bir hayata geçeceğiz. Zulüm, adalet, mükâfat kavramlarımızı dünya hayatına göre yaparsak yanılırız. Allah zulmü, adaleti, mükâfatı sadece dünya hayatına göre yapmamakta, bütün hayatı kapsayan bir anlayışı ayetlerinde bize bildirmektedir. Bazen Müslümanlar, dünyada zenginler, güçlü iktidar sahipleri olarak da imtihan edilirler. Bir zamanlar üç kıtaya hâkim Müslümanlar olarak dünyayı titretiyorlardı. Acaba o dönemin insanları dünyayı titretirken, Allah katında kazanmışlar mıydı? Yoksa kaybetmişler miydi? Eğer biz materyalistler gibi olaya bakarsak, kazanmışlardı deriz. Ancak sonuç Allah’ın hesabında belli olacak. Bunu da şimdiden bilemeyiz. Ancak bizi gönlümüz ne istiyor? Dünyada zenginlik, güç, hâkimiyet, dünyayı titretmek… Müslümanlara zulmedenlerden intikam almak… Allah’ın ayetlerine batığımızda bu istekler pek normal istekler değil. İnanan bir Müslüman böyle istekler yerine, Allah’tan her ne olursa olsun, doğru olmayı, inancında sağlam durmayı, mükâfatı Allah’a bırakmayı isteyecektir. Yeryüzünde adaletin gerçekleştirilmesi, İslam’ın hâkim kılınması ise, üzerine düşen görevlerin sınırları doğrultusunda olacaktır. Akli, mantıki, duygusal tatminlerin görüntüsünde değil, inancın bilincinde olacaktır. Aksi halde, insan kaybolur. İnancını yitirir. İmtihanı kaybeder.
Allah yolunda, dünyevi kaygılardan uzak, tertemiz duygularla, sadece Allah’ın rızasını kazanmak için yola koyulanlara, gerçekten iman etmemiş olanlar, “Bunları, dinleri aldatmış" diyorlardı. Hâlbuki kim Allah’a dayanırsa, bilsin ki Allah mutlak galiptir, hikmet sahibidir” Allah bu gerçeği bize Enfal suresinin 49. Ayetinde bildiriyor. Gerçekten iman etmemiş. İman etmediği halde “ben de Müslümanlardanım” diyenler, iman edip Allah yolunda yürüyenleri anlayamıyorlar. Bunun nedeni, bütün düşüncelerini dünya hayatına göre gerçekleştiriyorlar. Yaşamları sürekli hesap, kitap içinde geçiyor. Ancak bu hesap kitap, Allah’ın yolunu nasıl en iyi şekilde yaşarım kaygısıyla değil. Dünya hayatımı nasıl, en rahat, en güzel şekilde yaşarım kaygısıyla gerçekleşiyor. Kapitalizmin öncesi olan dünyevileşmenin göstergesi olarak bu düşünceler ortaya çıkıyor. Bencil, kendini düşünen insan... Günümüzde, liberal, kapitalist, bireysel insan olarak algılanıyor. Bu insan tipi çıkarlarına göre hareket eder. Kendinden başkasını düşünmez. Dünya hayatındaki bütün hesabını kitabını, çıkarlarını korumak üzerine yapar. Çıkarına dokunduğu anda ne din, ne de iman kalır. Çıkarına aykırı her şeyi anında ret eder. Hayatından siler. İşte böyleleri, gerçekten inanmışları gördüğünde, inanmışların haline acırlar. “Bunları dinleri aldatmış” derler. Dinleri aldatmış olanlar ne yapar. Hayatlarını, mallarını, çocuklarını bir kenara koyarak Allah yolunda savaşa giderler. İnsanlara yardım etmeyi kendi hayatlarından, mallarından, çocuklarından daha önemli görürler. Sevgiyi, saygıyı, paylaşımı öne çıkarırlar. Yeryüzündeki bozgunculuğa, fitneye, riyaya, yalana karşı mücadele verirler. Böyle bir durum, dünyevileşen, çıkarlarından başka düşünmeyenlere garip gelir. Bu durumu gördüklerinde, Müslümanların akılsızlığına, mantıksızlığına, aldanmışlığına hüküm verirler. Allah bakara suresinin 16. Ayetinde böylelerini bize haber veriyor. “İşte onlar, hidayete karşılık dalaleti satın alanlardır. Ancak onların bu ticareti kazançlı olmamış ve kendileri de doğru yola girememişlerdir” Allah inkâr edenlerin dünya hayatındaki yaşamlarına menfaatçi, çıkarcı yaklaşımlarına karşılık, “eğer sizler dünya hayatını bir ticaret, bir alış veriş gibi görüyorsanız. Aldanmış, yapmakta olduğunuz ticaretten zarar etmişsinizdir” diyor. Bir Müslüman Allah’a olan inancını, İslam yolundaki yürüyüşünü ticaret gibi göremez. Müslümanlar dünyada yaptıkları her şeyin mislini Allah’tan alacağına inanarak yaşamış olsaydı. Bu onun ticareti olurdu. Eğer böyle bir ticari anlayışla İslam’ı yaşamış olsalardı mahvolurlardı. Bu yönde gelen ayetler, Müslümanların Allah yolunda yürümelerini, Allah’ın rızasını kazanmaktan başka şeyi düşünmemelerini öğütlüyor. Müslümanlar ayetlerdeki özlere uyduğunda, Allah’ın katandan rahmetle mükâfatlandırılacaklar. Allah’ın katından rahmetle, bol nimetlerle karşılık verilmesi, bilinsin ki asla Müslüman’ın dünyada yaptığının karşılığı değildir. Hele “ben oruç tuttum. Salâtı ikame ettim. Cihat yaptım. Zekât verdim. Allah yolunda infak ettim. Haramlardan uzak durdum. Farzları yerine getirdim. Bunun karşılığında Allah bana mükâfat verecek” diyorsa, yanılmıştır. Elbette Müslüman bunları yapacaktır. Ancak mükâfat, yaptıklarının karşılığı değil, insanın samimiyetle Allah’a bağlılığının Allah tarafından takdir edilmesidir. Derecesi, takdiri, nimetlendirilmesi Allah’ın gücüne, kudretine bağlıdır. Allah’ın gücü, kudreti, nimetlendirmesi hesapsızdır. Onun için Allah, hem Müslümanlara, hem de inanmayanlara ders olacak şekilde, kazanmak için, alış veriş mantığıyla amel işler. Dünya hayatında davranışlarda bulunursanız... Bilin ki bu ticaretiniz sizi yanıltır. Zarar edersiniz. İnkâr edenler, kendilerine göre hesaplar yaparak yanılırlar. Müslümanlar da, amellerine güvenerek yanılırlar. Müslüman ameline, Allah’a olan kesin inancını, teslimiyetini, Allah’ın rızasını kazanma bilincini yerleştirilmemişse kayıpta olunacaktır.
Sadece Allah’ın rızasını kazanarak hayatta yürümeyi, kalplerinde nifak olanlar, yani münafıklar ile inkâr edenler, yani kâfirler asla anlayamaz. Onun için Allah’ın rızasını, hesapsız, kitapsız kazanmak için kendilerini Allah’a adayanlara, bunları “dinleri aldatmış” derler. Zira onlara göre aldanmamak, dünyada yapılanlara karşılık, özellikle dünyada bir çıkar sağlamaktır. Çıkarın yoksa niye amel ediyorsun? Çıkarın yoksa niye cihat edeceksin? Savaşlardan elde edilecek ganimet yoksa niye savaşacaksın? İnsanlara çıkarsız niye yardım edeceksin? Bu mihverde dönen anlayışlar iman edenlerin anlayışları değildir. Ancak inkâr edenler, kalplerinde nifak hastalığı olanlar böyle düşünürler. Böyle hareket ederler.
Enfal suresinin 53. Ayeti önemli bir gerçeği vurguluyor. “Bir millet kendilerinde bulunanı değiştirinceye kadar Allah onlara verdiği nimeti değiştirmeyecektir” Aynı şekilde Rad suresinin 11 ayeti de aynı konuyu gündeme getirir “Bir toplum kendilerindeki özellikleri değiştirinceye kadar, Allah onlarda bulunanı değiştirmez” Gördüğünüz gibi hüküm basit, net, yeteri kadar açık. Bedir savaşı ardından gelişen olaylar. Müslümanların zaferle tanışması… Zafer sarhoşluğu nedeniyle kalplerin kayması… Esirler ve ganimetler meselesi… Bedir savaşına gidemeyenlerin düşüncelerindeki çarpıklıklar. Münafıkların “yetişemediği ete mundar diyen kedi” misali düşünceler oluşturması. Bu nedenle, Müslümanları suçlayan sözlerin toplumda yaygınlaşması sonucunda ayetler ardı ardına geliyor. Gelen ayetler Müslümanların bilgisini, bilincini artırırken, inkâr edenlerin, kalplerinde nifak olanların durumlarını ortaya çıkarıyor. Bir insan, bir toplum, içinde bulunduğu hali değiştirmediği müddetçe, Allah da onların durumunu değiştirmeyecektir. Günümüzde Müslümanlar bu ayeti; Müslümanların zayıf, horlanmış, ezilmiş halinden kurtulmasının neye bağlı olduğunu göstermek için okurlar. Hâlbuki ayet sadece, zayıf, mazlum durumdan kurtulmak için değişmek değildir. Gelen ayet, mazlumluktan kurtulan insanların değişimini anlatmıyor. Aksine, galibiyetle, zaferle sarhoş olan, ganimetlerin peşine düşen… Savaş zaferle sonuçlanıp ganimet paylaşımı söz konusu olunca, dünyevi menfaatlerini ortaya çıkaranlar için geliyor. Sanki Allah Müslüman topluma “Ne bu haliniz? Daha dün Mekke’de size zulmediyorlardı? Daha dün sizi ülkenizden çıkarmışlardı? Ne oldu? Rabbinizin verdiği nimetleri unuttunuz? Rabbinizin takdir ettiği zafere sahiplendiniz. Dünyevi çıkarlarını öne çıkardınız” der gibiydi. Ayetler Müslümanlara inancın gerçeklerini anlatıyor. Kalpleri dünyevi çıkarları için çarpanların durumlarını bir bir ortaya çıkarıyordu. Eğitilen insan, eğitilen toplum, Allah’ın ayetleriyle her yönden elden geçiriliyor.
Ne yazık ki günümüzün Müslümanları henüz Allah’ın gönderdiği ayetler doğrultusunda kendini geleceğe hazırlamıyor. Enfal suresinde öne çıkarılan bütün çarpık düşünceler günümüzde Müslümanların arasında kol geziyor. Sosyal, ekonomik statülerini artırmak isteyen, bu nedenle her şarta göre kıvrılan Müslümanlar günümüze damgasını vuruyor. Devlet olma istekleri, devlet bilincinden, Müslüman olma istekleri, İslam’ın bilincinden uzaklaşarak, dünyevi saltanatların, mevkilerin, makamların, varlıkların peşine düşüyor. Allah’ın hükümleri olan, helaller, haramlar, farzlar, dünyevi çıkarlar uğruna yerle bir ediliyor. Müslümanların yaşadığı birçok ülkede, “Bende Müslüman’ım” diyen burjuvaları var. Servetlerini kendileri dahi hesap edemeyecek derecedeler. Özellikle siyasi açılımlarla, muhafazakâr dindar Müslümanların oylarını toplayarak, güya İslam’a hizmet ettiğini zannedenlerin durumu içler acısı. Bugün ülkemizde sadece Allah rızası kazanmak için, Allah’ın yolunda mücadele edenler, güya Müslümanların ele geçirdiği yönetimlerde hala cezaevlerindeler. Devlet düşmanları, devleti, iktidarı yıkmak için darbe hazırlayanlar. Hırsızlar, uğursuzlar, soyguncular, talancılar, yalancılar, hilebazlar dışarıda cirit atarken Müslümanların cezaevinde olmalarını anlamanız gerekiyor. Allah kalpleri nifaka kayanların durumunu asırlar öncesinden ayetleriyle bildiriyor. Dünya hayatını mamur etme yolunda gayret gösterecek insan tiplerinden söz ediyor. Ne var ki, bizler bunları anlama yolunda gerekli gayreti, titizliği, azmi gösteremedik.
Müslümanlar bir zamanlar mazlumdu. Bu nedenle mazlumluk edebiyatında var olma düşleri yaşadık. Mazlumluktan çıkıp egemenler haline geldiğimizde inancımızı yolun kenarına koyuverdik. Kapitalistler gibi dünyevileşmeyi Müslümanlık saydık. Tiranlar gibi hükmedici olmayı Müslümanlık saydık. Ayetlerde söz edildiği gibi, günümüzde de, sadece Allah yolunda yürüyenlere, burjuvalaşan Müslümanlar “bunları dinleri aldatmış” diyor. Yani günümüzde de bir Müslüman sadece Allah rızası için, İslam’ı yaşamaya çalışırsa, inancını, yaşamını çıkara, çıkarcılara bulaştırmazsa, yanlış, dinin aldattığı insanlar olarak algılanıyor. Sanki değişen hiçbir şey yok. Günümüzde, muhafazakâr burjuvanın dilinden “biz de Müslüman’ız sözlerini çıkarın”, “kadınlarının başlarından örtüyü alın”, kapitalistlerden farkları var mı yok mu anlayamazsınız. Düşünceleriyle, hayata bakışlarıyla, dünya peşinden koşuşlarıyla, Allah’ın dinini çıkarsız yaşamak isteyenlere bakışlarıyla ayette söz edilenlerden farklı değillerdir.
İşte Allah’ın asıl değişmesini, değiştirmemizi beklediği şey budur. Bizler kendimizi değiştirmediğimiz müddetçe, Allah da bizi değiştirmeyecektir. Müslüman görünümü altında, inkârı, nifakı yaşayanlar olarak yeryüzünde dolaşarak, çok iyi ticaret yaptığımızı düşünürken hüsranla karşı karşıya kalacağız. Bugün kapitalistlerle, ateistlerle, laiklerle, çağdaşlarla, Hıristiyanlarla, Yahudilerle dünyalık için yarışan Müslümanlar olarak, İslam’ı daha iyi anladığımızı, daha iyi kavradığımızı zannediyoruz. Elbette bunları söylerken fakirlik, yokluk, açlık, mazlumluk Müslümanların kaderi değildir. Müslümanlar Allah’a teslim olup emirlerini yerine getirdiklerinde… Allah’ın ayetleri doğrultusunda yollarını çizdiklerinde… Onurlu bir şekilde hayat sürecek, mazlumluktan insanlığa geçerek, yeryüzünde adaleti sağlayacaklardır. Elbette Müslümanların varlıkları olacak. Ama varlıklara esir olmayacaklardır. Elbette Müslümanlarda saygın, izzetli hayat yaşayacak. Ama saygınlığı, izzeti, kibre, şatafa dönüştürmeyecektir. Hidayet, Allah’ın verdiği, vereceği bütün nimetlere gereken değeri vermekten ibarettir. Allah’ın verdiği hiçbir nimet tapılası, yolunda Allah’a olan inançtan vazgeçilesi bir değer değildir. Kadın, çocuk, mal, mülk, para, mevki, makam, iktidar hepsi Allah’ın verdiği nimetler olarak, tapılmaya layık değil, aksine kendimiz ve insanlar için değerlendirilecek varlıklardan ibarettir. Allah’ın ayetleri bu gerçekleri, bütün ayrıntılarıyla Müslümanların eğitimi için sıralamaktadır.
Enfal suresi savaşın ardından bir başka gerçeği dile getiriyor. 58. Ayet “bir kavmin hainlik yapmasından korkarsan, sen de aynı şekilde ahdini bozduğunu kendilerine bildir. Çünkü Allah, hainleri sevmez” diyor. Bu ayet; açık ol, kapalı olma anlamına gelir. Herhangi bir kavimle anlaşmalı isen, akit yapmışsan, davranışları seni şüpheye sokuyorsa, git söyle, anlaşmayı boz. Nedenlerini anlat. Kapalı davranma, arkalarından da iş çevirme. Bu önemli bir özelliktir. Dürüstlüğü, samimiyeti ortaya çıkarır. Ne var ki, birçok insan bu gerçeği anlamaktan uzaktır. İlişkilerinde gizli kapaklı iş çevirme isterler. Kendilerini garantiye alıncaya kadar niyetlerini açıklamazlar. Hâlbuki belki de olayın iç yüzü düşündüğümüz gibi olmayabilir. Konuşulduğu zaman gerçek ortaya çıkar. Daha kuvvetli, daha samimi ilişkiler kurulur. Arkadan iş çevirmek, insanlara güzel ilişkiler kurdurmaz. İnsan ilişkilerinde en önemli unsurlardan biri de güvendir. Güveni bozacak hiçbir eylem insana yakışmaz. Özellikle İslam gündeme geldiğinde, güveni sarsacak her türlü eylem, nifak alameti sayılmıştır.
Allah arkadan iş çevirmeyi hainlik olarak niteliyor. Hainlik önemli bir özelliktir. Hiç bir zaman arkadan iş çevirmemizin delili, “onların davranışları beni korkuttu. Onların hareketleri bana güvenilmez geldi” olamaz. Madem davranışları seni korkuttu, madem hareketleri sana güvenilmez geldi, git anlaşmanı boz diyor Allah. Arkadan iş çevirme. Dürüst ol. Bedir savaşının ardından gelen bu ayetler, Müslümanların bedir zaferinin ardından anlaşma yaptığı bazı kabilelerin davranışlarıyla ilgiliydi. Bunların ayrıntısı önemli değil. Zira ayrıntılar tarihi olayların gizlerinde saklıdır. Ancak ayetler ayrıntı değil, temel ilkeleri ortaya koyuyor. Dün, bugün, yarın fark etmez. Her devirde oluşabilecek ihanetlere, hainliklere karşı Müslümanların nasıl tavır alması gerektiği üzerinde duruyor.
Allah’ın hesap günü inananlara vereceği mükâfatta, inanmayanlara vereceği ceza da, “ellerinizle yaptığınız yüzündendir, yoksa Allah kullara zulmedici değildir” Enfal suresi 51.ayete Allah bu uyarıyı yapıyor. Allah; inanarak doğru işler yapanla, inkâr ederek yanlış işler yapanı, kalplerinde nifak olanları aynı kefeye koymaz. Herkes yaptığının karşılığını bulur. Buradaki karşılık birebir anlamında değildir. Allah inananlara katından bolca rızıklar verip mükâfatlandırırken, inkâr edenlere yaptıklarının karşılığını verir. Allah’ın hükümlerinde asla zulüm yoktur. Yani bir insan samimiyetle inanıp dururken, Allah’ın hükümlerine uyarak hayatını yaşamışken Allah ona “ben senin kulluğunu sevmedim. Bu nedenle seni cehenneme gönderiyorum demez. Aksine Allah kulunun samimi yaklaşımlarına büyük mükâfatlarla döner” Yine; dünya hayatında inkârıyla gününü gün eden biri var. Bunun yanında Allah için her türlü zulme, meşakkate, zorluğa uğradığı halde, Allah yolunda yürümeyi kendine izzet ve şeref bilen biri var. Allah bu iki insanı aynı kefeye koymaz.
Günümüzde bazı inkârcılar, laikler, “ben de Müslüman’ım” derken, İslam’ım hükümlerine gericilik, yobazlık diyorlar. Allah’ın hükümleriyle hayatlarını yaşamıyorlar. Ama kalbimiz temiz, Allah’ın namazımıza ihtiyacı yok diyorlar. Onların bu iddiaları kendilerini hesaptan kurtaramayacaktır. Onlar Allah’ın ayetlerini bilselerdi. Ayetlerin anlattığı gerçekleri görselerdi. Asla bu tür iddialarda bulunmazlardı. Aslında onlara sorsan, inandığı gibi yaşamayanlar münafık mıdır değil midir diye, elbet münafıktırlar diyeceklerdir. Ne var ki günümüzde insan kapitalizmin çıkar anlayışıyla bütünleşmiş. Onun için bu düzende insan; solcu da, ateistte, liberal de, muhafazakâr da, dindar da, Müslüman da olsa, her şeyi çıkarına göre yorumlayıp kendini üste çıkarmaya çalışıyor. Böyle olanlar, bu dünyada insanları sözleriyle kandırabilirler. Ama Allah’ı kandırmaları zor olacaktır. Allah hiçbir zaman bunları, yolunda samimiyetle yürüyenlerle eşit sayarak zulmetmeyecektir. Müslümanlar bu konuda duyacakları her türlü yoruma, söze, ithama karşı sabırlı olmak zorundadırlar
Bedir savaşı ardından gelen ayetler o günkü toplumu eğitirken, unutmayalım ki ayetlerin asıl hedefi biziz. Zira bizler yaşıyoruz. İmtihan içindeyiz. Geçmiştekiler imtihanlarını tamamlayıp gittiler. Biz onların hayat hikâyelerini, o dönemde gelen ayetleri okuyup geçmekle yararlı bir iş yapmış olmayız. Önemli olan, resul, resulün arkadaşları gelen ayetler doğrultusunda ne yaptılar? Nasıl kendilerini değiştirdiler? Bunları çok iyi anlayıp kendimizi düzeltmeliyiz. Gelen ayetler sanki bize indiriliyormuş gibi algılayıp, hayatımızı ayetlere göre yaşamalıyız. Ancak o zaman Müslüman olmanın gereğini yapmış oluruz. İnşallah Rabim bizlere bu bilinci, bu inancı verir de, yanlışa düşenlerden olmayız.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.