- 583 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
HZ. RESULÜN (SA) ÖRNEKLİĞİ / MEDİNE'DE 11 YIL (27)
MEDİNE / MEKKE İLİŞKİLERİ (06)
BEDİR SAVAŞI / OLUŞUMU / ARKASINDAKİ GERÇEKLER (6)
Bedir savaşının ardından gelen Enfal suresi, esirler ve ganimetler dışında da Müslümanlara önemli bilgiler, emirler veriyor.
Enfal suresi; mümin tanımına yeni anlamlar yükleyerek başlıyor.
Enfal suresinin 2.3.4. Ayetleri “Müminler ancak, Allah anıldığı zaman yürekleri titreyen, kendilerine Allah’ın ayetleri okunduğunda imanlarını artıran ve yalnız Rablerine dayanıp güvenen kimselerdir. Onlar salâtlarını ikame edenler ve kendilerine rızık olarak verdiğimizden harcayan kimselerdir. İşte onlar gerçek müminlerdir. Onlar için Rableri katında nice dereceler, bağışlanma ve tükenmez bir rızık vardır” diyerek, bize mümin olmanın kurallarını savaşın ardından farklı bir açıdan bildiriyor. Ayetlere göre, Allah’ın adı anıldığı zaman yüreklerimizin titremesi gerekiyor. Tabi bu titreme, her an, müthiş bir etkilenme olmayabilir. Yürek titremesinin fiili boyutunun ne olduğu tartışmalıdır. Yürek titremesini, vurulma, çarpılma, güçlü etkilenme gibi sözlerle yorumlarsak yanılırız. Biyolojik olarak insanın kalben vurulması, çarpılması, etkilenmesi kendine özel bazı olaylara hastır. Her zaman aynı şekilde olmaz. Geçmişte okuduğumuz bazı kitaplarda, yapılan sohbetlerde, Allah’ın adının anılmasıyla yüreklerin titremesini, kalbin ürpermesi olarak ifade edildiğini biliyorum. Hatta bu nedenle çoğu Müslüman’ın şiddetli bir ürperme hissetmediği için acaba bende gerekli iman yok mu diye endişelendiği de olmuştur. İncelemelerim derinleştikçe, ürpermenin de işin içinde olabileceği, ancak yüreğin titremesinin, Allah’ı, yolunu, gönderdiği ayetleri içinde hissetmesi, ne olursa olsun Allah’a saygısını, sevgisini unutmaması. Yolundan gitmek için gayret göstermesi olarak anlaşılması gerektiği ortaya çıkıyor. Bilginin, bilincin bu yönde olması, yüreğimizin Allah için, Allah’ın ayetleri doğrultusunda yaşama amacının, yürek titremesi kapsamında düşünülmesi gerekiyor. Bizatihi titreme, duygusal bir oluşumdur. Her insan aynı doğrultuda duygusal olmayabilir. Nitekim hayat tecrübelerimde şahit olmuşumdur ki, Allah’ın ayetleri konusunda nice cahil olan kişiler, duygusal anlamda Allah’ın ismini duyduklarında gözyaşlarını tutamıyorlar. Ayetler okununca büyük bir sevgi duyuyorlar. Ama Allah’ın ayetlerini anlamıyorlar. Ayetlere göre yaşamıyorlar. Hatta ayetlere göre din yaşamak isteyenlere sapık, zındık diyorlar. Böyle bir paradoksta, yürek titremesinin duygusal yönüyle anlatımının doğru olmadığı kanaati uyanıyor. Allah’ın istediği, insanın bilinçli bir şekilde, bilgiyle güçlenmiş olarak, Rabbine saygı duyması, ayetlerine uymasıdır. Allah’a isyan etmenin, yolundan gitmenin telaşını yaşamasıdır. Müslüman Allah’ın hükümlerini yerine getirirken, getirememe korkusuyla herhangi bir telaş yaşamıyorsa, yüreği Allah için titremiyor demektir.
Allah’ın adı anılınca kalpleri titreyenler, gönderilen ayetlerle imanlarını artırırlar. Bu ne demektir? Gelen her ayetle, bilginin artması, Allah’a itaat sınırlarının genişlemesi… Rabbin terbiyesinden geçerek daha bilinçli, bilgili Müslüman haline gelmesidir. Ayetin sadece bu kısmı bile, ayetlerden bağımsız, ayetlerden habersiz Müslüman’ın olabileceği imkânını ortadan kalkmıştır. Çünkü Allah yolundaki bir imanın tamamlanması için, insanların lâfzen ben Allah’tan gelen bütün ayetlere inandım demesi önemli değildir. Önemli olan her ayeti okuyarak, anlayarak, bilgisine katarak, bilincine yerleştirerek iman etmesidir. Böylece insanın okuyacağı ilk ayetten başlayarak, son ayete kadar insan Allah’ın eğitim sistemine girerek, imanını tamamlar. Bilgisini tamamlar. Bilincini tamamlar. Yuvarlık bir şekilde, ben bütün ayetlere iman ettim demekle iş bitmiş olmaz. Bütün ayetlere iman ettim sözünün ardında, ayetleri bilme, anlama konusunda cehalet varsa, iman tamamlanmamış, din eksik kalmıştır. Kişinin duygusal planda kalbinin ürpermesi yetmeyecektir. Dinin mistik anlayışlarında, insanı etkileyen atmosferlerin hazırlanarak, kalbi ürpermelerin yaşatılması yanında, ayetlere aykırı birçok itikadı konunun İslam’dan sayılması, sapkın din anlayışının yaşatılması, ayetin gerçeğini ortaya çıkarıyor. Dün putperestler içinde de, putlarının adı anılınca kalpleri titreyenler vardı. Bugün de çeşitli dinlere ait inananların kalpleri titremektedir. Hâlbuki kalpleri titreyen bu insanların, bilgileri, bilinçleri Allah’ın ayetlerinden uzaktır. Cehaletle örtüşen kalp titremesi, sapkınlıklarla örtüşen kalp titremesi ayetin kapsamı dışındadır. Doğuda ve ülkemizde birçok Rufai tarikat ehli, ortaya konulan duygusal atmosferle, beyinsel, bedensel etkileşimler doğrultusunda, vücutlarına bıçaklar, iğneler saplayabiliyorlar. Hem de hiç acı hissetmeden. Onlara sorarsan bu onların imanları gereğidir.
Günümüzde Müslümanların bilgilenmesi, bilinçlenmesi için ayetleri bilmesi gerektiği söylendiği zaman, hemen ortaya bir engel konur. Konulan engel, her Müslüman’ın aynı gayreti gösteremeyeceği, aynı şekilde anlayamayacağıdır. Aslında bu bir engel değildir. Asıl engel, Müslümanların kafalarındaki engeldir. Müslümanlar dini öğrenme yerine başka her şeyi öğrenmeyi öne çıkarırlar. Din konusuna gelince cahilliği kutsarlar. Bir de cemaatlerin, tarikatların, mezheplerin ortaya koyduğu açılım vardır. Bunlardan birine bağlı olarak din eğitimi alırsanız. Zinhar kendi kafanızla ayetleri anlamaya çalışırsanız, dinden çıkarsınız mantığıdır. Bu mantık, Müslümanları Allah’ın ayetlerinden uzaklaştırıp, kendilerine köle kılma mantığıdır. Allah çöldeki bedeviye seslenirken, çöldeki bedevinin kültürü bugünkü insanların kültüründen çok daha az iken, Müslümanlara yön verenlerin böyle demesi, içlerinde yaşadıkları telaşın göstergesidir. Zira Müslümanlar ayetleri öğrendikçe, onların Müslümanlar üzerindeki hâkimiyeti yıkılacaktır. Asıl korkulan budur. Bunu görmeyen bazı saf Müslümanlar, kendilerine göre akıllı mantıklar oluşturarak, ayetleri öğrenme gerekliliğinin önüne engel korlar. Hâlbuki ayetler öğrenilmeden yaşanılan din zaten sapıklıktan başka nedir ki?
Sadece Allah’a güvenmek ayetin ortaya koyduğu gerçeklerdendir. Söz olarak insanların Allah’a güvendiği söylemesi yaygındır. Ancak pratikte Allah’a güven olgusu ne yazık ki yaşama indirgenemez. Yaşam koşulları içinde insanlar, kendilerine başka güven odakları ararlar. Aklına, bilgisine, bileğine, parasına, malına, mülküne, çocuklarına güvenmek… Dostlarına, arkadaşlarına, içinde bulunduğu gruplara, cemaatlere, tarikatlara güvenmek… Siyasi oluşumlarda, hayatlarını bazı partilerin egemen olmasına bağlı olarak kendini güvende hissetmek… Ordularının, silahlarının gücüne güvenmek… Dünya çapında oluşturduğu güçlü ülkelerin dostu olmaya güvenmek… Daha birçok konu güven olgularına eklenebilir. Günümüze baktığımızda Müslümanların Allah’tan başka kendilerine birçok güven kapıları oluşturduklarını görüyoruz. Güçlü ülkelerden Amerika, Rusya, Çin olguları siyasal yapılanmalarda Müslümanların güven duvarlarını oluşturuyor. Amerika’nın, Rusya’nın veya Çin’in desteğini almak Müslüman ülkelerinin halklarını kalbini teskin ediyor. Ülke içinde, kendilerine yakın partiler İslam’a aykırı olsalar da, Müslümanların güven duvarlarını oluşturuyor. Hatta ülkemizde dâhil, birçok ülkede Müslümanlar, İslam anlayışlarını ayetlere göre değil, hangi partiye oy veriyorsun sorusunun cevabına göre oluşturuyor. Allah’a güvenip, Allah’ın ayetlerine göre imanını oluşturacak Müslümanların, partilerine, cemaatlerine, tarikatlarına, mezheplerine göre iman oluşturması, ayetlerin gerçeğini ortaya çıkarıyor. Ayetler diyor ki, Rabbine güvenmeyen, gönderilen ayetlerle imanlarını artırmayan, Allah’ın adı duyulunca kalpleri titremeyenler, gerçek mümin değillerdir. Bu gerçekle, toplumsal gerçekler farklılıklar arz ediyor. Parti, cemaat, tarikat, mezhep liderlerinin ismi duyulunca kalpleri titreyen… Parti, cemaat, tarikat, mezhep liderlerinin emirleriyle imanlarını artıran… Parti, cemaat, tarikat, mezhep liderlerine güvenenlerin mümin, Müslüman olmakla ilgilerinin olmadığını ayetler açıkça ortaya koyuyor. Bedir savaşının ardından gelen bu ayetler. Çetin günlerin arkasından, zaferle biten güne ulaşınca, Müslümanların, Müslümanlıklarının yeniden gözden geçirilmesini gündeme getirmişti. Müminleri sıkı bir eğitimden geçiren Allah, imanı oluşturan her konuda Müslümanlara yön verecek ayetlerini gönderdi.
Bilgi ve bilinçle, Allah’a yönelen, Allah’a güvenerek imanlarını artıranlar, salâtlarını ikame ederler, Allah’ın verdiği rızıklardan harcarlar. Salât; Allah yolunda yürümektir. Allah yolunda ibadetleri yerine getirmektir. Farsça ifadeyle sadece namaz kılmak olarak anlaşıldığında ayetin anlamı daraltılmış olur. Fiili namaz da dâhil, Allah’ın gönderdiği bütün ayetlerin hükümlerine uymak, salâtı, yani duayı, yani Allah yolunda yürümeyi ikame etmektir. Zira Allah’a yapılacak gerçek dua, söz değil fiildir. Yani Allah’ın hükümlerine göre hayat yaşamaktır. Allah’a salâtlarını ikame edenler, Allah’ın kendilerine verdiği nimetlerden, rızıklardan, Allah yolunda harcarlar. Verilen nimetleri sadece kendilerine ayırmazlar. Bencillik yapmazlar. Hani günümüzde Müslümanların tanımlandığı bazı cümleler vardır. “Namazında niyazında ama cimri birisidir. Parayı çok sever. Hiç kimseye ne bir zararı, ne de bir yararı vardır. Kibirlidir, kendinden başkasını düşünmez. Çıkarına göre insanlarla dost olur” Gibi tabirler. Salâtı uygulamayan bir Müslüman’ı göstermektedir. Eğer Müslüman salâtı hayatına ikame etmiş olsaydı. Olumsuz olarak sıralanan bu örneklerin hiç birini temsil etmeyecekti. Salât Müslüman’ın sosyalleşmesi, toplumsal yardımlaşmayı öne çıkarması, doğru, dürüst, adil olmasıdır. Hâlbuki salâtın kapsamı içindeki namaz bireyseldir. Allah ile kul arasındaki bir ilişkidir. Müslüman ister evinde, ister toplumda cemaat halinde namazını ikame edebilir. Diyelim ki, evinde veya cemaatle bütün namazlarını geçirmeden ikame etti. Helal ve haramlara da dikkat etti. Kimseye zulmetmedi. Ama sosyalleşmedi. Bireysel kaldı. Toplumsal yardımlaşmaya girip, Allah’ın kendisine verdiği nimetleri toplumla paylaşmadı, topluma karşı cimri davrandı. Bu durumu ayetler, salâtı ikame etmedi olarak değerlendiriliyor.
Ayetler devam ediyor. Allah’ın adı anıldığı zaman kalpleri titreyenler. Gelen ayetlerle imanlarını artıranlar. Yalnız Allah’a güvenenler. Salâtlarını ikame edenler. Rabbin verdiği nimetleri toplumla paylaşanlar. “Gerçek müminlerdir. Rabbin huzurunda hesapsız rızıklarla mükâfatlandırılacaklardır”
Böylece gerçek müminliğin sıkı bir tarifi ayetlerce yapılmış oldu. Ayetlerin tarif ettiği gerçek müminlik kurallarına göre, Müslümanların “benim namazım bana aittir seni ilgilendirmez. Ben Allah için ister harcarım ister harcamam seni ilgilendirmez. Allah’a olan imanım bana aittir seni ilgilendirmez. Benim kalbim tertemizdir, Allah’a olan görevlerimi yapmadığıma bakarak beni değerlendiremezsin” deme hakkı yoktur. Bizzat Allah’ın ayetleri Müslümanları yönlendiriyor. Ben Müslüman’ım diyen kişi, Allah’ın adı anılınca yüreği titremiyorsa… Yani, düşüncelerini, davranışlarını, bilgiyle, bilinçle Allah’a göre yapmıyorsa… Allah’ın ayetleriyle imanını artırmıyorsa… Yani her türlü bilgiyi almak için okuyup, araştırıp kendini bilgilendiriyor, fakat Allah’ın ayetlerine karşı kör, sağır, dilsiz olup, dini cahilliğiyle övünüyorsa… Allah’ın ayetlerini öğrenme konusunda gerekli titizliği göstermiyorsa… Allah’a değil başka varlıklara, insanlara, cemaatlere, tarikatlara, partilere, ideolojilere güveniyorsa… Allah’ın emrettiği salâtı, yani Allah’ın hükümlerine uymayı yerine getirmiyorsa… Allah’ın verdiği nimetleri toplumla paylaşmıyor, bireyselleşip kapitalistleşiyorsa… Bu tür insanların müminlikle hiçbir ilgileri yoktur. Onlar sadece kendilerini biz de müminlerdeniz diye kandıranlardandır. Muhafazakâr dindarlığın Müslümanlıkla hiçbir ilgisi yoktur. Özellikle günümüzde muhafazakâr dindarlık ayetlerin dışında oluşan tarihsel bir Müslümanlıktır ki, İslam ile yakından uzaktan ilgisi yoktur. Ayetlerin ortaya koyduğu bu hüküm, çok önemlidir. Unutmayın ki, bu ayetler Bedir savaşının ardından gelen ayetlerdir ki, günümüz Medine’deki Müslümanlarla kıyaslanırsa, durum çok daha vahimdir. Ülkemizde, laik, tarikat, cemaat, parti anlayışları Müslümanların inancına, bilgisine, bilincine, yaşamlarına girdikçe, Müslümanlar ayetlerin özünden uzaklaşmışlar. Müminiz demelerine rağmen, Allah’a isyankâr hale gelmişlerdir.
Bireyselleşmek, salât kavramının dışında bir oluşumdur. Ayetlerde ifade edilen salât kavramını sadece namaza indirgeyenler büyük yanılgı içindedirler. Namaz Allah ile kul arasında bireysel bir amel olarak ortaya çıkarken, salât Müslüman’a toplumsallaş, Allah’ın verdiği bütün nimetleri toplumla paylaş görevini vermektedir. Ne yazık ki geçmişten beri, salâtı sadece namaz olgusunda anlamayı, Müslümanları bu yönde bilinçlendirmeyi hedef alan, tarikatlar, cemaatler, mezhepler, tefsirciler ve mealciler, Allah’ın ayetlerine karşı en büyük ihaneti yapmışlardır. Yaptıkları bu ihanetle, Müslümanlar toplumsallaşma yerine bireyselleşerek, kendini kurtarmakla imanını kurtaracağına inanır hale gelmişlerdir. Hâlbuki Allah’ın ayetlerindeki salât, Müslüman’ın ancak toplumsallaşarak, Allah’ın verdiği bütün nimetleri toplumla paylaşarak, imanlarına sahip çıkabileceklerini belirtmektedir. Allah’ın Enfal suresindeki 20, 21, 22. Ayetlerine dikkat edin, “Ey iman edenler! Allah’a ve Resulüne itaat edin, işittiğiniz halde O’ndan yüz çevirmeyin. İşitmedikleri halde işittik diyenler gibi olmayın. Şüphesiz Allah katında hayvanların en kötüsü, düşünmeyen sağırlar ve dilsizlerdir” Görüyorsunuz. Ayetler sonuçları keskin bir şekilde veriyor. Allah’a ve resulüne itaat edin. Efendim ben Allah’a itaat ederim ama resulü itaat etmem deme lüksümüz var mı?
Günümüzde Allah’ın resulünü silip, kendilerini resul koyma derdinde olanların yaygın propagandası vardır. Ayetleri anlamak için, Arapça kelimelerin sözlük anlamlarının tarihini incelerler. Aynı tarihten gelen resulün ayetlerle ilgili açıklamalarına hayır derler. Allah resulünden ayetleri açıklamak, uygulamak konusunda gelen haberleri ret ederken, ayetleri açıklayacak sözlüm anlamları tarihten alırlar. Böylece tarihe karşı büyük bir paradoks yaşarlar. Tarihin bir kısmını kabul eder, bir kısmını ret ederler. Gelen bilgileri çıkarlarına göre ret ve kabul ederek, ortaya çarpıcı bir sonuç çıkarırlar. Tarihten gelen resulün açıklamalarını silerek, güne kendi açıklamalarını koyarak, kendilerini günün resulleri ilan ederler. Allah’ın; Allah’a ve resulüne uyun emrini, resul öldü gitti. Şimdi bizler resulüz demeye getirirler. Bunu açıkça söyleyenler olduğu gibi, sözlerinin arkasına gizleyerek uygulayanlar da vardır. İnsanın kendini resul yerine koyması, Allah’ın ayetlerinde kendini hükümran ilan etmesi, ayetleri hayatına geçirme konusunda, Allah’a ve resulüne gösterdiği saygıyla eş değerdir. Ne yazık ki, insanın kibri, cehaleti, saygıyı ortadan kaldırıp, güya Allah için, dinini daha iyi açıkladığı için, Allah’ın resulünü silip geçmesine neden olur. Hâlbuki Allah insana saygıyı, sevgiyi, paylaşımı öğretmekte… Gerçeklere göre hareket etmesini emretmektedir. Allah’ın resulü Muhammed insan ve resul olarak, devrinde ayetleri açıklayan, uygulayandır. Tarihini incelemek, yalanlarından ayırmak, gerçekleriyle yüzleşerek yol çizmek Müslümanların görevidir. Resulü öldü gitti diye görmezlikten gelmek, resulün yerine geçmekten ibarettir. Buna da kimsenin hakkı yoktur.
Allah’ın ayetlerini işittiğiniz halde ondan yüz çevirmeyin. İşitmedikleri halde işittik diyenler gibi olmayın. Bakın hayata, hayatta karşılaştığınız insanlara… Onlara Allah’ın ayetlerini okuduğunuzda, karşınıza, mezhep imamlarının, tarikat şeyhlerini, cemaat liderlerinin, arkalarından gittikleri parti liderlerinin sözlerini çıkarırlar. Allah’ın ayetlerine yüz çevirip, imamların, şeyhlerin, liderlerin sözlerine inanırlar. Üstüne ayetlerde olduğu gibi, üste çıkarak “ben sizden daha iyi Allah’ın ayetlerine inanırım, bilirim, yaşarım” diyerek, ayetleri işitmedikleri halde işittik derler. Gerçekte ayetlerle hiçbir ilgileri yoktur. Hatta bazıları, sadece namaz kılan, oruç tutan, babalarını, analarını, nenelerini, dedelerini örnek göstererek, bizler ailecek çok iyi Müslümanlarız derler. Ama kendilerinde bir şey yoktur. Kalplerinin temizliğine inanırlar. Ama yaşamları Allah’ın yasakladığı kurallarla doludur. Allah’ın haram kıldıklarını umarsızca işlerler. Hatta haram işlemeyi, modernleşme, çağdaşlaşma olarak tarif ederler. Sanki Allah’ın emirlerinin dışında yaşamak, çağdaşlaşmanın kuralıymış gibi hareket eder. Allah’ın emrine uyan Müslümanları gerici, yobaz, cahil ilan ederler. Üstüne utanmadan, arlanmadan, sıkılmadan “ben de Müslümanlardanım” derler. Sosyal, psikolojik bütün bu göstergeler, Allah’ın ayetlerinin tarif ettiği, mümin olmakla olmamak arasındaki göstergelerdir. Allah böyle davrananların Müslüman olmadığını bu ayetleriyle vurgular. Ama onlar Allah’ın ayetlerini işitmedikleri halde işittik dedikleri için, ne yaptıklarını dahi bilmezler. Hâlbuki bilseler, onları bekleyen acı bir azap vardır.
Enfal suresindeki ayetler devam ediyor. 23-29 ayetlerde; “Allah onlarda bir hayır görseydi elbette onlara işittirirdi. Fakat işittirseydi bile yine onlar yüz çevirerek dönerlerdi. Ey inananlar! Hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah ve Resulüne uyun. Ve bilin ki, Allah kişi ile onun kalbi arasına girer ve siz mutlaka onun huzurunda toplanacaksınız. Bir de öyle bir fitneden sakının ki o, içinizden sadece zulmedenlere erişmekle kalmaz Biliniz ki, Allah’ın azabı şiddetlidir. Hatırlayın ki, bir zaman siz yeryüzünde aciz tanınan az idiniz; insanların sizi kapıp götürmesinden korkuyordunuz da şükredesiniz diye Allah size yer yurt verdi; yardımıyla sizi destekledi ve size temizinden rızıklar verdi. Ey iman edenler! Allah’a ve Peygamber e hainlik etmeyin; bilerek kendi emanetlerinize hainlik etmiş olursunuz. Biliniz ki, mallarınız ve çocuklarınız birer imtihan sebebidir ve büyük mükâfat Allah’ın katındadır. Ey iman edenler! Eğer Allah’tan korkarsanız O, size iyi ile kötüyü ayırt edecek bir anlayış verir, suçlarınızı örter ve sizi bağışlar. Çünkü Allah büyük lütuf sahibidir”
Ayetler ilginç konulara giriyor. “Allah onlarda bir hayır görseydi elbette onlara işittirirdi. Fakat işittirseydi bile yine onlar yüz çevirerek dönerlerdi. Ey inananlar! Hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah ve Resulüne uyun. Ve bilin ki, Allah kişi ile onun kalbi arasına girer ve siz mutlaka onun huzurunda toplanacaksınız”
Ayetlerin anlamından çıkanları özetlersek, Allah kişi ile kalbi arasına girer. Ama insan giremez. İnsan, kişinin söylediğine, yaptıklarına bakar. Müslümanlar ben Müslüman’ım diyenlerin sözlerine ve yaptıklarına bakarak hüküm verirler. İnsanların kalplerinde ne olduğunu bilemezler. Allah ise kişilerin kalbine girer. Kalbinde neler olup olmadığını bilir. Böylece, kişinin kalbine aykırı inançları, davranışlarına yansıyan tutumlarının nedenini Allah bilir. Onun için Allah nifak konusunda insanları uyarır. Öncelikle nifak içinde olan insana, ben senin kalbini bilirim der. İnsan olarak, diğer insanları kandırabilirsin. Çünkü onlar kalbindekileri bilemez. Fakat ben seninle kalbinin arasına girerim. Kalbinde iman var mı yok mu bilirim. Topluma yansıttığın amellerin gerçeğini bilirim. Diyerek insanlara gözdağı verir. Bunun yanında da Müslümanlara benim bildiğim, benim gücümün içinde olanları siz bilemezsiniz. Sizler insanların kalbini bilemezsiniz. O nedenle ayetlerime dikkat edin. Ben size nifakın ne olduğunu, Münafıkların nasıl davranacaklarını bildirenim der. Böylece Allah Müslümanları nifak konusunda bilgilendirirken, nifak içinde olanları da tehdit eder. Sizler kalbinizde olanları gizleyeceğinizi zannetmeyin. Öncelikle ben biliyorum. Nifakınız yüzünden büyük cezaya çarptırılacaksınız. Diğer taraftan sizin nifakınızı Müslümanlara açıklayacağım. Onları size karşı uyaracağım diyerek, nifak içinde olanları uyarır. Allah’ın ayetlerine dikkatle bakan Müslümanlar kimin münafık, kimin münafık olmadığını bilirler. Allah onların tavırlarını bize tek tek öğretir. Önemli olan biz Müslümanların ayetleri anlama yolunda gerekli gayreti göstermemizdir.
Allah nifak içinde olanlar için şöyle diyor. “Allah onlarda hayır görseydi, onlara işittirirdi” Kişinin kalbiyle arasına giren Allah, kalbindeki gerçeği bilir. Kalp inanca yönelik değilse, Allah ona ayetlerin gerçeğini işittirmez. Ancak bir Müslüman diyelim ki, cahil, aklı az çalışıyor. Bilgisi kıt. Ancak kalbinde hayır var. Yani kalbinde Allah’a karşı saygı, sevgi, samimiyet var. Allah onun anlayışını, idrakini açar. Ayetlerin gerçeğini ona bildirir. Böylece insan kalbindeki inancın doğrultusunda Allah’ın yardımına mazhar olur. O nedenle, bilgisi, anlayışı az olan, ancak Allah’a karşı kuvvetli imanı olanlar bilsinler ki, Allah onlara anlama, idrak konusunda yardım edecektir. Hâlbuki Müslüman’ım diyenlerden öyleleri vardır ki, Allah onların kalbine bakar. Orada, kendisini bulamaz. Kişinin kalbinde, Allah yerine, parti liderleri, şeyhler, imamlar, cemaat liderleri, ağabeyleri vardır. Kişinin kalbine taht kuranlar bunlardır. O zaman Allah onlara ayetlerin gerçeğini görmede yardım etmez. Zaten onlar ayetleri işitseler de işitmezler. Çünkü kalplerine taht kuranlar, ayetlerin önüne engel olmuşlardır. Resul devrinde, kişilerin kalplerine taht kuranlar putlarıydı. Bugün kişilerin kalbine taht kuranlar putperestlerin putları değil, âlimler, şeyhler, ağabeyler, cemaat ve partilerin liderlerdir. Allah ayetlerinde insanın kalbine Allah’ın dışında taht kurdurmayı putlaştırma olarak tarif ediyor. Bunu insan kendisi yapıyor. Kimin kalbindeki sevgi, Allah’tan daha çoksa putu odur. Kim kalbindeki inanca göre, Allah’ın ayetleri yerine, kişilerin görüşlerine uyuyorsa putu odur. Bugün laik Müslümanların kalbine hükmeden Allah değildir. Laik Müslümanların kalbine hükmeden Mustafa Kemal’dir. Mezheplere sıkı sıkıya bağlı olanların kalbine hükmeden Allah değil mezhep imamlarıdır. Tarikatlara bağlı olanların kalbine hükmeden Allah değil, şeyhlerdir. Cemaatlere bağlı olanların kalbine hükmeden Allah değil, cemaat liderleri, ağabeyleridir. Partilere bağlı olanların kalbine hükmeden Allah değil, parti liderleridir. Müslüman’ım diyenlerin kalbindeki hükümran Allah değilse, onlar asla Allah’ın ayetlerini işitmezler. Allah’ta onlarda bir hayır görmez ve onlara ayetleri işittirme konusunda yardım etmez. Çünkü Allah adildir. Kendiliğinden kalbine Allah’ı hükümran kılanlarla, kılmayanları eşitlemez. Kalbine hükümran olarak Allah’ı yerleştirenlere Allah yardım eder. Onlara ayetlerin gerçeklerini işittirir. Düşünün Allah’ın ayetlerini okuyorsunuz. Kalbinizdeki hükümran kimdir? Sorgusunda, kalbinizdeki hükümran, müfessirler, mezhep imamları, parti liderleri, cemaat liderleri, ağabeyleri, tarikat şeyhleri ise, siz ayetleri onların yönlendirmesi doğrultusunda anlarsınız. Ancak ne zaman onları kalben terk eder, sadece Allah’ı kalbinize hâkim kılarsanız, o zaman Allah size ayetlerin anlamlarının açar. Allah bunu Kaf suresinin 8. Ayetinde “Gönül gözünü açmak” olarak tarif ediyor. Allah’ın ayetleri, işittik ve itaat ettik deyip, sadece Allah’ı kalplerine hâkim kılanların gönül gözlerini açar. İnsanların kalplerinde hükümran Allah yoksa onların gönül gözleri kapalıdır. Onlar asla ayetlerin gerçeğini işitmezler. Sadece işittik zannederler. Geleneksel Müslümanların kültüründe var olan “kalp gözü” aslında bu ayetin anlamından kaynaklanır. Ancak doğru anlamlarıyla anlatılmaz, çarptırılır. Kalp gözü güya, erenlerin, evliyaların gördüğü gaybi âleme ait gerçeklerdir. Hâlbuki Allah ayetlerinde gönül gözünün, yani kalp gözünün ne olduğunu açıkça belirtiyor. Ayetlerin gösterdiği gerçekler, Allah’ı kalbine hâkim kılanların ayetlerle gördüğü gerçeklerdir.
Ayetler başka bir gerçeği ortaya koyuyor. Allah; Kalplerine Allah’ı hâkim kılmayanlara ayetleri “işittirseydi bile, yine onlar yüz çevirerek dönerlerdi” Allah dünya hayatının gerçeğini ifade ediyor. Dünyada yaşayan insan, imtihan edilmek üzere dünyaya gönderilmiştir. Bu nedenle Allah asla insanların kalbine müdahale etmeyecektir. Yani insanlara ne zorla hidayet edecek, ne de hidayet etmek isteyenlere engel olacaktır. Bu gerçeği Allah birçok ayetlerinde dile getirirken, alıntı yaptığımız ayette başka bir açıdan vurguluyor. Kalbine Allah’ı hâkim kılan, bu yönde iradesini koyana Allah ayetlerin gerçeğini açıklayacak. Onların ayetleri anlaması için gönül gözlerini açacak. İlimlerini, irfanlarını artıracak. Ancak kalbine Allah’ı hâkim kılmayanlara bunları yapmayacak. Bu noktada Allah özet olarak diyor ki, “kalbine beni hâkim kılmayan insana ben ayetlerin gerçeğini işittirsem bile yine onlar yüz çevirerek geri dönerler” Bu hüküm önemli bir özettir. İnanıp inanmama konusunda insanlara verilen özgürlüktür. İnsan seçtiğine göre sorumluluk yüklenecektir. Allah’a göre, kalbinde iman olmayıp, inkârını açıkça söyleyen ile kalbinde iman olmayıp ben de Müslüman’ım diyenleri aynı kefeye koymaktadır. Yani gönül gözlerini açma konusunda münafıklar ile kâfirler aynı noktadırlar. Bunların hiç birinin kalbinde Allah hâkim değildir. Onların kalbine hâkim olan Allah’tan başka varlıklardır. Kalplerine neler hakimse putları odur. Onlar kendilerini putperest olarak düşünmeseler de, Allah katında putperestler olarak yargılanacaklardır. Onun için Allah Müslümanlara yol gösteriyor. İnsanlara bakın. Kalplerine giremezsiniz. O zaman ayetlere dikkat edin. Ayetler onların durumlarını size bildirecektir.
“Ey inananlar! Hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah ve Resulüne uyun. Ve bilin ki, Allah kişi ile onun kalbi arasına girer ve siz mutlaka onun huzurunda toplanacaksınız. Bir de öyle bir fitneden sakının ki o, içinizden sadece zulmedenlere erişmekle kalmaz Biliniz ki, Allah’ın azabı şiddetlidir. Hatırlayın ki, bir zaman siz yeryüzünde aciz tanınan az idiniz; insanların sizi kapıp götürmesinden korkuyordunuz da şükredesiniz diye Allah size yer yurt verdi; yardımıyla sizi destekledi ve size temizinden rızıklar verdi. Ey iman edenler! Allah’a ve Peygamber e hainlik etmeyin; bilerek kendi emanetlerinize hainlik etmiş olursunuz. Biliniz ki, mallarınız ve çocuklarınız birer imtihan sebebidir ve büyük mükâfat Allah’ın katındadır. Ey iman edenler! Eğer Allah’tan korkarsanız O, size iyi ile kötüyü ayırt edecek bir anlayış verir, suçlarınızı örter ve sizi bağışlar. Çünkü Allah büyük lütuf sahibidir”
Allah’a ve resulüne uymak insanlara hayat verir. Elbette Allah’a ve resulüne uymayanlar da dünyada bir hayat yaşacaklardır. Allah; ister inansın, ister inanmasın her insana bir ecel vakti belirlemiştir. Doğumla ecel arasındaki ömür her insanın dünyadaki hayat hakkıdır. Ancak bu ayette Allah, Allah’a ve resulüne uyanlara hayat verir derken, buradaki hayat, anlamlı hayattır. Yani insan Allah’a ve resulüne uyarak, yaşayacağı hayata anlam kazandırır. Bunun neticesi olarak da ahiret hayatını kazanır. Aksi halde boşu boşuna geçirdiği bir hayatı yaşamış olacaktır. Dünya hayatı insanın ahiret hayatını kazanacağı tarla gibidir. Ahiret hayatının fidelerini dünya hayatında diker. İnsanın ahiret hayatının fidelerini dikmesi, dünyada Allah’a ve resulüne uyarak hayatını yaşamasıdır.
Müslümanlar fitneden uzak durmaları gerekir. Fitne; karışıklık çıkarmak, bozguncu olmak anlamında kullanılır. Allah’a göre fitne çıkarmak, bozgunculuk yapmak, Ayetlerine aykırı inanç oluşturmak, ayetlerine aykırı yaşamaktır. Her ne kadar günümüzde ve geçmişte Müslümanlar fitne kelimesine farklı anlamlar vermişler. Hatta günümüzde, tarikatlara, cemaatlere, mezheplere, partilere karşı olmayı fitnecilikle değerlendirmişler. Müslümanların tarihinde zalim imamlara (devlet başkanlarına) karşı gelmeyi fitne olarak değerlendirmişler. Toplumda oluşan din anlayışına karşı çıkıp Allah’ın ayetlerine göre dini yaşamayı öne çıkaranları fitnecilikle suçlamışlarsa da, Allah fitne çıkarmanın bunlar olmadığını, aksine bizzat Allah’ın ayetlerine aykırı davranmanın fitne olduğunu ayetiyle belirtiyor. Allah’ın ayetlerine uymayanlar fitne çıkarak zulmetmişlerdir. Allah bu nedenle insanlara bir gazap gönderecekse, yalnız fitnecilerin, zalimlerin üzerine gelmez. Bütün insanların üzerine gelir. O nedenle Müslümanlar fitneye, fitne çıkarmaya, zulme karşı çıkmak zorundadırlar. Müslümanların kalbine Allah’tan başka varlıkları hâkim kılması. Müslümanların kalbine hükümran olarak, parti liderlerini, mezhep imamlarını, tarikat şeyhlerini, cemaat önderlerini, ağabeylerini koyması, Allah’a karşı fitne çıkarmak, zulme sapmak olarak ayetlerde anlatılmaktadır.
Onun için Allah Müslümanları uyarıyor. Allah’ın size verdiği nimetleri hatırlayın. Allah’a ve resulüne hainlik etmeyin. Ne demek Allah’a ve resulüne ihanet etmek? Allah’a ihanet etmek, ben de Müslüman’ım deyip, Allah’ın ayetlerine aykırı davranmaktır. Resulüne ihanet etmek, Allah resulünü örnek alıp, yolundan gitmek gerekirken, kalbine resul dışındaki insanlar olan, parti liderlerini, şeyhleri, mezhep imamlarını, cemaat liderlerini, ağabeylerini örnek alıp arkalarından gitmektir. Allah resulünün sözlerinden daha çok, başkalarının sözlerine uymaktır. Allah resulünün davranışlarını örnek almaktan daha çok, başkalarını örnek almaktır. Veya resul öldü gitti deyip, resul yerine kendini resul ilan etmektir.
Bedir savaşının ardından gelen bu ayetler, o dönemdeki Müslümanların kalbinde oluşan olumsuzluklara cevap olarak gelip, Müslümanlara doğru yolu gösterirken, işin özünde bugüne daha çok ışık tutmaktadır. Ne yazık ki günümüzde Müslümanlar ayetlerde geçen anlamların dışında hareket etme noktasında kötü örneklerdir. Müslümanlar bilmeliler ki, Allah’a ve resulüne hainlik etmek. Nifak çıkarmak. Emanetlerine ihanet etmektir. Nedir Müslümanların emanetleri? Müslümanlar Allah’a ve resulüne inandıklarını söylemişlerdir. Bu onların Allah’a, resulüne ve Müslümanlara bıraktıkları emanettir. Müslüman’ım diyenlerin sözleri Allah’a, resulüne, Müslümanlara sunulan bir emanettir. Müslüman olanlar kardeşlerinden verdikleri sözlere riayet etmelerini isterler. Allah Müslümanların verdikleri sözleri yerine getirmesini ister. Resul Müslümanların verdikleri sözleri yerine getirmelerini ister. Müslümanlar hem söz verip, hem uygulamazlarsa, emanetlerine ihanet etmiş olurlar.
Müslümanlar unutmamalıdırlar ki, Allah’ın onlara verdiği her türlü nimet birer imtihan nedenidir. Akıl, mantık, irade, aile, çocuklar, mal mülk. Bütün bunlar imtihan nedenidir. Bunlara rağmen Allah’ı, yolunu tercih edenler kazanacaklardır. Bunlara olan sevgiyi, kalbine taht kurup, Allah’ın yolundan uzaklaşanlar kaybedeceklerdir. Kalbine Allah’ı hâkim kılan, yolunda yürüyenlerin ufkunu açacak. Onlara iyiliği ve kötülüğü ayırt edecek bilgiyi, anlayışı verecek. Onların suçlarını örterek bağışlayacak. Ahrette de mükâfatlandıracaktır. Allah katında bu mazhara ulaşmanın tek yolu vardır. Samimiyetle Allah’a inanmak, kalbe Allah’ı hükümran kılmaktır. Allah’ın yolunda yürümek için azmetmek. Ayetlerini anlamak için samimiyetle yola koyulmaktır. Bunu yaptığımızda, Allah bizim bilerek veya bilmeyerek işlediğimiz suçları örter. Onları af eder. Bizi bağışlar. Neyin iyilik, neyin kötülük olduğunu bize öğretir. Bizi doğru yola sokar. Sonunda da mükâfatıyla şereflendirir.
Ancak kalbimize hükümran olan, parti liderleri, tarikat şeyhleri, cemaat önderleri, ağabeyleri, mezhep imamları, müfessirler, hadisçiler, fakihler ise, Allah bize yardım etmeyecek, suçlarımızı örtmeyecek, bizi kalbimize hükümran kıldığımız putlarımızla baş başa bırakacaktır. Ayetlerin bu gerçeğini görüp ona göre adım atmak, hidayet yolunda yürümektir. Aksi halde, hidayet ettiğimizi zan edip, dünya hayatımızı mahvetmek olacaktır. İnşallah Allah’a güvenen, yoluna giren ve Allah’ın yardımına ulaşanlardan oluruz.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.