1- Beklenmedik Haber
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
2011 kışında gelen dedemin ölüm haberi beni oldukça sarsmıştı. Yılda bir ya da iki kez görüşürdük. Ancak ona olan sevgim herkesten başkaydı. Belki de dünya üzerinde geçirmiş olduğu 110 sene ona karşı saygıyla karışık değişik bir sevgi duymama neden oluyordu. Ayrıca yeryüzünde bunca uzun yaşamış birisinin hayatına karşı aşırı derecede merak duyuyordum. Ancak dedem hiçbir konuda hiç bir şekilde konuşmazdı. Ne geçmişi hakkında ne güncel konular hakkında tek bir şey anlatmazdı. Zaten bir dağ evinde en yakın kasabadan millerce uzakta tek başına yaşıyordu. Yani yoğun iş temposundan dolayı ancak senede bir kez yanına gidebiliyordum. Ama tamamen de ihmal ettiğim söylenemezdi. 6-7 sene önce yakındaki bir köyün çobanının telefon numarasını almıştım ve arada bir dedemi kontrol etmesini, bir ihtiyacı olup olmadığını sormasını rica ediyordum. Karşılığında ise her gidişimde çobana bir miktar ücret veriyordum. Ne kadar ısrar etsem de dedem eve sabit telefon ya da cep telefonu almayı reddetmişti. Televizyon ve radyosu da yoktu. Bahçesinde bir köpeği, evde bir kedisi ve küçük ağılında iki tane keçisinden başka bir şeyi yoktu. Tüketebileceği her şeyi topraktan ve ormandan temin ediyordu. Söylediklerine doğru dürüst köye bile inmiyordu.
Ben ise yazın tatilimin büyük kısmını sahil kesimlerinde tükettikten sonra eşimi ve çocuklarımı şehre bırakarak, hem dedemin gönlünü almak hem de bir kaç gün de olsa teknolojiden uzak kalmak için yanına giderdim. Çocuklar teknolojinin olmadığı bir yere gelmek istemiyorlardı, ben de ısrar etmiyordum. Zaten canıma minnetti, orada kaldığım bir kaç gün huzur buluyordum. Çok defa herşeyi arkamda bırakıp oralara yerleşmek istemişsem de büyük şehre alışmış birisinin orada yaşayamayacağına kanaat getirmiştim. Yılda bir sefer yeterliydi ama keşke oradayken daha fazla sohbet edebilseydik. 110 yaşına rağmen yemeğini yapar, bulaşığını yıkar, sonra vadiyi ve ormanı tepeden gören manzaralı bahçesindeki teneke sobayı yakar, üzerinde çay demlerdi. Yaz ayları olmasına rağmen orası serin olurdu ve bahçede teneke sobanın yanında otururduk. Gece çayımızı yudumlarken gökyüzündeki milyonlarca yıldızı seyrederken ülkede neler olduğundan bahsetmemi isterdi. Siyaseti, ekonomiyi, dünyanın durumunu kısa sorularla sorar. Sonra öylece dinlerdi. Ben ona sorduğumdaysa anlatmazdı. Ne zaman bir punduna getirip bir yerlerden bir şeyler anlattıracak gibi olsam, biraz kekeler susardı. Bu da beni hepten meraklandırırdı. Son görüşmemiz olan 2010 ağustosunda vedalaşırken "ah be dede buralarda ölüp gideceksin gel işte yanıma, torunlarının yanında dur biraz da, hem bana anlatmıyosun yaşadıklarını bari onlar faydalansın" demiştim. Gülümsedi, eliyle hadi git dercesine işaret etti. Tabi ki bunun son diyalogumuz olduğunu (daha doğrusu monolog) şubat ayında çobandan gelen telefonda anlayacaktım.
-dedeyi bugün iyi görmedim beyim, bir bardak su içmek için evine uğradım, yüzünün bütün rengi çekilmiş gibiydi. ayrıca biraz endişeli gibi geldi bana. müsaitsen bir uğra buralara, diyordu.
Yüzümü ekşittim. Yeni bir ürün konusunda bir firmayla anlaşmaya varmak üzereydim. Bu hafta görüşmeler ve toplantılarla geçecekti. Hem ortalık kar, kış, nasıl giderdim o kadar yolu. Kış lastiklerini taktırmamıştım. Bir kaç saniye içinde zihnim yeterince bahaneyi sıralamıştı.
-Tamam, dedim, uğramaya çalışacağım. Büyük ihtimal üşütmüştür. Kendine dikkat etmez biliyorsun. Sen şu sıralar sık uğra, ben karşılığını vereceğim merak etme. Durumlardan da beni haberdar et.
Böylelikle halletmiştim bu konuyu. Koskoca ihtiyar ufak bir soğuk algınlığına boyun eğecek değildi. Hem mazeretlerim de gayet geçerliydi. Bu düşüncelerle yatıp uyudum. Sabah duş ve traştan sonra güzel bir kahvaltı yaparak, yeni ürünü sunacak firmayla yapacağım görüşme için yola koyuldum. Evim şehrin dışında olduğundan ofisime ulaşmak yaklaşık 1 saati alıyordu. Şehre girmeden önceki son kavşakta kırmızı ışıkta durdum. Radyoda çıkan şarkıyı istemdışı mırıldanmaya başladım. "everbody sing, everybody dance, lose yourself in wild romance" ahh evet Lionel. Bu şarkıyı yine bu yolda dinlemiştim ilk defa. Dedeme gidiyorduk. O zamanlar hiç hoşuma gitmese de bu ziyaret işi, walkmanime ve çizgi romanlarıma gömülüp kendimi oyalamaya çalışırdım. Hele bir gün babamın ısrarına dayanamayarak dedemle kaya balı bulmaya gitmiştim. Uzun ve bana göre sıkıcı bir arayıştan sonra bir kaya kovuğunda bulduk aradığımızı. Dedemin balı çıkarması tam 1 saat sürdü. Adeta bir seremoni şeklinde gerçekleştirdi bu eylemi. Ben de tabi yine kulağımda kulaklık Lionel dinliyordum. Beni yerimden hoplatan kamyon kornasıyla kendime geldim. Koku ve şarkı hafızasının muhteşemliği oldum olası beni cezbetmiştir. O an içimdeki sese kulak verdim ve şehir merkezine dönmek yerine, kulaklarımı çınlatan bütün o korna seslerine rağmen sola şehirlerarası yola döndüm.
===============>
YORUMLAR
grafspee
Teknolojinin hayatımızı çepeçevre sardığı ama yerine göre birazcık huzur, biraz teknolojiden uzak bir hayat diye sızlansakta kimsenin bir robinson crouse olma heveslisi olduğunu sanmadığım bir zamanda sadece elinin altında böyle bir huzur köşesi olduğunu bilme ihtiyacı var diyebiliriz bir çok insan için ki hikayedeki kahraman bu konuda çok şanslı.Dede dünyanın adamı değil belliki başka bir zamanda yaşıyor ama herkesten daha doğal daha huzurlu ve bu huzuruna ortak olduğu anlarda torunuda kendini çok iyi hissediyor.110 senelik bir çınarda kimbilir ne hikayeler ne tecrübeler var henüz dile gelmemiş ilerleyen bölümlerde dedenin ketumluğunu kırıp kadim öyküler dineleyebilecekmiyiz bekleyip görelim.Eline sağlık çok iyiydi sabah sabah dedenin köyünden bir miktar oksijende biz nasiplendik ve güne o dinginlikle devam edebiliriz.
grafspee
Herkesin bir köyü ve köyünde bir bekleyeni mutlaka olmalı ama artık o bekleyenler bir bir ebedi hayata yol alıyor ne yazık ki; hatıraları bizde bırakarak.
Rahmetli dedenizi gözümde canlandırdım da çocukluğumda severek izlediğim çizgi film kahramanı Haidin'in dedesi gibi..
Güzel bir anı yazısıydı
Tebrikler, saygılar
grafspee
sağır olmak,evveliyatıyla küs kalmak gibi...Çok karmaşık dünyadan kaçmak mı,yoksa tek kalmak,kendinde olmak mı?Yaşın ağırlığı,çok yaşamış görmüşlüğün eminliğiyle sus olmak,bunca zamana rağmen hala hayata doğanın koynunda onunla kalabilmek.Yığınla anı,belkide kendince çok sır,bizim merak ölçümüz derecesinde yine yığınla soru.
110 yıllık hayata 30 yıllık hayatımla bakmak bile bana kocaman bir zaman aralığı veriyor...80 yıl.Merakla bekliyorum devamını.
Saygılar...
grafspee
Gerçekten güzel bir hikaye.
Çok hoş bir anlatım.
Doğa ile ilgili kısımlar çok daha etkileyici.
Teknoloji yok, gürültü patırtı yok,
stres yok.
Güzel bir hayat olmalı.
Dikkat ediyorum da,
bu tür filmler ve yazılar çok daha ilgi çekiyor.
Umarım dedenin durumu kötü değildir.
grafspee
grafspee, yazınızı okurken aklıma ilk gelen babaannem ve de bahçesindeki dut ağacı olmuştur.
Babaannem doksan küsur yaşındaydı, bahçesindeki dut ağacı da üç çeşit dut verirdi. Çok iyi hatırlıyorum kesinlikle aşı yapılmamış ağacın her bölümün ayrı dutları vardı.
Biz de üç kız kardeştik. Babaanneme ne zaman gitsek,
-yine ağaca çıkaracaksınız beni der. O yaşta ağaca çıkardı. Ne yapsak, ne etsek bizim o ağaca çıkmamıza izin vermezdi.
-bu sizin bildiğiniz ağaçlardan değil kızlar. Kargalar bilem tüneyemiyo bunun dallarına. Bi bakın bakalım, bi tane pislik var mı tepesinde, varsa çıkın da görem sizi. Derdi.
Ne tepesini görebildik tabi, ne de karga pisliklerini.
Hep babaannem topladı dutları, bizde renklerini ayırdık yedik. Kaç yaşında öldüğünü bilmiyorum ama yüzü epeyce geçmişti.
grafspee
Yüz on yaşınde ve tek başına yaşayan bir dede...Oldukça ilginç. Yalnız dikkatimi çeken bir şey oldu. Sen tek torun musun? Onu ziyaret eden, onunla ilgilenecek başka kimse yok mu? Mesela baban? Vet tabii ki dedenin suskunluğu...
Neyse sanırım yazı devam edecek -1- dediğine göre devamı olmalı...Şimdilik sabırsızlıkla bekliyorum. Anlatımdaki sürükleyicilik yine her zamanki gibi müklemmel.
Selam ve sevgilerimle.