Üten ve ütülenlerin ülkesi Türkiye
[ikiyana yasla)
GELECEĞE MEKTUPLAR – 9
ÜTMEK VE ÜTÜLMEK ÜZERİNE MÜLAHAZALAR
ÜTEN VE ÜTÜLEN’LERİN ÜLKESİ TÜRKİYE
“ HER VATANDAŞIN MUTLAKA OKUMASI GEREKEN İBRETLİK MEDENİ SOYGUN!..”
08-Nisan- 2014 günü Zaman gazetesinde Prof. Müntaz’er Türköne’nin “CEMAAT ÜTÜLDÜ MÜ?” başlıklı yazısını okurken; yaşımız ve yöremiz birbirlerine çok yakın olduğundan dolayı aynen yazar gibi heyacanlanmıştım. Çünkü değerli Türköne, Sayın Bülent Arınç’ın sorulan bir soruya verdiği “Siyasetçi ÜTMEK’le meşguldür” cümlesi üzerinde durarak; eskiden bizim çocukluğumuzda keçi ve koyunun dizinden çıkan ve bir kibrit kutusu büyüklüğünde olup kendisine has özel bir de şekli olan ve adına “AŞIK” denen bir kemik ile oynanan bir oyunu ve bu oyunda çokça kullanılan “ÜTME ve ÜTÜLME” kelimelerinin hatırlamış. Bu iki kelimenin geniş bir tarifini de yapmış. Sözünü özetle Ak partinin cemaati ütmeğe çalıştığının altını çizmiş.
ÜTMEK; Kumar veya bir oyunda, işin içinde şansın da bol olduğu kazanma haline; ÜTÜLMEK’de, derisinden tüyleri yolunmuş bir tavuğun kalan ince tüylerini de temizlemek için ateşe tutmaya veya göstere göstere ve zorla bir adamdan pavyonda fazla para alarak (kaz gibi) yolmaya denir.
Sayın Arınç’ın “Siyasetçi ÜTMEK’le meşguldür” tabirini ilk defa duyunca, ben de Sayın Türköne gibi ayni kelimeye gülümsemiş ve bu konuda bir makale yazmayı düşünmüştüm. Türköne ile benim, hem yaşım ve hem de memleketimin ayni olması, bu tevafuka sebep olmuştu.
09- Nisan-2014 tarihli yine Zaman gazetesini okurken, bu seferde Ahmet Turan Alkan’ın; “NEFRET SUÇU MU DEDİNİZ?” adlı yazıda garip bir tezadı yazmış. Sayın Alkan, Mart ayı başında çıkan “NEFRET SUÇLARI KANUNU”nun; “dil, ırk, milliyet, renk, cins, engelililik, siyasi düşünce, felsefi inanç, din ve mezhep farklılığından kaynaklanan nefret sebebiyle bir kişiye taşınır veya taşınmaz bir malın satılmasını, devrini veya kiraya verilmesini; bir kişinin kamuya arz edilmiş belli bir hizmetten yararlanmasını, bir kişinin işe alınmasını veya bir kişinin olağan bir ekonomik faaliyette bulunmasını engelleyen”leri cezalandırmasını yazmış ve hemen arkasından da, sözü Sayın Başbakan’ın Muhterem M. Fethullah Gülen Hocaefendi ve Hizmet Camiası’na söylediği; “Diyelim ki bir siyaset adamı onbinlerce kişinin bizzat, milyonlarca insanın ekranlar aracılığı ile izlediği bir konuşmasında, tarif ile adres göstererek, - Bunlar montajcı, bunlar dublajcı, bunlar sahtekâr, bunlar Haşhaşi, çete çete, örgüt. Bunların terör örgütünden hiçbir farkı yok..” dedikten sonra hızını alamayıp, “Bunlar paralarımızı aldılar, bizi böyle söğüşlediler. Himmet, zekât, sadaka dediler, koyunlarımızı, kurbanlarımızı aldılar. Bunlara, bundan sonra artık yeter deyin. Bundan sonra bizden, bunlara su yok” şeklinde konuşursa nefret suçu işlemiş olur mu?” diye ortaya konan tezadı sormaktadır. Bütün bu yazıları okudukdan sonra, bana da aşağıdaki “ÜTEN VE ÜTÜLEN’LERİN ÜLKESİ TÜRKİYE” adlı yazıyı yazmak bir çeşit farz oldu.
Evet: İçinde bulunduğum 68 yaşımınn çocukluğumdan bu güne kadar bizzat yaşadığım veya şahit olduğum önemli “ÜTME ve ÜTÜLME” olaylarının çok kısa bir tarihini ve özetini yazıyorum. Bu ülkede yaşadığınız için, ne yazık ki; sizler de bu “ÜTME ve ÜTÜLME” trajedisinin içinde çırpınıp duruyor ve herşeyi görebildiğiniz halde, benim gibi elinizden hiçbirşey gelmediğinden dolayı kahroluyorsunuzdur.. Şimdi buyrun, çocukluğumdan itibaren nasıl ütüldüğümü sıralamağa.
6 yaşından önce, zaten sokağa çıkmak yasaktı. Sokağa ilk çıkışın iznim ve aşık oynamam bu yaşımda başladı. Recep yaşıtımdı ve en çok onunla AŞIK oynardım. Ancak bir abisi vardı ve oyunun en kızgın anında gelir ve renk renk boyadığı aşıklarını yere sererek bizim oyunumuza katılmayı isterdi. Biz de (ben ev diğer sokak arkadaşlarım) o renkli aşıkları ütmek için, bizimle oynamak isteğini kabul ederdik. Lakin, hepimizi üter ve ağlaya ağlaya eve yollar, sonra da; bizimle yine oynamak ve bizi yine ütmek için, kazandığı aşıkları bize para ile bize satardı. Bu devri daim, O sakaktan taşınana kadar sürdü…
Sonraki ÜTÜLME’me gelince; 12-13 yaşlarındayım. Erzurum Gürcükapı’ya “çadır tiyatrosu” gelmiş, halkın çoğunun ilk defa duyduğu anfiden çıkan ses şehirde yankılanıyor. ilkokuldan eve gelince gizlice soluğu sesin geldiği yerde aldım. Dar sokağın köşesinde küçük bir kalabalık ve bir adam konunun birini sallayıp bağırıyor. “VAR MI GÖRDÜM, BULDUM DİYEN..” Elinde üç tane iki tarafı da kapalı ve içinde yalnızca birisi sallandıkça ses çıkaran, diğer ikisi de sallandıkça sessiz olan üç adet yüksüf sallıyor. Sesli yüksüfü bulana ise, yatırdığının üç katı para veriyordu. Ben ve toplanan halk, ses çıkaran yüksüfün zaten az olan hareketini görüyor ve bu yüksüfü tesbit ediyoruz. Fakat nedense hep başka yüksüf ses çıkardığından dolayı, cebimizdeki paralarımız ÜTÜLDÜĞÜMÜZDEN DOLAYI bizim cepten bu kişin cebine aktığından, çadır tiyatrosunu gidip göremeden, geri dönmek zorunda kalıyoruz. Ütülme sebebini ise yıllar sonra öğrendim. Meğer ses çıkaran, üç adet olan yüksüfün hiçbirisi değil, sadece ceketinin koluna sakladığı başka bir yüksüfün içinden ses geldiğinden ve bizlerinde o yüksüfü farketmediğimizden, üç-beş seferde bir bu kolunu salladıkça ancak kazanıyor; fakat oyun uzadıkça da hep kaybediyor ve ÜTÜLÜYORDUK….
Biraz daha büyüyünce artık Adana’ya taşındık ve ben aile bütçesine katkı için, okul olmadığı boş günlerimde Adana-Küçüksaat işçi pazarında gider “İŞ” beklerdim. Şayet bana göre bir iş çıkarsa sevinerek gider akşama kadar çalışır, akşamda; yarında gel çalış denerek günlük kazancım elime geçmeden usta başında birikir ve işin sonunda ise; ya patron ölür veya kaçar, yahutta ustabaşı paraları alamadığından dolayı.. “aldığında paramı vermek üzere” çaresizce beni ve diğer işçileri evimize gönderir ve kazancımızın üstüne yatarak, arkadaşlarına ne kadar kurnaz olduklarını ballandıra ballandıra anlatırlardı. Bu ütme şekli, büyük insanların dahi hep bildiği ve yaşadığı değişmez bir kanun ve bir kaderdi. Çünkü o günlerde, işçiler çok ve iş ise çok azdı. İş bulanlar ise, parasının ütülme riskini bilmesine rağmen yine de İŞ BULDUĞU İÇİN bayram ederlerdi…
Yaratılan her canlının büyümesinin, aralıksız sürmesi gibi; benim de büyümem devam etti.. ve artık Adana Erkek Lisesi’ne gitmeye başladım. Gençler pek bilmeseler de, yaşlılar iyi bilir. Bir zamanlar Türk sinemasının en komik artisti Vahi Öz’dü. Lisede Edebiyat hocam, Vahi Öz’ün (bir gözündeki arıza hariç tutulıursa) adeta bire-bir fiziki kopyasi idi. İki dersi üst-üsde yapardık. Birinci dersin başından sonuna, zil çalana kadar; günün en popüler aktristi TÜRKÂN ŞORAY’dan aralıksız bahseder. Teneffüse çıkarmadan kalan dersde ise, iki dersin konusunu adeta zihnimize çakardı. Gerek okuduğunuz bu mektup ve gerekse de, kişisel web sitem “surprizsite.com”da yazdığım bütün edebi ve bilimsel, yazı ve şiirleri bu hocaya ve bu uyguladığı taktiğe borçluyum. (Allah günahlarıını affeder inşallah.) Yani bu hocada bir derslik vaktimizi ders yapmaz ÜTER’di. ÜTME’yi ilk, tek ve müsbet bir örnek olarak olarak, burada ve bu hoca ile yaşadım.
Lise üçüncü sınıfa geçince, gördüğüm lüzumdan dolayı tahsilime son verip, askere (önce Ankara MamakVe sonra da İzmir, Şirinyer’deki NATO birliğine) gittim. Askerin, çok boş vakti olduğunu görünce ve yarım kalan tahsilimi dışarıdan devam ettirmek için Adana’daki okul kaydımı İzmir-Buca lisesi’ne aldırıp, lise bitirme sınavlarına girmeye başladm. İki ders hariç tamamını da verdim. Teskereyi alınca, iploma ne işime yarayacak diye düşünüp, nasıl olsa burada kaydım var diyerek.. son kalan iki dersi vermekten ve diploma almaktan vazgeçtim. 2008 yılına kadar, bir taraftan serbest çalışarak hayatımı kazanırken; diğer taraftan da yaptığım araştırmalar ve yazdığım şiirlerimi yayınlamak için yukarıda adından bahsettiğim surprizsite.com’u kurdum ve sitenin tanıtım bölümünü yazarken kendimi de tanıtan bir ilave yapmak istedim. Dolayısiyle de lise diplomamı almak için, lise son sınıftan iki dersim kaldığını hatırlayıp; bu iki dersin imtihanını vermek için Buca lisesine müracaat ettim. Keşke etmeseydim. Çünkü burada da ÜTÜLDÜM. Şöyle ki: Buca lisesi 2000 yılından önceki bütün kayıtları, bilgisayara geçtiği için, İZMİT-SEKA’ya gönderip imha etmiş ve dışardan imtihana girenleri de bilgisayara kaydetmemiş. Yani bu lisede dışarıdan imtihana girdiğimi belgeleyecek hiçbir iz kalmamış. Böylece de; ilkokul diplomasını kayıt için ortaokula, ortaokul diplomasını da kayıt için liseye verdiğim ve lisede de kaydım bilgisayara geçmeden imha ettiği için, Türkiye’nin RESMİ OLARAK İLKOKUL DİPLOMASI BİLE OLMAYAN TEK ARAŞTIRMACISI DURUMUNA DÜŞTÜM. Yani bir defa daha ve devletin resmi kurumunca ÜTÜLDÜM.
Yaklaşık yedi yıl önce Diyanet’in Çankaya’daki Konak İlçe Müftülüğünün alt katında camisine namaz kılmaya gittim. Namaz bitiminde; gerek burcum, gerek meziyetim ve gerekse de İzmir-Aliağa Rafinerisini yapan Amerikan Badger şirketinde iki yıl İş Güvenliği Memurluğu yapmam dolayısiyle kazandığım tecrübe ve bakış açısı ile caminin içini incelerken,caminin tahtadan yapılmış mimberinde dört adet “HAÇ”ın varlığını tesbit ettim. (bakınız geniş bilgi için surprizsite.com’da Diyanetin Kirli Çamaşırları bölümü) Burada da DİN adına “ÜTÜL”düm. Hem de, Devletin dini kuruluşu Diyanet tarafından ve 7 yıldır, hem web sitemde yazdım, hem Başbakan, ilgili bakan ve daha birçok yere yazdım (bakınız geniş bilgi için surprizsite.com’da Diyanetin Kirli Çamaşırları bölümü) Haç’ı caminin içinden hâlâ kaldırtamayınca sesimi duyurmak ve bu HAÇ’ı protesto etmek için, geçen sene Ramazan’ın ilk Cuma namazı çıkışı İl Müftülüğü önünde ağzımı beyaz tülbent ile bağlayıp boynuma afişimi asıp, barışçıl bir eylem yaptım. Barışçıl eylem yapmak vatandaşın en tabii hakkıdır denmesine rağmen karakola alınıp, 68 yaşında ve elimde baston olmasına rağmen hafif darba maruz kaldım. Ayağımdan ayakkabı, elimden bastonum savruldu. Yine de yılmadım. Maddi ÜTÜLME’ler gelip-geçici olsa da manevi ÜTÜLME’yi bir türlü hazmedemedim. Mücadelemi ölene kadar sürdüreceğim. Haçlar hâlâ yerinde duruyor. İsteyenler gidip bizzat görebilir.
Diyanet’in ÜTMESİ bununla da sınırlı değil, bir de 2011 yılında Hac için yazıldım ve o yıl çekilen kurayı kazanıp Hac’ca gittim. Daha ilk kayıttan başladı boşa koşturarak ve gördükleri karşısında susarak şikayet etmeme telkinleri ile ÜTÜLME’ler ve Hac’dan dönüşe kadarda defalarca tekrarlanarak sürdü gitti. Geniş bilgi için surprizsite.com’da Diyanetin Kirli Çamaşırları adı altında renkli, resimli ve vidyolu olarak yayınladım. Bilhassa Hac’ca gideceklerin bu yazıyı okumalarını özellikle tavsiye ederim.
Finans Kurumlarının kârı helaldir diyerek, gidip paramı böyle bir finans kurumuna yatırdım. Kurum battı, böylece bir de İslâmi banka tarafından da ÜTÜLDÜM. Hâlâ bu ütülmem, devam ediyor.
Günlük bir gazeteyi okumak, medeni insan için zaruri bir ihtiyaçdır. Ben de, hem günlük dini yayınlarından istifade ederek dini bilgimi artırmak ve hem de günlük olayları takip etmem için dini yayınlara da yer veren bir gazeteye yıllarca abone oldum. Günün birinde bazı olaylar sonunda birde baktım ki başka dini yayın yapan gazetelere birbirlerine düşman olarak okuyucularını yönlendirerek, hem kendi İslâmi görüşleri doğrultularında taraftar kazanarak okuyucusunu yönlendiriyorler ve hem de, yaşadıkça sağlam bir abonelik hattı oluşturuyorlar ve okuyucusuunu kendi çizgisinde hep ÜTÜYOR’lar.
Yine başka bir dini, ilmi ve siyasi görüşü bütün dünyayı kucaklayan çok geniş perspektifli bir gazeteye aboneyim. Haftada iki üç gün ayni elektronik ürün ilanı tam sayfa çıkar. % 25, % 40 ve bazanda %50 indirim. Kardeşimin iyi de, “NEYE GÖRE, HANGİ TABAN FİATA GÖRE BU İNDİRİM?” işte bu belli değil. Resmen aldatmaya dönük bir ilan. Fakat bir yetkili çıkıp bu tür ilanları engellemez. Vatandaş aralıksız ÜTÜLÜR durur.
Tv. seyrederken, reklam dakikası gelir ve fiatı 1000 ila 2000 lira arası olan telefonların özellikleri sayılarak ve “ayni özellikleri taşıyan bu kadar ucuzu varken neden telefona daha fazla para ödeyesiniz..” diyerek 100, 150 liraya bir telefon reklamı yaparlar bir de yanında 40, 50 liralık başka hediyeler verir ve Türkiye’yi bir elektronik çöplüğüne çevirirler. Üstelik bu reklamları da Türkiye’nin T V. lerinde yaparlar, bir yetkili çıkıp bir önlem almaz ve alım gücü düşük olan bemim fakir vatandaşım aralıksız olarak ÜTÜLÜR’ler.
Şimdi diyeceksiniz ki, kardeşim sen de saf olma ve gidip resmi bir satış yerinden kaliteli bir markanın telefonunu al.Evet böyle düşünüyorsanız öncelikle çok haklısınız. Ancak ben bunu da yaptım. İzmir gibi Türkiye’nin üçüncü büyük şehrinin, en büyük ve iş alışveriş hayatının en hareketli yeri Çankaya’da cadde üstünde satış büyük bir mağazası bulunan önemli bir telefon ve kuyumculuk firmasından hem de faturalı olarak bir telefon aldım. Üç yıl sonra , telefonum otomatikman görüşmeye kapandı. Sebebi ise telefonumun imey numarasının kopyalı oluşu ve bu fatura numarası ile sayısız telefonun satışının yapılması. Gidip firma ile görüştüm. Beni iri yarı ve pazıları benim belimin kalınlığında atlet giymiş bir adama yönlendirdiler. Adam, “telefonumun garanti süresinin bittiğini ve yeni bir telefon almamı” söyledi. Ben de, “telefonumdan memnunum ve saat gibi de çalışıyor.. üstelik kullanmasını da ancak ezberledim.” dedim. Adam, “o zaman elinden geleni arkana koyma ve git bizi mahkemeye ver..” dedi. Mahkemeye verip birkaç yıl bekleyip bir de, yeniden bir telefon parasınıda mahkemeye masraf yap. Üstelik kazanacağımında hiçbir garantisi yok. Dayak yemeden bu işin peşini bırakmak daha akıllca dedim ve her zamanki gibi ÜTÜLMEM yine yanıma kaldı.
Bir de bankaların BİZ’lere yaptığı ÜTÜLME’ler varki cinsini çeşidini saymak ve miktarını yazmak ciltlere sığmaz. Bankalarda üç şey; 1) Kapıdan içeri girmek, 2) Hesap açmak ve 3) Reklam broşürünü almak hariç, her şey ve her işlem (hatta işlem yapmamak bile) paralıdır ve işlemlerin bir çoğu da kendi kendine otomatik işleyerek para yazar. Hem de artık önceden haber vermeden. Haksız yapılan işlemler (ÜTÜLMELER) karşısında bir iki kişi gider tüketici mahkemelerinden haksız alınan parayı bir çok işlem ve zorlukdan sonra parasını geri alsa da, çoğunluğun parasını bankada kalır. Yani bankalar mudilerini resmen ÜTER ve banka ile işi olan vatandaş ise hep ÜTÜLME’ye makkûmdur. Bu işi öğrene kadar o çok banka ile ilşikim ve ÜTÜLMEM oldu ki, yazarak zamanınızı almak istemem. Bu zamanı şöyle faydalı bir şekilde geçirmenizi öneririm. Siz, kendinizin başka yerlerde ve en çok da, bankalarda ne kadar ÜTÜLDÜĞÜNÜZÜ biraz düşünün yeter.
Önemli soru: Vatandaşlar için, bilgi edinme diye bir kanun çıktı. Kredi almak için gittiğiniz her her bankacı, sizin kendi bankası ve diğer bankalara borcunuzun olup olmadığını inceler ve eğer ödeyemeyeceğiniz kadar büyük bir borcunuz varsa size kredi vermez. Yani, sizin hangi bankaya ne kadar borcunuzun olduğuğunu görürde öyle hüküm verir. Peki siz, her hangi bir bankaya veya kuruma müracaat etseniz; hangi bankaya ne kadar borcunuzun var olduğunu öğrenebilirmisiniz? Eğer, “böyle bir kurum yok ve mualesef öğrememiyoruz” diyorsanız, hem de “ilgi edinme kanununa rağmen” YAŞADIĞINIZ SÜRECE “aleyhinize otomatik çalışan banka hesapları tarafından BANKALAR SİZİ ÜTMEĞE, SİZ DE ÜTÜLMEĞE MAHKÛMSUNUZ. ÜTÜLME’niz SİZE MÜBAREK OLSUN!..
Bankalar tarafından ütülmemek için, apılacak bir işlem var. KANUN KOYUCU’ya ulaşabilecek kişileri bularak, bu ÜTÜLME’lere son vermek için gerekli tedbirleri almak ve B.D.D.K bünyesinde veya e-devlet sayfasından şifresini giren her vatandaşın, bankalar ile ilgili kişisel her gizli bilgisini görebildiği gibi; “ HANGİ BANKAYA VE NE KADAR BORCUNUN OLDUĞUNU DA RAHATÇA GÖREBİLMESİ VE BÖYLECE DE GEREKLİ TEDBİRİNİ ALMASI.” Kendimizin ve çocuklarımızın geleceği adına, bu işin gerçekleşmesi için herkes kendi elinden geleni yapmasını ve bu yazının daha çok kişiye ulaştırarak, toplumsal olarak kanun yapıcı karşısında varlığımızı ve dileğimizi duyurmaya çalışması gerekir.
ÜTME’den ve ÜTÜLMEDEN yaşanan daha mutlu bir hayat, daha güzel günlere… Selâm ve dua ile…
19/04/2014
Mürsel Münevveroğlu
Surprizsite.com ve Has-gül vakfı.com
Genel Yayın Yönetmeni
Konak -İZMİR
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.