- 585 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Öz benliktekilerle kalan yaşam da vardır…
Hep bir yerlerde, bir an gelir ki yolculuk duygusu ağır bir gülle gibi gelip oturur beyin kıvrımlarına…
İşte tam o anlarda kalkmak isteyip de çoğu zaman zoraki oturursun bir yerde bir şeylerin üstüne, beklersin ruhundaki titreyişlerin, sarsıntıların bitmesini, iki elini koltuk altlarına sıkıştırıp, yüzlerce terse sebep üretirsin bu yolculuğa çıkmamak için, yorgunluğunu, ağrılarından birkaçını, can sıkıntılarını bahane edersin, ama gene de bastıramazsın o gitme duygusunu…
Aslında “her gidiş kıvrılıştır, gidişten az sonra geriye” bunu bildiğin hâlde basarsın pedalın yumuşak tarafına düşersin yolların kıvrımlarına, ama hep düşüncelerin terk ettiğin yerdedir, hep düşlediğin bırakıp gittiğin yerdedir aslında, onunla el ele nefes aldığın yerler, çay içtiğin deniz kenarındaki o tahtadan sandalyeler ve arkada bıraktığın onunla olan yaşam boyu anılar.
Hep göz ardı ettiğin beyninin kuytusundadır onunla söyleştiğin sözler, cümleler ve de beraber iken içtiğin kahvelerin o kekremsi tadı…
Aslında düşmüşsündür yolların kıvrımlarına, güneşin batışına şehrinin en uç kısmına ve de en ıssız yamaçlarına, dağlara bakarsın, bayırlara ve o bayırlardaki çiçeklere bakarsın, arada bir öten kuşun sesi seni alır götürür uzak zamanların en nadir sandığın bir zamanına, işte tam o anda o günkü o anındaki gülümsemeni hatırlarsın, yine dudakların salınır, kısık ve iç burkan bir gülümsemeye, yine hazin ve kırık anlardan biri yaşamına girer ansızın, tıpkı gidişinde onun giydiği elbisesinin rengini hatırlar gibi sızlar yine kalbinde hissettiğin bir yerler, garip bir yalnızımsı saniyelerin gongu vurulur sanki kulak diplerine. Renkler uçuşur gözlerinde, içindeki burukluk peydahlanan öfkeni bastırır ve kıvrılırsın acının girintilerine…
Nedendir bilinmez unutamadığının sesi hiç çıkmaz aklından, kelimeleri telaffuz edişi, vurguları, özel cümleleri ve sesine karışan sevecen gülüşünün dudak kıvrımları, dünlerin kısa anları, bu günlerin uzun düşüncelerine düşer ki, artık mantıksal olarak tekrar yalnızlığını unutman gerekirken, onun yokluğunu eş tutarsın nefes seslerine…
Her giden gibi arkada tüm izleri dururken o sadece gitmenin rüzgârı ile salınmış gitmiştir ve ya sen gitmişsindir tüm yaşananlara inat, bir yerlerden gelen ansızın bir koku, bir ses, bir davranış veya bir simit kokusu, bir çay bardağından fırlayan renk ve koku, işte tam o anda, hiç olmayacak zamanda ve olmayacak yerde yine onun varlığını hatırlatırcasına, kendini yine düşüncelerinin en ön kısmına atar, böylece kaçtığın yerlerde bile yine başlarsın adını kısık seslerle yalnızlığınla tekrarlamaya…
Ve yine kaçışının faydasının olmadığını gördüğünde, kendi kendine kızarsın ama hiçbir zaman kendini suçlayamazsın, çünkü kendi delillerin kendine yabancıdır…
İşte bu anlarda hiç beklemediğin bir kokunun etkisi altına girdiğinde kendi yaşam pişmanlıkları ile haykıramadan sahip olduğun göz yaşlarından bunalırsın…
Hayat çoğu zaman dar zamanlarda vurur insanı ve de beklenmeyenlerle…
Çoğu kez “biz sevmesini bilenlerdendik” derken, aslında inatçı bir konuşmaydı bu, bilmediğimiz veya öğrenemediğimiz, binlerce entrika vardır sevginin tarafsız kıvrımlarında, esas olan onu oradan alıp kullanmamak gerekliydi…
Nerelerdeyim, nerelere gitmem gerekti, bu sinsi bir kaçıştı, aslında kendi kendimden, güneşin battığı yönde hep gözlerim, çok eskilere dayanır bu yol istikameti, durmayasıya gün batımına giderse insan, bu yollarda sadece denizle biter yolculuk ve o deniz suyu ile kumluğun çizgisel birleştiği yerde hep mavi bir koyulukla ufuk çizgisinde debelenir durur kumda ayakların ve çıplak ayakların suya bastığı yerde yeniden doğuşa çıkardı sevinçlerin, çünkü gülüşlerine uzandığın vardır en çok sevdiğin sesin yanındasındır…
Şimdilerde ise sadece bir hayâl düşünceler vardır bu yolculukta, geçmişten kalan ayak izlerini ararcasına bastıkça kumların açıkgiriliğine, tabanlarının ökçelerinin bıraktığı çukurluklara dalar gözlerin arkaya bakarsan eğer, kaç kez aynı sahilin kumunda bıraktığımız izleri tekrar görmek için gittiğimizde, oralarda bıraktığımız izlere baktıkça sanki sahiplenme duygusuyla o kumsaldaki kumları avuçlardık ki şimdi yine avuçlarımı kuma sürttükçe garip bir öksüzleşme ile karşı karşıya idim…
Bir koşu alanında gibi olduğunu hissettiğin zamanlar vardır, bir de kuş kanadı takmış gibi yüreğinin güpür güpür oynadığı anlar vardır, bazen de sırtına bir çuval kurşun yüklemiş gibi ağırlaşmış hissedersin kendini, çoğu zaman da, içinde bir yerlerde yangınlar oluşur, titremelerle, fırtınalara karşı gelmiş gibi serilirsin yatağa sırt üstü, işte sevgiden gelen darbeler çoğu zaman insanı böylesine serer yere ve sırt üstü düşürür hayatın girdaplarına karamsar düşlerle…
Bunu sebebine baktığında, en çok sevdiğince hırpalanışların çıkar beyin diplerinde ve sevginin sert kısmı ruhunu bozar ki işte o anlarda, yapacağın her işten, her adımdan nefret edersin… Bunun sebebine baktığında ise en çok önem verdiğince yaralanmış, yaralarının kabukları tekrar tekrar kopuşmuş veya sevginin hırpalanışları ile gidişlerin rüzgârı esmektedir…
Şüphesiz benim de bir hikâyem vardı ve hiçbir yerde yazamayacağım, kimseye anlatamayacağım, göç yollarından düşe kalka hayata tutunma amacında ve ondan sonrası da hayata tutunma ki bunun satır başlarında sevgiye dair olmuş ve sevginin içinde her zaman bocalamış, dostluklar, ihanetler yaşamış bir kalbin ritim bozuklukları ile yaşama sarılmış, sadece var kalmak için geniş bir mücadelenin içine düşmüş bir benliğin anlatılamayacakları çoğul bir yaşamın içinde kalmış bir hikâye…
Tum mutlulukları, acıların içine saklamış bir benliğin var oluştaki savruluşları da belki herkes gibiydi, aslında tüm yüreklerin birer hikâyeleri vardı, çoğulda yazılamadığı için gök kubbenin altında kaybolup gitti, bazıları da unutulmaz yazımlarla satırlara düşüp okundu, benimkisi ise sadece saklısında kalacaklarla çoğaldı, çoğul yazdıklarım bunların dışında kaldı…
Yaşanmış bir hayatın, geçmişte kalanlarını düşünmeye anıları tekrar yaşamak deniliyordu aslında ama, onları tekrar yaşamak bedensel sızılara sebepse tekrar yaşamak istercesine anılarla çalkalanmanın da anlamı yoktu bunun bilincindeydim ve çoğul vazgeçtiğim yaşanmamışlıkları yaşamış gibi belki de bir özlem içindeydim veya yaşamak ister gibi uğraş içindeydim sanırım…
Anlamsız bir istek ve de tutarsız düşüncelerdi aslında, belki de yaşanmamış sayarken aslında hayatımın belki de sızılı kesitleriydi, kol kola kalmak istediğim, belki de inkârcı olmak istemediğim…
Belki de her bahar bu düşünceler depreşiyor veya azıyordu benliğimde… Belki de bir kırıklık vardı sevgiye sevdaya daihil olmuş yaşam karelerinde veya aslolan belki de özlemdi ki, bu anı tekrarları didişip duruyordu içimde.
Çoğulu da satırlara dökülüyordu, sanki yaşamışım veya yaşamak istermiş gibi, ama eminim bu bir özlemdi. Bu özlemin içinde hissetmek vardı, bu hissetmenin içinde de vaz geçemediğim bir sevgili vardı. Ki her nekadar benimle yönetme konusunda savaşmışsa veya çarpışmışsa, şaşacak kadar galip çıkmıştı yaşamımdaki var oluşundaki bir çok olayda. Bunun arkasında inanmak veya şüphesiz güvenmek vardı ki beni mahkum eden güven hislerim ve de inanmışlığımdı ki o da bunu çok iyi savurarak kullandı..
Bunun bence önemli sebeplerinden biri yalnızlık korkularımdı ve ben o zamanlarda yalnızımsı hislerle yaşamayı öğrenmemiştim ki o da bunu fark ettiği için abandı duygularımın üstüne, beni yere serercesine veya tutsaklaştırıp, hareket edemez hâle düşmeme kadar…
Artık bir kurban, bir güdümlü yaşamın eşiğinde yaşarcasına, mutluluk arayışları içinde yıllarımı heba ederken, zamanın bu kadar aleyhime geçtiğini asla hesaplayamadım, asla düşünemedim. Geçici mutluluklarla oyalanırken ben, yıllarımın akıp gittiğini hiç görmedim…
Şimdilerde düşünüyorum da kaç kişi bu şartlarda hayatından bir çok şeyi kaybetmedi?
Bunun adına pişmanlık deniliyorsa ben katılmıyorum, bilerek yaşanan her şeyin, arkasından artık pişmanlık gelemezdi…
Bunun, keşkesi, zateni veya yaşanmasaydı demenin de artık bir anlamı olamazdı…
Çoğu zaman bir çok şeyi avuçlamak ve tutabilmek için uzun yıllar hayatla verdiğimiz bir mücadele vardı ve bir gün hiç beklenmeyen zamanda, beklenemeyen bir şekilde bir çok şey avuçlarımızdan kayıp gitti, üzüldük, dağıttık düşüncelerimizi, esefle arkasından baktık, tekrar elde etmek için bir kez daha uzun yılları harcadık bedenimize hiç acımadan ve sevgiye ve de sevgiliyi bulduktan sonra çok şeyin değerini anlarken, bir çok şey de hayatımızda değerini yitirdi.
Sadece sevgi için, sevgili için yaşar sandık kendimizi ve hiç tereddüt etmeden adandık ona…
Ve adanmışlıkla adanmış haytımızla yıllarımız sevgili uğruna feda oldu…
Asla pişman olmadık, asla vaz geçmedik verdiğimiz sözlerden, uğruna çok şeyi feda edebileceğimizi söylerken de, umutların içinde çoğu zaman mutluluğu perçinledik kendimize…
Bir gerçek vardı yaşamın içinde, “var olan bir hayat vardı” içinde bulunduğumuz şartlarımızda, bu hayatın içinde vardık ve bu şartları yaşamak mecburiyetimiz vardı…
Ne bir fazlası vardı ne de biraz eksiği, sadece kabullenişti bunların tümü, değiştirmek veya azaltıp çoğaltma hakkına sahiptik, sadece elde olanlarla doğrusunda kalmak gerekti, bir geçmişimiz, bir de geleceğimiz vardı ve bunun içinde kalma yaşamda var olmak demekti…
Bir gün olur biryerlerde bir çok şey değişir, havalar bulutsuzlaşır, ağaçlar fidanlarıyla boy verir, yeni yeni fidanlar ağaç olur ve o ağaçlar çiçek açar, kuzular büyür, danalar zıplaşarak otlukta koşar, hayat her yerde değişerek herkes için başka şekle yaşam verir ve ben tüm anıların gölgesinden kurtulmaya çalışırken, üst üste yeni yeni anılar oluşur, bakarsın güneş o gün bir başka türlü ışıklar saçar ve artık nefesler de çoğalır birçok kalabalıklarla, velhasıl hayat yine ağaçların çiçek açma zamanında da devam eder…
Öz benliktekilerle kalan yaşam da vardır…
Yüzümüze yapışan içten gelen gülüşlerimiz artık geçmişte kaldı, şimdilerde, gülümseme icat etmiş yüzüme yapışan hüzünle bakıyorum, geçmişten kalan bu günkü zorlama gülümsemelerle, içimde garip bir yalnızlık duygusu, garipsenen bir iç düşünceleri, yüzümde acınası bir bakışa yapışmış gülümseme, yarınların endişelerinden sıyrılmış, bu günün endişeleri ve gelecek kaygısını sırtlamış bir var oluş mücadelesi ile yoklukların üstesinden gelen bir güçle, yine de eski günlerin özlemi silinmiyor usumdan…
Mustafa yılmaz
1 Nisan 2014
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.