- 2260 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Ayrılık Uzmanı – Uzun Tırnaklıydı Yalnızlık -
Yalnızlık; tırnaklarını geçirince tenime o ana kadar ıssız olduğumu sanmıştım. Yanıldım. Alaycı bir acı oturuyormuş meğer hemen yanı başımda. Şaştım önce yalpaladım. Gözlerime inanamadım. Epeydir yaprak kımıldamayan tenimde, yalnızlığı takmış koluna salına salına geziniyordu acı... Tüylerim diken diken-di ama onlar akıyordu resmen… Üstelik öyle alelade bir ten de değildi gezindikleri. Ayrılığın uzun topuklarından akan veda cümleleriyle yüzmeyi öğrenen bir ten… Yangında ilk kurtarılacakken ilk yakılacak olan bir yüreği içinde barındıran yani öyle alelade değil, geçmez yaraların sığınağı olan bir tendi sarmaş dolaş gezindikleri…
Hani diyordu ya usta;
“Çekilmez bir adam oldum yine
Uykusuz, aksi, lanet
Bir bakıyorsun ki ana avrat söver gibi
Azgın bir hayvan döver gibi”* dövünüyordu binlerce şiir durmadan kendini örseleyen hırpalayan tenimde… Her biri başka bir renk, başka bir acı, bambaşka bir yalnızlıkla akın ediyordu güneşe akın eder gibi…
Yalnızlık nereye gitsem, kimi sevsem yine buluyordu eliyle koymuş gibi… Tamam diyordum bu sefer yendim onu artık doğrulamaz ama her seferinde der demez yine dönüyordum hep başa… Ayrılık pusuda bekleyen yırtıcı bir hayvan gibi en umarsız, en mutlu, en deli, en işlek, en nazlı, en cilveli zamanlarda yakalıyordu… O yakaladığı duruma göre de bıraktığı acı, heybesinden düşürdüğü yalnızlık her zaman bir öncekinden çok farklı oluyordu. Yahut ben öyle anlıyordum ya da öyle anlamak, öyle tatmak istiyordum. Ne bileyim belki bir teselli oluyordu. Bir olmasa da bir-az-cık oluyordu orası kesin…
Sonra salgın ılık ılık yayılıyordu tenime… Girmedik keşfedilmedik bir tek hücrem dahi kalmıyordu.
Ardından göz kapaklarım isimsiz bir halsizliğe bırakırken kendini, sokaklarımda kırmızıdan çalan, sarının sıcağından biraz soğuk uzaktaki ışığın yansıdığı bankta liseli aşıklar gibi nasıl da öpüşüyordu o muhteşem yalnızlık ve acı’sı… İyiden iyiye baraj kapakları gibi kapanıyordu gözkapaklarım… Yükseliyordu büyük bir hızla içimdeki su seviyesi…
Yalnızlık; iki ucu pırlantalı değnek misali kime kaç karatlık çıkar bilinmez, şansınıza artık…
Hadi bırakalım ayrılığı, bir an yokmuş gibi davranalım… Saymayalım, sebebi bellemeyelim yalnızlığın… İnsan, koca koca insan kümeleri içinde de yalnız olabiliyor. Sevgilisinin elini tutarken de yalnızlığa gözü dalabiliyor. Sonra tatlı bir çimdikle gerçeğe dönüveriyor. Buna ne demeli peki… Bunun adını ne koymalı, hangi şiire hangi kıtaya bu duyguyu sığdırmalı. Bazen sorular içlerinde cevapları barındırır ya bazı cevaplar da soruları doğurur ya işte bu tam öyle bir durum… Yani yalnızlık uzun tırnaklarıyla kimi kestirirse gözüne, konuyordu onun tenine… Kadın-erkek, genç-yaşlı, zengin-fakir onun için fark etmiyor herkesin hayatına göre bir yalnızlığı oluyordu. Yahut yalnızlık onların hayatına göre kendine çeki düzen veriyordu.
Sonra yavaş yavaş uyandım… Yeşil bir örtünün içerisinde çırılçıplaktım... İçimdeki su seviyesi düştükçe bakışlarım netleşiyordu git gide… Ayrılık dediğin, anestezi uzmanın sırtımı tırnağıyla okşamasıymış.
* Nazım Hikmet “Çekilmez bir adam “ şiirinden.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.