- 1100 Okunma
- 1 Yorum
- 1 Beğeni
‘’PARA’’ BİR GÜVERCİN KADAR ÜRKEKTİR, KENDİNİ GÜVENDE HİSSEDECİĞİ YERE UÇAR.
2004 yılının eylül ayının ikinci haftasıydı önemli bir görüşme ve iş bağlantısı için aylar öncesinden planlanmış on beş günlük bir yurt dışı seyahat, hazırlığının son gününe gelmiştik.
Şirket çalışanı olan mesai arkadaşlarımdan dört kişi ve şirket dışından(eksper)olarak aramıza katılan bir kişinin de olduğu benimle birlikte ikisi hanım kardeşimiz, toplam altı kişilik ekibimizle Atatürk havaalanının yolunu tutmuştuk.
Çok eğlenceli bir seyahat olacağını ümit ediyordum. Çünkü ekipten arkadaşların bazıları ilk kez yurt dışına çıkıyor olmanın tatlı heyecanını ve telaşını yaşarken, benim açımdan bu seyahati diğer seyahatlerimden ayıran tek ve en önemli fark. aynı işyerinde çalıştığım arkadaş gurubuyla gidiyor olmamdı. Daha önceki seyahatlerimde yalnız başıma sıkıcı uçak yolculuğu ve( manevi hava anlamında) soğuk otel odasında geçirdiğim zamana kıyasla, daha hareketli ve eğlenceli bir seyahat olacağını düşünüyordum.
Öylede oldu üç buçuk saatlik keyifli sohbetle geçen uçuş sonrasında gideceğimiz ülkeye ulaşmıştık. Yazının ilerleyen bölümlerinde ülkemizle ayak bastığımız bu ülkeyi sosyo ekonomik ve sosyo kültürel açıdan mukayese edeceğim için o ülkede yaşayan sayıları yüz binleri bulan vatandaşlarımızın rencide olmaması açısından ülke ismini saklı tutacağım.
Aslında demokratik, ekonomik gelişmişlik yönüyle oldukça iyi fakat kültürel açıdan çok fakir ve can sıkıcı bir ülkeydi.
Hava alanında pasaport kontrolünden geçtikten sonra görüşme yapacağımız şirketin bize tahsis ettiği içi oldukça şık dizayn edilmiş, minibüs tip araçla daha önce rezervasyonu yapılmış olan otelimize doğru yola çıktık. İlk kez yurt dışına çıkmış ve farklı bir ülke görmüş olan Cansu ve Birsen hanım ile aramıza katılan eksper arkadaşımız aziz bey aracın camından dışarıya bakıyor modern ve planlı yapılanmış şehri hayranlıkla izliyorlardı.
Yaklaşık yirmi dakika süren şehir yolculuğumuzun ardından nihayet kalacağımız otele gelmiştik.
Otele geldiğimizde İstanbul’dan hareket etmeden önce uluslar arası görüşmeye açtığımız cep telefonlarıyla ekipteki herkes eşleri ve aileleriyle görüşmek üzere telefonlarına sarılıp sağ salim geldiğimizi bildirmek için yakınlarını arıyorlardı. Telefon faslı bittikten sonra,
İstirahat etmek ve valizlerimizi yerleştirmek üzere önceden belirlenmiş odalarımıza çekildik. İki saatlik bir dinlenme arasından sonra otelin en üst katındaki restoran ta hem akşam yemeğini yiyip hem de ertesi günü şirket yetkilileriyle yapacağımız toplantının ön hazırlıklarını yapmak üzere dosyalarımızla birlikte yeniden bir araya gelip kendi aramızda son detayları görüşeceğimiz mini bir toplantı yapmıştık.
Kısa toplantı sonrasında otel restorantı’nın ışıltılı şehir manzarası eşliğinde çaylarımızı yudumlarken muhasebe müdürümüz, Adem beyin akşam namazını odamda kıldım ama umarım kıbleyi şaşırmamışımdır diyen esprili ifadesiyle başlayan dini konularda yaptığımız yorumlar, siyasi ve aktüel sohbetlerle devam etmişti. keyifli sohbet sonrasında zaman su gibi akmış vakit hayli ilerlemişti. Hep birlikte kalkıp istirahat edip uyumak için yeniden odalarımıza çekilmiştik.
Ertesi günü
Sabah altıda kalkıp güzel bir kahvaltı yaptıktan sonra bizleri almak üzere otele gelen araçla şirkettin merkez binasına gitmek için bütün ekip yola koyulduk.
İş bağlantısı yapmak üzere gittiğimiz ülkedeki, o firma, aslında bulunduğumuz ülkenin vatandaşı olmayan esasen sahipleri İspanyol olan kişilere aitti. Fakat bulunduğumuz ülkeye yatırım yapmış bir firmaydı.
Klomer adlı Uluslar arası iş yapan bu firmanın oldukça görkemli şirket binasının önüne gelmiştik şirket binasından içeri girdiğimizde binanın lobisinde bizi dört kişiden oluşan müdürleri ve idari kadrosundaki mesai arkadaşlarıyla birlikte şirketin patronu olan İspanyol aksanıyla konuştuğu sempatik İngilizcesiyle, güler yüzü ve mütevazı tavırlarıyla, Andreo Bey karşılamıştı.
Sıcak bir tokalaşmamın ve mesai arkadaşlarımla şirket yekelilerinin karşılıklı tanışmasının ardından Andreo Bey, samimi bir şekilde benim koluma girip bana bir sürprizi olduğunu söyleyerek çalışma odasına davet etti, çalışma odasına girdiğimizde gerçektende benim için sürpriz olan çok sevdiğim bir dostum karşımda bana tebessüm ediyordu.
Bu kişi aslen Türkiye ‘de doğmuş ve ilk gençlik çağına kadar İstanbul da yaşamış bir ermeni olan Miran abiydi ve aynı zaman da Andreo Beyle bizi İstanbul da tanıştıran ve her ikimize de referans olup, ticari ilişkilerimize aracılık eden kişiydi.
Miran Abi, Belçika da yaşayan ve ticaretle uğraşan etkin ve önemli birisidir. Orada bulunması bizim açımızdan önceden planlanmadığı için hoş bir sürpriz olsa da aslında orda bulunmasının bir başka sebebi de klomer şirketler gurubunun o ülkedeki 10.yıllı münasebetiyle düzenlenmiş geceye katılmak olduğunu da orada öğrenmiştik.
Bu önemli insanla tanışmışlığım yıllar öncesine dayanır.
Beş yıl gibi bir süreyle ortaklık yaptığım yine bir gayrimüslim olan ve üç yıl önce, 72 yaşında vefat ederek aramızdan ayrılan eski ortağım, Sitrak Beyin vasıtasıyla tanıştığım değerli bir kişidir.
Samimi bir tokalaşmanın ardından
Miran abi, ben ve Andreo Beyinde, bulunduğu çalışma odasında derin bir sohbete dalmıştık ki kapı çalındı içeri giren kişi,
Şirketin genel sekreteriydi,
Devam edecek.
Serhat BİNGÖL 15.04.2014
YORUMLAR
Serhat BİNGÖL
Sevgili denizce
Yazının ilerleyen bölümlerinde bana göre enteresan olayların ve ironilerin işleneceği siyasal kültürel tezatların anlatılacağı bir yazı olacağını düşünüyorum.
Küçük bir tüyo vereyim, sonu şirketimiz ve dolayısıyla da olsa ülkemiz adına olumsuz neticelenecek.
Saygı ve sevgilerimle.