- 949 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
HZ. MUHAMMED'İN (SA) ÖRNEKLİĞİ / MEDİNE'DE 11 YIL (26)
MEDİNE / MEKKE İLİŞKİLERİ (05)
BEDİR SAVAŞI / OLUŞUMU / ARKASINDAKİ GERÇEKLER (5)
Bedir savaşı sonrası Müslümanlar için önemli sorunlardan biri esirler konusudur. Esir denilince savaşta yakalanıp hürriyetleri ellerinden alınanlar akla geliyor. Bedir savaşının olduğu dönemlerde köle olmayıp hür olan, savaş için savaş meydanına gelen, savaşta öldürülmeden canlı yakalananlar esir olarak kabul edilirdi. Öncelikle şunu belirtmekte yarar var ki, esirler öncesi köle olmayan hür kişilerdir. Ancak o dönemlerde, kölelerinde hür askerlerin yanında savaşa sürüklendiği düşünülürse, düşman askeri içinde bulunan, hürler köleler esir olarak alınabiliyorlardı. Özellikle imparatorluklar, kölelerden oluşturdukları askerleri, yem olarak meydanlara sürüyor. Düşmanın gücünü yem olarak ortaya sürdükleri köleleri öldürterek zayıflatıyor. Sonra asıl askerleriyle savaşa müdahale ediyorlardı. Tabi bu durum her zaman için köleleri savaşa önde süren toplumların lehine olmuyordu. Bazen köleler ordusu taraf değiştirip kendilerini köleleştiren toplumlara karşı savaşabiliyorlardı. Bedir savaşına katılan Mekkeliler arasında kölelerin olduğundan söz edilmez. Ancak Bedir savaşından sonraki Uhud savaşında Mekke ordusu içinde köleler de vardı.
70 Mekkeli Bedir’de esir alındı ve Medine’ye getirildiler. Peygamber esirlere iyi davranılmasını istedi. Esirler nöbetçilerin gözetiminde korunaklı bir yerde tutuluyorlardı. Peygamber esirler içinden Nadir b. Haris ve Ukbe b. Ebi Muayt’ı istisna etti. İkisinin de öldürülmesini emretti. Nadir b.Haris İslam’ın Mekke’de tebliği sırasında İslam’a ve Müslümanlara en acımasız düşmanlıkta bulunan kişiydi. Ebu Muayt ise Mekke de Hz. Muhammed’i boğmağa kalkışmış. Hicret edildiği zaman da Müslümanların aleyhine şiirler söylemiş peygamberi mutlaka öldüreceğine yemin etmişti. Peygamberin emriyle bu iki kişi derhal öldürüldü.
Peygamber arkadaşlarıyla yaptığı istişare toplantısında esirlerle ilgili bazı kararlar aldılar. Esirlerin ekonomik durumlarına göre değişen kurtuluş fidyeleri belirlendi. Fidyelerini akrabaları aracılığıyla ödeyen serbest bırakıldı. Müslümanlar Abbas b. Abdulmuttalib’in fidye miktarını azaltmayı düşündüler. Müslümanlar onun fidyesini azaltmakla Resulullah’ı memnun edeceklerini düşünüyorlardı. Ne de olsa Resulullah’ın amcasıydı ve risaletin Mekke yıllarında Resulullah’a yardımcı olmuştu. Ayrıca Bedir’e de istemediği halde zorla getirilmişti. Abbas tefecilikle uğraşan ve bu nedenle son derece Mekke’nin zenginlerindendi. Amcasının fidyesinin azaltıldığını duyan Resulullah itiraz etti. Böylesi bir muameleye karşı çıktı; “O, zengindir. Fidyesini bir dirhem bile olsa indirmeyin” dedi. Dediği gibi yapıldı. Bu tür rivayetlerin gerçekliği tartışılabilir. Ancak ne kadar tartışsak asıl gerçeği bilemeyiz. Bazı esirler ise fidye veremeyecek kadar yoksuldular. Yakınlarının da bir zenginliği yoktu. Bunlardan okur-yazar olanlara on Müslüman’a okuma yazma öğretmesinin kurtuluş fidyesi olarak kabul edileceği bildirildi. Zeyd b. Sabit bu şekilde okuma yazma öğrenenlerden oldu. Hem yoksul olup, hem de okuma yazma bilmeyenler ise fidyesiz serbest bırakıldılar.
Böylece kimse köle olarak alıkonulmadı. Allah’ın dini başından itibaren köleliğe karşıydı. Gelen ayetler var olan köleleri azat etmeyi öne çıkarırken, yeni köleler oluşturulması düşünülemezdi. Bu nedenle Bedir’de esir alınanların köle kılınmaması, Arabistan toplumuna yeni bir anlayış getirdi. Mekkeliler olsaydı, esir aldıkları her hür insanı köleleştirip onurlarını kırmak isterlerdi. Peygamber böyle bir duruma izin vermedi.
Bazı tarihi rivayetler; istişare sırasında Hz. Ömer’in “savaşta esir alınmasına, esirlerin fidye alınarak serbest bırakılmasına karşı çıktığını. Esirlerin derhal öldürülerek Mekke’ye gözdağı verilmesi” hususunda görüş bildirdiğinden söz ederler. Bu haberlere istinaden Enfal suresindeki esirlerle ilgili gelen ayetlerin Hz. Ömer’in görüşlerini tasdik ettiği yorumunu yaparlar. Bu tür konuların gündeme getirilip üzerinde çeşitli spekülasyonların yapılması iyi değildir. Birileri çıkıp, Hz. Muhammed’in görüşü Allah tarafından ret edilirken, Hz. Ömer’in içtihadının kabul edildiğinden söz ederek, Hz. Ömer’i kutsama girişiminde bulunabilir. Bunun karşılığında da, Hz. Ömer’e değişik açılardan karşı olanlar da, bu yönde gelen ayetlere farklı yorumlar getirebilir. Hâlbuki ayetlerin olmadığı konularda, peygamber de, herhangi bir insan da eşit durumdadır. Ayetlerin olmadığı konularda insanlar görüşlerini sunarlarken ortaya koydukları tavır insani olup, ilahi değildir. Elbette ayetlerin olmadığı yerde Hz. Muhammed’in görüşü de ilahi değil insanidir. Allah’ın dininde ilahi olan gelen ayetlerdir. Birden fazla Müslüman’ın herhangi bir konuda görüşlerini ileri sürmesinden sonra gelecek bir ayet, herhangi birinin görüşünü destekleyebileceği gibi, tamamen farklı hüküm getirebilir. Bu konuda herhangi bir garanti yoktur. İstişare meclisinde ortaya konulan görüşlerin sonradan bir ayetle desteklenmiş olması görüş sahiplerini kutsamaz. Çünkü zaten dinin temeli insanın kutsanmamasıdır. Diğer taraftan istişare meclisinde alınan kararın gelen ayetler tarafından ret edilmesi de bir eksiklik, kusur değildir. İstişare anında Müslümanları bağlayıcı Allah’tan gelen bir hüküm yoktur. Ayetlerin olmadığı konularda, resulde, diğer Müslümanlar da, hatta çeşitli nedenlerle istişareye katılan Müslüman olmayanlar da rahatlıkla görüşlerini sunabilirler. Alınan kararlardan sonra ayetlerin gelmesi, Allah’ın konuya hüküm getirmesidir ki, bundan sonra konu artık istişare yapılmaya gerek kalmayacaktır. Allah’ın hükmünün olduğu konularda ne resul, ne de Müslümanlar farklı görüşler ileri süremeyeceklerdir.
Allah Bedir savaşı ardından, esirlerle ilgili olarak Enfal suresinin 67-71 ayetlerini gönderdi. Allah ayetlerinde; “Yeryüzünde ağır basıncaya kadar, hiçbir peygambere esirleri bulundurması yaraşmaz. Siz geçici dünya malını istiyorsunuz. Hâlbuki Allah ahireti istiyor. Allah güçlüdür, hikmet sahibidir. Allah tarafından önceden verilmiş bir hüküm olmasaydı, aldığınız fidyeden ötürü size mutlaka büyük bir azap dokunurdu. Artık elde ettiğiniz ganimetten helal ve temiz olarak yiyin. Allah’tan korkun. Şüphesiz ki Allah bağışlayan, merhamet edendir. Ey Peygamber! Elinizdeki esirlere de ki: Eğer Allah kalplerinizde hayır olduğunu bilirse, sizden alınandan daha hayırlısını size verir ve sizi bağışlar. Çünkü Allah bağışlayandır, esirgeyendir. Eğer sana hainlik etmek isterlerse daha önce Allah’a da hainlik etmişlerdi de Allah onlara karşı sana imkân ve kudret vermişti. Allah bilendir, hikmet sahibidir” diyor.
Ayetlerin özüne baktığımızda, Allah resulünün arkadaşlarıyla istişare ederek verdiği kararlar Allah tarafından ret edilmiştir. Ret edilen kararlar, esir alınması, esirlerin karşılığında fidye alınmasıdır. “Allah tarafından önceden verilmiş bir hüküm olmasaydı, aldığınız fidyeden ötürü size mutlaka bir azap dokunurdu” ifadesi büyük anlam taşıyor. Fidye alınarak esirlerin salınması, maddi çıkar için esir alınmış görüntüsü veriyordu. Allah böyle bir görüntünün, fidye alınarak esirlerin bırakılmasının af edilemez bir suç olduğunu vurguluyor. Ancak; Allah’ın daha önceden verilmiş sözü var. Allah daha önceden hüküm göndermediği konulardan dolayı insanları sorumlu tutmayacağını bildiriyor. Din ve dine dair hükümler gönderildikten sonra insanlar sorumlu tutulurlar. Esirlerin fidye alınarak serbest bırakılmasıyla ilgili olarak önceden bir hüküm gönderilmemiştir. Bu nedenle Allah resulünün veya Müslümanların bundan sorumlu tutulmaları söz konusu değildir. Diğer taraftan Allah her insana kendini düzeltmek, af dilemek için zaman vermiştir. İnsanlar uyarılmadıkları konularda işlediklerinden sorumlu değildir. İnsanlar kasıtlı olarak yapmadıklarından sorumlu değildir. Allah hükümlerini gönderip, insanları yaptıklarından sorumlu tuttuğunda, sorumluluklarını yerine getirmeyenler, hükümlere uymayanlar suç işlemiş olacaklardır. Bedir esirleriyle ilgili alınan kararlar hakkında, önceden bir hükmün olmaması… Alınan kararlarda Müslümanların herhangi bir art niyet kastının olmaması… İstişare anında insanlığı öne çıkaran kararların alınması… Müslümanların cezalandırılmamasını öne çıkardı. Elbette Müslümanların her ne olursa olsun, dünyalık karşılığında bazı hesaplar yapması… Esirlerin fidye yani dünyalık alınarak serbest bırakılması… Müslümanların ganimetlerde olduğu gibi, fidye konusunda da uyarılmalarına neden olmuştur. Müslümanların duygularında, düşüncelerinde dünya nimetlerine değer verecek her türlü gelişme Allah tarafından anında engellenmektedir. Gönderilen ayetlerle oluşturulmak istenen kimlik, kişilik, karakter sapması asla kabul edilmemektedir.
Gelen ayetler ileride Müslümanlar için temel prensipler oluşturacak özleri taşıyor. Bu prensipleri şu şekilde gözden geçirebiliriz.
1. Müslümanlar kesin üstünlük sağlamadan esir almamalıdırlar. O devirde savaş esiri bugünkü anlayışların dışında gerçekleşen bir olaydı. Resul devrinde toplumlar savaşlarda, kadınları, çocukları, zayıfları ve savaşta yakaladıklarını esir alıp köleleştirirlerdi. Kölelik düzeni; güçlü toplumlar tarafından zayıf toplumlara özgürlük içinde yaşama imkânı tanımamasıyla oluşuyordu. Alınan esirler köleleştirildikten sonra, ya köle tüccarlarına satılır. Ya da köle olarak evlerinde, tarlalarında, işlerinde çalıştırılırlardı. Erkeklerine köle, kadınlarına cariye denilen geçmişteki kölelik düzeni, köleliği temelden ret eden Allah için olumlu bir şey değildi. Onun için savaşlarda köleliği doğuracak esirlerin alınması ilke olarak ret edilmişti. İnsanın insanlara özgürlüğünü esas alan İslam’ın hükümleri, Müslümanların insanları esir alarak köleleştirilmesine rıza gösteremezdi. Bu nedenle kesin ve etkili bir şekilde “Müslümanlar kesin üstünlük sağlamadan esir almamalıdırlar” özüyle uyarıldılar.
Kesin üstünlük sağlamak önemli bir kuraldı. Müslümanlar İslam düşmanlarına karşı zayıf veya eşit olduklarında alacakları esirlerin her zaman kurtulabilme şansları var. Nitekim Müslümanlar fidye alarak esirleri salacaklar. Böyle bir durum önü alınmaz sonuçlar doğurabilir. Esir alınıp serbest bırakılanlar toplumlarına, Müslümanlar hakkında önemli bilgiler verebilirdi. Medine toplumu Yahudilerden, putperest Araplardan ve Müslümanlardan oluşuyordu. Böyle bir yapılanma da, Müslümanların esir alarak iç durumlarını göstermeleri, düşmanlarının eline güçlü kozlar vermelerine neden olurdu. Üstelik Müslümanlar azınlıkta oldukları bir toplumda, içlerine aldıkları esirler ile henüz kesin üstünlüğe sahip olmadan hâkimiyet kuramazlardı.
İki toplum, Medineliler ve Mekkeliler, henüz aralarında kesin olarak savaş gücünü kıracak bir sonuca ulaşmamışlardı. Esirlerin alınması Mekkelilerin esirlerini kurtarmak için Medine’ye saldırmalarına neden olabilirdi. Onun için Allah, “kesin bir üstünlük sağlanıncaya kadar hiçbir peygambere esir almak yakışmaz” diyordu. Evet; kesin üstünlük sağlamadan esir almak, Müslüman toplumu tehlikeye sokabilir. Düşmanların şiddetini artırabilir. Esirleri kurtarmak için düşmanların daha çok bilenmesine neden olabilir. Böylece aradaki mesele barış imkânlarını kaldıracak neticeye ulaşırdı.
Müslüman yöneticilerin birinci hedefi inançlarını korurken, toplumu güven altında tutmaktır. Toplum içine alınan her türlü düşman güven unsurlarının kaybolmasına neden olur. Özellikle Müslümanların esir alınanlara karşı iyi davranışları, onların yanlış anlamalarına, Müslümanları güçsüz görmelerine, aleyhlerine her türlü fikir üretebilmelerine neden olur. Zira insani iyilikler, her zaman olumlu sonuçlar doğurmaz. Bazen gösterilen insani iyilikleri insanlar zayıflık olarak yorumlayabilir. Diğer taraftan Müslüman topluma düşmanlık bekleyen toplumların Müslümanların zaaflarını bilmeleri güven unsurlarını ortadan kaldırır. Psikolojik ve sosyolojik kurallara göre bilinmezlik bazen güçtür. Bilinirlilik ise, gücün tespitini, tespit edilen gücü karşı gerekli tedbirlerin alınmasını sağlar. Bilinirlilik azmettiriciyken. Bilinmezlik caydırıcı olabilir. Bedir’de Mekkelileri yenen Müslümanların, savaşta esir alarak Mekkelileri içlerine almaları, bilinmezliği ortadan kaldıracaktır. Bilinir hale gelen Müslümanlar, düşmanları tarafından daha iyi analiz edilerek, karşı güç oluşturmalarına neden olacaktır.
2. Mekkeli esirlerin fidye karşılığı olmak üzere okuma yazma bilmeyen Müslümanlara okumayı yazmayı öğretmeleri kararlaştırılmıştı. Bu uygulama nasıl olacaktı? Esirler toplum içinde öğretmenlik yapacaklardı. Yani Müslümanlar öğrencileri olacak. Onlarla uygun yerlerde buluşacaklar. Program çerçevesinde Müslümanlara eğitim vereceklerdi. Okuma yazmayı bilecek kadar eğitimli olanların, öğretmenlik yaptıkları insanları etkilemeleri her zaman mümkündü. Kurnaz kişilikli bir öğretmen (ki, savaşta esir olmuş Mekkelilerin okuryazarlarının kurnaz olmadıkları söylemez) öğrencilerin kafalarını karıştırabilir. Onlardan her türlü bilgiyi alabilir. Hatta beyinlerini yıkayarak inançlarıyla oynayabilir. Mekke’de oluşan düşmanlığın propagandasını yapabilir. Böylece Müslüman toplum içinde kargaşa yaratabilirdi. Her şeyden önce, kesin bir üstünlük kurmadan, esirlere Müslümanları eğitme görevi verilmesi, psikolojik olarak Müslümanların zaafını ortaya çıkaracaktı. Müslümanların arasında da okuryazar varken, esirlerin okuma yazmayı öğretmek için görevlendirilmeleri ilke olarak yanlıştı. Bir bakıma, eğitim öğretim konusunda Müslümanlar Mekkelilerin eline bırakılmış gibiydi. Hâlbuki İslam’a inanmayanların Müslümanlara öğretmen seçilmesi etik olarak yanlıştı. Kaldı ki, Allah katında, Müslüman’ın okuryazar olmayanı, Müslüman olmayanların âliminden daha değerliydi.
Fidye alınması, Müslümanların dünyevi nimetlerle pazarlığa girişmesi olarak ortaya çıkacaktı ki, bu durum Mekkelilerin Müslümanlar hakkında olumsuz propagandalarına neden olacaktı. Derdi mal mülk olmayan Müslümanların, fidye istemeleri olumsuz bir tablo doğurmalarına neden olacaktı. Her ne kadar Müslümanlar, fakir olanları fidyesiz serbest bırakmış olsalar da, zengin olanların ailelerinden durumlarına göre fidye almaları hiç de iyi değildi. Böyle bir durumda Müslümanlar fırsat kollayıcı olarak algılanabilirlerdi. Aynı şeyi Mekkeliler de yapabilirdi. Hâlbuki Mekkelilerin inandığı din ile Müslümanların inandığı din farklıydı. Mekkeliler dinlerini ticaretleri olarak bilirlerken, Müslümanlar dinleri için dünyalıklarını terk etmişlerdi. Aradaki bu farkın her alanda yaşama aktarılması gerekiyordu.
Diğer taraftan esirlerin Müslümanların içine sokulması iyi değildi. Nihayetinde, hepsi ya fidye anılarak, ya okuma yazma öğreterek, ya da fakir olduğu için öylece serbest bırakılacaktı. Serbest bırakılacakların Müslümanların içine alınması iyi bir politika değildi. Müslüman toplumun güvenini tehlikeye düşürecek her şey, Müslüman yöneticiler tarafından dikkate alınması gereken unsurlardandı. Ne yazık ki, Müslümanların iyi niyeti bu tür sonuçların doğmasına kapı açmıştı. Onun için Allah tarafından kesin bir şekilde uyarıldılar.
3. Savaşta esir alınarak insanları köleleştirmek İslam’ın prensiplerine aykırıydı. Önceden köle olan insanları kölelikten kurtaracak şekilde davranan Müslümanların savaşta esir alınanları köleleştirmesi düşünülemezdi. O nedenle; Allah Müslümanlara esir almamaları tembih ediyordu. Kesin üstünlük bir yana, alınan esirlere ne yapılacağı, nasıl davranılacağı belli değildi. O dönemlerde savaş kazanan toplumlar esirler alarak, aldıkları esirleri köleleştiriyorlardı. Müslümanların aynı yolu izlemeleri İslam’ın kurallarına aykırıydı. Her ne kadar kısasa kısas deyip, esir düşen Müslümanları köleleştirme karşılığında, Müslümanlar da aldıkları esirleri köleleştirirlerse adalet yerini bulmuş olacak gibiydi. Ancak Allah Müslümanlara böyle bir adaleti emretmiyordu. Daha sonra esirlerle ilgili emirler Muhammed suresinin 4. Ayetiyle geldi. “İnkâr edenlerle karşılaştığınız zaman boyunlarını vurun. Nihayet onlara iyice vurup sindirince bağı sıkıca bağlayın. Savaş sona erince de artık ya karşılıksız veya fidye karşılığı salıverin. Durum şu ki, Allah dileseydi, onlardan intikam alırdı. Fakat sizi birbirinizle denemek ister. Allah yolunda öldürülenlere gelince, Allah onların yaptıklarını boşa çıkarmaz” Ayette görüldüğü gibi, savaşta kesin üstünlükten söz ediliyor. “Nihayet onlara iyice vurup sindirince bağı sıkıca bağlayın” Bu söz kesin bir üstünlüğü dile getiriyor. Böyle bir durumdan sonra Müslümanların esir almaları, aldıkları esirleri fidye alarak bırakmaları bir şey değiştirmeyecektir. Çünkü Müslümanlar kesin, ezici bir üstünlük sağlamışlardır.
Ancak konumuz Bedir savaşı sonunda oluşan hükümler olduğu için, Enfal suresindeki ayetler çerçevesinde düşünüyoruz. Bedir esirleriyle ilgili alınan kararlar üzerinden konuşuyoruz. İslam anlayışı, etik olarak dini ne olursa olsun, zayıf düşen her insana sahip çıkmayı Müslümanlara öğretiyor. Müslümanlar esirlere İslam’ın aydınlığını götürecekler. Onları tekrar küfrün karanlığına gönderme yerine, İslam’ın aydınlığıyla buluşturacaklardı. Hâlbuki Bedir esirleriyle ilgili olarak pazarlıklar vardı. Fidyeniz verilirse serbest kalacaksınız. On Müslüman’a okuma yazma öğretirseniz serbest kalacaksınız. Serbest kalan esirler küfrün kucağına gidecekler. Dolayısıyla Müslümanlar onlara sahip çıkmış olmayacaklardı. Böyle bir tutum, böyle bir davranış Allah tarafından ret edildi. Pazarlık yok. İnsanları küfrün kucağına tekrar göndermek yok.
Ne yazık ki, İslam savaşlarda esirler alarak köleleştirmeyi ilke olarak kabul etmese de, tarihte Müslümanlar esir alarak insanları köleleştirmişlerdir. Hatta Müslüman olmayanların köleleştirilmesinin yanında, Müslümanların Müslümanlarla savaşında esir alınan Müslümanlar dahi köleleştirilmişlerdir. Müslüman dünyasında en uzun imparatorluk olan Osmanlı imparatorluğu döneminde, gayri Müslim köleler tarihte yerini alırken, özellikle son dönemlerde Müslüman kölelerde Anadolu topraklarında görülmeye başlanmıştır. Osmanlının son zamanlarında Yemen, Hicaz savaşlarında esir alınıp getirilen Müslümanlar, paşaların konaklarında, saraylarda köle olarak çalıştırılmışlar. Hatta cumhuriyet döneminde “Arap bacılar”, “Arap efendiler” zenginlerin konaklarında, hizmetçi, aşçı, yamak, bahçıvan olarak görev almışlardır. Her ne kadar cumhuriyet devrinde kölelik kesin olarak kaldırılmış olsa da, zenginlerin konaklarında, saraylarında çalışmaktan başka şey bilmeyenlerin, toplumda kendi emekleriyle geçinebilme alışkanlıklarının olmayışı, yine aynı tür yaşama girmelerine neden olmuştur. İslam’ı yaşamın en değerli ilkesi olan, insanın özgürleştirilmesi ne yazık ki insanların hırsları, dünyevi arzuları karşısında yerle bir edilmiştir. Allah insanın karakterini en iyi bilen olarak, olayların başı olan Bedir savaşı esirleri üzerinden sert uyarılarını göndermiştir. Ancak bu uyarıları algılamak, hayata yansıtmak her zaman gerektiği gibi olmamıştır.
4. Günümüz savaşlarında uygulanan savaş hukukuna göre, savaşan ülkeler esir almaktadırlar. Savaş esiri kavramı, kölelik kavramından farklıdır. Eskiden savaşlar genellikle tek cepheli yapılırdı. Meydan muharebeleri şeklinde teşekkül eden savaşlarda galip gelenler, esir alır, ganimet toplardı. Ancak günümüz savaşları çok cepheli olarak geçmektedir. Dolayısıyla ülkeler kesin zafere ulaşıncaya kadar, bazı cephelerde savaş kazanırken, bazı cephelerde savaş kaybediyorlardı. Kaybettikleri cephelerde askerleri esir düşerken, kazandıkları cephelerde kendileri esir alıyordu. Günümüz savaşlarında savaş esirleri, esir takaslarında kullanmak için alınması gereken esirler olarak ortaya çıktı. Batının oluşturduğu bu ahlaki edinim, ne yazık ki diğer bütün ülkelere de yansıdı. Müslüman ülkelerde aynı kurallardan etkilendiler. Tarih içinde İslam’ın kurallarından adım adım sapan Müslümanlar, savaş esirleri konusunda batının uyguladığı kuralları çarçabuk benimsediler. Birinci, ikinci dünya savaşlarında milyonlarca insan savaş esiri olarak alındı. Savaş sonlarında yapılan anlaşmalar çerçevesinde ya takas edildiler, ya da barış antlaşmalarında alınan tavizler karşılığında bırakıldılar. Savaş esirlerinin kamplarda tutulmaları, zindanlara atılmaları, bazı esir kamplarında en ağır şekilde çalıştırılmaları, ülkelerin politikalarına göre şekillenen davranışlar olarak tarihte yerini aldı.
Günümüzde Amerika, Ortadoğu ve Güney Amerika’da çıkardığı savaşlarda çoğunluğu Müslüman olanları esir almaktadır. Esir kamplarında yaptıkları insanlık dışı uygulamalar, insaflı Amerikan askerleri tarafından ifşa edildikçe, insanlığın esirliğe nasıl baktıkları görülmektedir. Özellikle çıkarlarını hayatlarının temeli haline getiren toplumlar, esirlere hiçbir zaman insanca davranmamışlardır. Bugün özellikle batı dünyası, savaş esirleri konusunda güya insancıl birçok kural oluşturmuşsa da, hiçbir zaman uygulamamışlar. Ancak kendilerinden esir düşenler olduğunda uygulanması konusunda ısrarcı olmuşlardır. Aldıkları esirlere karşı duvar olan, kendi esirlerine insan olanların insanlıkla hiçbir ilgisi olmasa gerektir. Özellikle günümüzde, terörist olarak nitelendirdikleri insanları, savaş statüsünden çıkarıp, terör statüsüne sokmalarının karşılığında, terörle mücadele kapsamında yakaladıklarına savaş esiri gözüyle de bakmamaktadırlar. Amerika terörle savaşın, gerçek savaş olmadığı vurgusuyla her türlü insanlık dışı eylemi gerçekleştirmektedir. Yakın tarihte Amerika’nın Irak’ta, Guantanamo Kampında yaptıklarını görmek, insanlığın düştüğü çukuru anlamak için yetip artacaktır.
5. Allah’ın Müslümanlara öğretti şey, her halükarda iyi bir insan olmaktır. İyi insanlar, iyi toplumlar oluşturur. İyi toplumlarda insanların köleleştirilmesi, Allah’ın insan iradesine özgür bırakan hükümleri çerçevesinde mümkün değildir. Her insan; Allah’ın verdiği akıl, mantık, irade ile özgürdür. Her kim insan aklına, mantığına, iradesine hâkim olmaya kalkarsa, bu eylem Allah katında suçtur. Özgürlükleri elinden alınanların Müslüman olup olmaması önemli değildir. İnsanların özgürlüklerini elinden alanların Müslüman olup olmaması önemli değildir. Müslüman toplumlar, ister savaşlarda esir alarak, ister zulme uğrayanlara açtıkları kucakla, toplumuna kattıkları insanları kendilerinden ayırmazlar. Dinlerinin farklı olması, Müslümanların onlara insanca davranılmasını engellemez. Müslüman toplumlar her zaman aralarına kattıkları insanlara en iyi şekilde davranarak, Müslüman kimliğinin, kişiliğinin nasıl olacağını göstereceklerdir. İslam’ın etik değerleri Müslümanların böyle davranmasını emreder. Müslümanlar, esirlerine, kölelerine yediklerinden yedirecekler. Giydiklerinden giydirecekler. Onlara sahip çıkıp, hayatlarını mağdur etmeyecekler. Zulme sapmayacaklar. Adalet içinde olacaklar. Böylece İslam’ın, Müslümanların farklılığını dünyaya göstereceklerdir. Onun için Allah Müslümanların güçleninceye kadar esir almamalarını tembih eder. Müslümanlar güçlendiklerinde her insana, topluma sahip çıkabilirler. Onlara İslam’ın hidayetini en güzel şekilde gösterebilirler. Aksi halde, güçsüzken, henüz kendi içlerinde kendilerini koruyacak duruma gelmemişken, toplumda etkili bir yönetim sağlayamamışken, esir almaları olmaz. Bu durumda esirlere adil davranmayabilirler. Onlara yeteri kadar sahip çıkmayabilirler. Allah bunu istememektedir. Müslümanların böyle bir duruma düşmelerini istememektedir.
6. Müslümanlar, esir aldıkları insanların ihanet etmemelerinden emin olmak zorundadırlar. Bu tedbirleri en iyi şekilde alıp ona göre davranmak zorundadırlar. Yersiz, gereksiz güven daima insanın başına dert açacaktır. O nedenle Allah Müslümanları uyarıyor. Aldığınız esirler ihanet etseler bile, ihanetleri sizi etkilemeyecek konumda olsun. İhanetlerin sizi etkilemeyecek konumu, sizin güçlü, kendinden emin, gerekli tedbirlerin alındığı konumdur. Şunu iyi bilin ki, inanmayanlar her zaman ihanet edebilir. Zira onlar daha önceden de insanların güvenlerini kullanarak ihanet etmişlerdi. Bunu Müslümanların unutmaması gerekir.
Allah Bedir savaşının ardından esirlerle ilgili gönderdiği ayetlerle, ganimet konusunda olduğu gibi, Müslümanları ciddi bir şekilde eğitime almış. Onlara oluşturacakları kimliğin, kişiliğin kurallarını belirtmişti. Bedir savaşından sonra olan olmuştu. Asıl önemli olan bundan sonra olacaklardı. Bedir savaşıyla Müslümanların önüne açılan zaferler, bundan sonra da devam edebilirdi. Müslümanlar gelecekte kazanacakları zaferler arkasından nasıl davranmaları gerektiğini bilmeleri gerekiyordu.
İyice güçlenmeden, düşmanlara kesin korku salmadan, düşmanların saldırılarından emin olmadan esir almayın. Esir alırsanız onlar üzerinden çıkar sağlamayın. İslam’a inanmayan, İslam düşmanlarını Müslümanlara eğitici atamayın. Müslümanların onurunu, şerefini daima üstün tutun. Müslümanların inandığı İslam’ı, İslam’ın ilkelerini insanlığa gösterin. Müslümanlar olarak, insanlar arasında, sevgiye, saygıya, paylaşıma dayalı yaşamını öne çıkarın. Dünyada daima, barışı, huzuru, esenliği öne çıkaran, bunu sağlamak için çalışanlardan olur. Hiçbir toplumun, dini ne olursa olsun, aklı, iradesi, yaşamı üzerinde egemenlik kurarak onları köleleştirmeyin. Ve Müslümanları, Müslüman toplumları her türlü tehlikeden koruyacak tedbirleri her zaman dikkatli bir şekilde alın.
Bu özler önemli özlerdi. İnşallah Rabbimiz bütün Müslümanlara aynı özler içinde hidayet etmesini nasip eder.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.