Düşanna'nın Maceralar Kitabından
[CİLT 1- SAYFA 118]
Morfeus geldi elinde haplarla. Gözlerine baktım, mırıldandım ".... işte burada..." ve cebimden mor hapımı çıkarıp yuttum. Ne mırıldandığımı ben de tam duyamadım. Bir şeyler buradaydı evet ama ne? Öğreniriz dedim ne olsa artık hepten moruz. Yarı zamanlı çalışacaktım belki de Morfeus’ un haplarını yutsam. Sigorta da yaparlardı kim bilir? Olmadı yemek paramı falan karşılarlardı. O zaman hem bu kadar yorulmaz hem de iyi kazanırdım...
Sonra birden Rafael "Kurtar beni kahramanım!" diye seslenmeye başladı. Koşup kurtardım yine o idi, sırma saçlarından tanırım. "Kuleden kurtaramam her seferinde seni... Bazen de başka sırma saçlıları kurtarmam gerekiyor anlamıyorsun beni... Hep aynı rüyada nasıl olayım? Hep aynı rüyada olsam süper kahraman olamam... ee o zaman da ben olamam... ama bil ki seviliyorsun" diye mırıldandım. Ancak bu sefer ses tonumu iyi ayarlamış olacağım ki duydum hepsini sözcük sözcük. Yüzüme baktı, sonra da pencereden dışarıya ve "Hepiniz aynısınız!" diye bağırdı. Ne münasebet der gibi baktım. Bu bizim repliğimizdi sonuçta. Nasıl olur da tüm kadınlar aynı olabilirdi. "Cinsiyet ayrımcılığından dem vurup en büyük ayrımcılığı yaparsınız ha ha! Tüm prensler güçlü, tüm prensesler kurtarılmaya muhtaç! Buna siz inanıyor musunuz bari? Hepiniz aynısınız bakma öyle. Tamam tamam sen biraz değişik olabilirsin ama genel anlamda aynısınız."
Derken bir Osmanlı paşası girdi kuledeki o karanlık odaya, "Bu kadın mı senin masalını ortalığa yanlış yayan ha?" dedi ve kılıcını çekti. Kılıç kullanmayı bilmiyor değildim. Ancak önce bir meseleyi anlamalıydım. "Ben... öhöm ben..." Ben kimdim? Ani bir beyin fırtınası, biraz toz bulutu, biraz kuzey nebulası... "Ben Matmazel Noralyanın Koltuğu" dedim ellerim ceplerimde rahat bir tavırla. Paşa bir anda kahkahayı patlatıverdi ve İstanbul aksanıyla "Ben de koltuk generali, memnun oldum. Söyle bakalım Matmazel oğlumun kulesiyle ilgili ileri geri konuşan sen misin?" dedi. Ne kuleden haberim vardı aslında ne oğuldan ne de konuşmaktan. Öylece bakakaldım. Kılıcı hala bana doğru duruyordu. "Ahh Morfeus!" diye geçirdim içimden.
Bizi dakikalardır izlemekte olan Rafael sonunda sessizliğini bozdu ve huzurlu bir ses tonuyla araya girdi, "Baba bana bana bana yar yolla,yar bulamazsan kar yolla." Paşa bu sözlerden hayli derinden etkilenmiş olacak ki dizlerinin üzerine çöktü ve konuşmaya başladı, "Bu kuleyi sana ben armağan ettim. Bennnn kendi ellerimle.... Çünkü sen yıldızları izlemeyi seversin bilirim... ve bir prensin arada kaçacağı bir yeri olmalıdır ona özel. Kendini bulabilmen için yaptım, dinlenebilmen için, dinleyebilmen için, anlatabilmen için... Bir gün birinin gelip de senin kulenden kendisine masallar yapacağını bilemedim oğul. Yok efendim kuleye bir kızı kapatmışlar da saçlarını uzatmış da kuleden atmış da prens onu kurtarmış da...Kulenin dibinde bir daş olaydım, olaydım da bunları duymamaydım". Daha fazla dayanamayan Rafael babasının yanına eğilerek, "Baba ne de olsa rüyadayız hepimiz. Bilirsin rüyalar biter... Sonra herkes kendi rüyasına dağılır." dedi. Sonra dönüp bana baktı.
Söz sırası bendeydi biliyordum ama ne söylemem gerektiğini bilmiyordum. Rüya da bitmek üzereydi ve ben mutlu sonları severdim. Rafael ve Paşa Babayı kuleden kurtardım ve evlerine bıraktım. Hiç konuşmadık yolda. Oraya geri gideceklerini de biliyordum yine karşılaşacaktık. Yine de konuşmadık. Kapıda durduk, yağmur yağıyordu inceden. Gözlerimizi kaldırıp gökyüzüne baktık. Sabah oluyordu evet... Ağır ağır indi göz kapakları. Üstlerini örttüklerinden iyice emin olduktan sonra cebime doldurduğum çekirdekleri çitleyerek Çamlıca tepesine doğru yola koyuldum. Hepimiz biliyorduk "kolay değil yaşamak" ve rüyalarda süper kahraman olmak.