- 516 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
SİNEMACI fikret - 49
Köye döndüğünde babasının gözleri yaşardı. Fikret’in tavırlarında, hareketlerindeki değişiklik aslında biraz da komikti. Henüz tüy şeklinde olmasına rağmen, pos bıyıklıymış gibi, hapishane havasını yansıtmaya çalışan tuhaf davranışları vardı. Geçmiş olsun dileğinde bulunanlara, sağ elini kalbine götürerek cevap verişi de dikkat çekiyordu. Ertesi sabah İstanbul yolunu tutup film aldı ve sinemacılığa kaldığı yerden devam etti.
O günlerde telefon, her köyde sadece birer tane, o da muhtara yakın bir yerde ya da köy kahvelerinde olurdu. Santral yardımıyla köyden köye konuşmak mümkündü sadece. Muhtarlar ise, kaymakamlık ve benzeri resmî kurumlarla bu telefonlarla haberleşirlerdi. Kurtköy’deki telefon da, muhtarın kahvesindeydi. Oradan hem sevdiği, mektuplaştığı kızın, hem de bıçakladığı çocuğun oturduğu kendi köyüne telefon etmek aklına geldi. Bu hareketi bile, hapishane hayatının etkileriydi. Çocukluk arkadaşlarından biriydi köy kahvesindeki telefonu açan.
’’ Alo Recep. Benim, Fikret. ’’
’’ Yahu sen hapis değil misin ? Oradan mı arıyorsun ? ’’
’’ Ne hapsi yahu ? Çoktan çıktım ben. ’’
’’ Çıktın mı ? ’’
’’ Evet, çıktım. ’’
’’ Nasıl olur yahu ? ’’
’’ Basbayağı oluyor işte. Yarın köye geliyorum ; görüşürüz. ’’
’’ Sakın gelme köye. Necdet’le kapışırsınız. ’’
’’ Kim korkar Necdet’ten ? Ona da selâm söyle istersen ; yedi altmış beşliği belime takıp geleceğim. İsterse görüşürüz. ’’
Aslında hiç bir zaman bir tabancası olmamıştı. Alacağı bir yer de yoktu. Hapishane hayatı ona böyle blöfler yapmayı da öğretmişti.
Ertesi gün yanında bir tırnak çakısı bile olmadan , söz verdiği şekilde , hiç düşünmeden köye gitti. Aslında çoktan duyulmuştu hapisten çıktığı ve o gün köye geleceği. Üstelik silâhlı olarak geleceğini söylediği de duyulmuştu ; hem de yedi altmış beşlik tabancası ile.
Köyün alt başında, caminin karşısında, kulübeyi andıran, küçük bir kahve vardı. Gençler genelde o kahveye çıkarlardı. Doğruca oraya gitti. Kapıyı açıp, hapishane kabadayılarına mahsus hareketiyle, selâm verip bir kenara oturdu. Necdet ve beş arkadaşı, onu nasıl karşılayacaklarını, ne yapacaklarını düşünmek, konuşmak için toplanmış gibi bir arada oturuyorlardı. Eğer cesaret edip Fikret’le kavgaya tutuşsalar, aralarına alıp, top gibi oynamaları hiçten bile değildi. Fakat, silâhlı olarak geleceğini duymuş olmaları, daha bir ay önce Necdet’i öldüresiye bıçakladığını bildikleri için korkuyorlardı. Nitekim, hiç biri kavga edecek, çatacak, hatta lâf atacak cesareti bile gösteremeyince Necdet, hiddetle kalkıp dışarı çıktı. Peşinden de beş arkadaşı onu takip ettiler. Fikret, yerinden bile kımıldamayarak, ayak ayak üstüne atmış, çayını yudumluyordu.
Bir süre sonra köy karıştı. Necdet, evlerine babasının av tüfeğini almaya gitmişti. Durumu fark eden annesi müdahale etmiş, oğlunun elinden tüfeği almaya çalışıyordu. Haber verilen köy muhtarı Fikret’in bulunduğu kahveye öfkeyle girdi.
’’ Milletin başını belâya mı koyacaksın sen ? ’’ Bunu söylerken gömleğinin yakasından tutmuş hatta bir kaç düğmesini de koparmıştı.
’’ Ne belâsı muhtar ? Köyüm değil mi benim ? Gelmem yasak mı ? ’’ Ayağa kalkan Fikret’in bu hareketi karşısında biraz yumuşadı muhtar.
’’ Oğlum, daha bir ay önce bıçakladın çocuğu. O da genç ; sana çatmadan durur mu ? Hiç değilse bir süre gelmesen ölür müsün ? ’’
Dışarı çıktıklarında Necdet’i görememişti ama neredeyse bütün köylü sokağa çıkmıştı. Hemen herkes kız yüzünden kavga ettiklerine inanmış ve bu konuda çeşitli lâflar söylemeye başlamışlardı.
’’ Madem seviyorsun, istet gitsin kızı oğlum ! ’’
’’ Daha yaşınız kaç, başınız kaç ? ’’
’’ O kızı sana yâr etmezler oğlum .’’
’’ Ohooo ; Zehra seni çoktan unuttu. Yenisini buldu bile oğlum. ’’
En çok da en son söylenen söz etkiledi. Gerçekten de vazgeçmiş miydi ondan sevdiği, başkasını bulmuş muydu ? O kalabalıkta uzaktan gördüğü, kendisinden kaçtığını hissettiği sevdiği, başkasını bulduğu için mi öyle soğuk davranmıştı ? Sadece bir ay ayrı kalmıştı ondan. Bu kadar kolay mıydı vazgeçmek ?
Köyüne döndüğünde içini bir kurt kemirmeye başlamıştı. Evlerinde kaldığı akraba çocuğunun gelmesiyle duyduğu dedikoduların doğru olduğunu öğrendi ve beyninden vurulmuşa döndü. Hemen bir mektup yazıp kıza vermesini ve cevabını mutlaka, en kısa zamanda getirmesini istedi çocuktan.
Bir kaç gün sonra gelen mektupda, kız başkasını bulduğunu inkâr etmiyor ve şöyle diyordu :
’’Sen bana hapishaneden gönderdiğin mektupta ’’ Ben burada on-on beş yıl yatacağım. Yani benden sana hayır yok. Sen beni unut ve kendine başka bir hayat kur ’’ dememiş miydin ? ’’
Devam edecek.
Fikret TEZAL
YORUMLAR
Demek ki yürekten sevme yokmuş yoksa beklerdi türk flimlerindeki gibi,tebrik ederim saygılarımla.