- 549 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
SİNEMACI fikret - 48
Eve vardıklarında akraba kadından olayı gizleyemedi. Kadın hemen elindeki bıçağı alıp sakladı. Biraz sonra da olay tüm köyde duyulmaya başladı. İnsanlar sokaklara hatta Fikret’in misafir kaldığı evin etrafına toplanmaya başladılar. En yakın akrabaları olan Musa , olayı duyar duymaz , köydeki bir minibüsü mezarlığın arkasına çektirip o eve koştu. Fikret’i gizlice evden çıkartıp, arka sokaklardan yürüyerek mezarlığa ulaştılar. Orada bekleyen Tempo marka minibüsle köyden uzaklaşıp doğruca Pendik’in yolunu tuttular. Yolda Musa’nın ,yoluna çıkan çocuğun durumu hakkında söylediklerine inanmakta zorlandı. Vurduğunu bile hatırlamıyordu. Üstelik ayrıldıklarında dimdik karşısında durduğunu gözleriyle görmüştü. Aklına, kendisinden sonra başkasıyla da kavga edip bıçaklanmış olabileceği geldi.
Pendik’te Fikret’in annesinin evine yakın bir yerde minibüsü durdurup indi Musa. Orada beklemelerini tembih edip eve doğru tek başına yürüdü. Ferruh ağabeyinden bir kaç yaş daha büyük olan Musa, uzun boylu, güçlü, onlara daima elinden geldiğince sahip çıkmaya çalışan, Mustafa dayılarının oğluydu. Köyde, Arnavut Musa derlerdi ona. Babası da Arnavut Mustafa idi. Biraz sonra Ferruh ile birlikte döndüler arabaya. Ferruh sarıldı kardeşine.
’ Ah be Fikret’im ; ne yaptın öyle ? ’
’ Yoluma çıktı ağabey. ’ Musa karıştı söze.
’ Şimdi ne yapacağımıza karar verelim Ferruh ! ’
’ Nermin ablama gidelim, Soğanlık’a . Burayı mutlaka ararlar ama orayı bilemezler. ’
’ Doğru. Soğanlık’a çek İbrahim ağabey. ’
Babasının yanına gittikten sonra sadece bir defa Kurtköy’deki kahvelerinin bitişiğindeki bakkal dükkânında görmüştü Nermin ablasını. Şimdi, yıllar sonra, saklanmak için gidiyordu onun evine. Biraz merak, biraz da şaşkınlıkla karşıladı Nermin onları. Fikret’i gördüğüne de çok sevindi. Sarıldı, ağladı bir süre. Sonra meseleyi öğrendiğinde ise üzüldü. Bu arada, kocasının bir süre önce büyük oğlu kucağındayken geçirdiği bir trafik kazasında öldüğünü ve hatta iki kızı, bir erkek, toplam üç çocuğu olduğunu o gün öğrendi Fikret.
’ Siz hiç merak etmeyin ; burada hiç kimse bulamaz. Saklarım ben Fikret’imi ! ’ deyip hemen bir yatak serdi.
’ Biz daha sonra ne yapacağımıza karar verip yine geliriz. Sen bizden haber bekle ve ablanın yanından ayrılma. ’
’ Olur ağabey. Bir yere ayrılmam, beklerim. ’
Kurtköy’deki evlerini Jandarma bastığında çok şaşırdı babası. ’ Oğlun adam bıçaklamış ! ’ dediklerinde ise inanmakta zorlandı. Sonrasında ise endişeye kapılmaya başladı. Sabaha kadar gözüne uyku girmeden, erkenden kahvesini açmaya gitti.
Ferruh ile Musa ertesi gün Jandarma karakoluna gidip karakol komutanı ile göröştüler. Komutanın anlattıklarından teslim olmasının daha iyi olacağını anladılar. Yine birlikte Soğanlık’a kadar gidip durumu Fikret’e de anlatıp onu da yanlarına alıp, Jandarma karakoluna teslim ettiler. İfadesi alınan Fikret bıçağın film kesmek için kullandığı küçük bir çakı olduğunu, olaydan sonra da paniğe kapılıp yandaki bahçeye attığını söyledi. Tarif ettiği bahçede arama yapan Jandarmalar bıçağı orada bulamadılar. Hakim karşısına çıkartıldığında da aynı ifadeyi tekrarladı ve tutuklanarak Üsküdar Paşakapısı Cezaevi’ne götürüldü.
Necdet, göğüs hizasından aldığı beş bıçak darbesi sonucu komaya girmiş ve hayati tehlike yaşamaya başlamıştı. Bu yüzden Fikret’in tutuklanması da kaçınılmaz olmuştu. Onsekizine yeni varmıştı. Sinemacılık sayesinde kendine iyi bakmaya başlamıştı. Bakımlı ve çocuksu görünümü yüzünden sübyan koğuşuna verildi. Koğuşa gitmeden önce saçları sıfıra vurulurken, bıyık bırakmanın serbest olup olmadığını sordu. Yine seyrettiği Türk filmlerinin etkisiyle, bıyıklı bir mahkûm olmak istemişti. Suçunun ’ Adam öldürmeye teşebbüs ’ olduğunu öğrendiği ve bıçakladığı çocuğun hayatî tehlikesinin devam ettiğini , katil olmasının mümkün olduğunu bildiği halde hiç de korkmuyor, çok anlamlı bir iş yapmışcasına gururlu bir tavır takınmıştı. Yaptığından utanç ya da pişmanlık duymuyordu.
Verildiği sübyan koğuşunda mahkûmların en yaşlısı olduğu belli olan, yirmili yaşlarda Adem adında biri oradaki herkese hükmediyordu. Suçunun adam yaralamak olduğunu öğrendikten sonra oldukça iyi davrandı Fikret’e. Çünkü koğuştaki kırkdört mahkûmdan, kendisi dahil, kırkiki tanesi hırsızlık zanlısı idi . Diğer iki tanesi de hırsızlık yaparken adam yaralamışlardı.
İki katlı ranzalardan birinin üst katı verildi Fikret’e. Adem, adeta korumasına almıştı. Bu da onu daha çok gururlandırdı. Kafasını kızdıranı fena halde dövüyordu Adem. Kısa sürede herkesin bitli olduğu gerçeği ile yüzleşti Fikret. Yıllar önce kurtulduğu beyaz, mor küçük böceklerle burada tekrar tanışacaktı. Yaşlı gardiyan koğuşa geldiğinde herkes toplanıp karşısında içtima oldu. Adem, yeni bir mahkûmun daha geldiğini söylediğinde tanışmak istedi gardiyan. Uzun boylu, bıyıklı, sert bakışlı ve yaşlıydı. Karşısında duran çocuğu tepeden tırnağa inceledikten sonra sormaya başladı.
’ Suçun ne senin ? Ne halt işledin de düştün buraya ? ’ Fikret, başını dik tutarak, utanmadığını haykırır gibi, gururla cevap verdi.
’ Adam bıçakladım efendim. ’
’Neee ! Adam mı bıçakladın ? Sen mi ? ’ Şaşırmıştı adam. Yılların gardiyanıydı. Bu tiple adam bıçaklamak hiç de aklın alacağı, pek rastlanan bir şey değildi doğrusu. Fikret devam etti.
’ Gece yoluma çıktı efendim. Ben vurmasam o beni vuracaktı. Kendimi korudum. Nefsî müdafaa yâni.’
Adam başını iki yana sallayarak ;
’ Hay senin bıçakladığın adamın a..sını, av..ını.’ diye sövmeye başladı. Daha sonra yoklama alıp çıktı.
Bir şeyinin çalınmaması için Adem’in özel olarak yaptığı tembihlemeye rağmen, hapishane girişinde parasının bir kısmına karşılık aldığı markaları ilk geceden çalınınca, Fikret’in durumu ilettiği Adem tüm koğuşu karşısına çekip, bir kaç tanesini de tokatlayarak olayı kimin yaptığını öğrenmeye çalıştı. Hapishane idaresi de olaydan haberdar edilmesine rağmen markalar gitmişti bir kere. Tüm parasına karşılık marka almamasını tavsiye eden yetkiliye bu sayede hak verdi ve minnetkâr kaldı Fikret. Tekrar bir miktar daha marka aldı.
Belli saatlerde bahçeye hava almaya çıkılıyor, yetişkinlerin kaldıkları koğuşlara gidilmiyordu. Özellikle çok sevilen mercimek çorbasının da satıldığı kantin de yetişkinlerin olduğu taraftaydı. Buraya gizli de olsa Fikret de gidip mercimek çorbası alabiliyordu.
Bir kaç gün sonra babası, eski kahvelerinin sahibi İbrahim ağa ve sevdiği kızın köyünden bir arkadaşı da ziyarete geldi. Bu arkadaşı Necdet’in durumunun çok ağır olduğu haberini getirip biraz moralini bozsa da sevdiği kızdan getirdiği lâvanta kokulu mektupla çok mutlu etmişti onu. Ertesi hafta cevabını almak için tekrar gelecekti. Mektubu defalarca, koklayarak okudu Fikret. O lavanta kokusu mutluluğuna mutluluk katmıştı.
İşlediği suçun mahiyeti ve cezası hakkında çeşitli görüşler duymaya başladı. Hemen herkes , nefsi müdafaa da olsa, belden yukarı beş bıçak atmanın, tamamen öldürmeye teşebbüs sayılacağı ve on- on beş seneden aşağı ceza almayacağını söylediler. Öyle ki, Fikret de muhtemelen böyle bir ceza alacağına iyice inanmıştı. Vurduğu çocuğun ölmüş olabileceği şeklinde bile haberler gelmeye başlamıştı kulağına.
Mektup getiren arkadaşının cevabını almaya geleceği gün yaklaşmaya başladı. Yine seyrettiği Türk filmleri beynini kemirmeye başlamıştı. Böyle durumlarda jönler, sevdiklerine kendisinden umudu kesmelerini, yıllarca bekleyip de ziyan olmamalarını, unutmalarını, başka hayatlar kurmalarını tavsiye ediyorlardı. Sevdiği henüz onbeşindeydi ama, onbeş sene sonra otuzunda olacak, eğer onu beklerse ihtiyarlamış olacaktı. Kendisini beklemesini isteyemezdi ondan. Böyle bir hakkı yoktu. O yüzden de ’ Benden sana hayır yok artık. Benim gençliğim bu hapishane köşelerinde çürüyecek. Ne yapalım kaderim böyleymiş. Sen beni bekleme. Başkasını bul ve kendine yeni bir hayat kur. ’ diye yazdı mektubuna. Lavanta kokusu değil ama bir kaç veda öpücüğü kondurup gönderdi mektubunu sevdiği kıza.
Hemen hemen herkesin ortak fikri olan, en geç bir ay içinde mahkemeye çıkarılacağı düşüncesi gerçekleşti. Ertesi gün mahkemeye çıkarılacağı söylendi. Yine hemen herkesin , en az on-on beş yıl ceza alacağına kesin gözüyle bakmasına karşın, onun içinde bir tahliye umudu yeşermişti. Namaz kıldığı günlerin alışkanlığı ve inancı gereği, temiz ve abdestli olarak hakim karşısına çıktığında, mutlaka olumlu bir sonuç alacağına inandı. Mahkeme sabahı, bir kova soğuk suyla tuvalette duş alıp öyle çıktı yola. Hiç bir karamsarlık yoktu içinde. Sanki gizli bir ses ona, güzel şeyler olacağını müjdelemişti.
Biri kalbe yarım santim yaklaşan beş bıçak darbesi alan Necdet, onüç günlük komadan ve ameliyattan sonra iyileşmiş, hastaneden taburcu edilmişti. Mahkemeye birlikte çıkarıldılar. Olayı tekrar olduğu gibi anlatan Fikret’in sözlerini inkâr edemedi çocuk. Gerek kendiliğinden teslim oluşu, gerekse mahkemedeki iyi halini göz önünde bulunduran hâkim tahliye kararı ve tutuksuz yargılama kararı verdi. Fikret sevincinden deliye dönerken Necdet çok kızdı bu işe.
Evrakların hapishane yönetimine ulaşması ve oradan tahliye edilmesi için tekrar hapishaneye dönen Fikret, tahliye haberi verdiğinde koğuşta çok soğuk rüzgârlar esmeye başladı. Çok daha basit sayılan suçlardan aylardır orada yatan çocuklar isyan ediyorlar, küfürün her türlüsünü savuruyorlardı. Sadece çalıntı bisiklet, saat gibi eşyalar satın almaktan, altı aydır orada yattığını söyleyenler bile vardı. Bir kaç saat sonra, hepsinin şaşkınlığı arasında, mutluluktan gözleri parlayarak, hepsiyle vedalaşıp oradan ayrıldı Fikret.
Bu defa ilk önce annesinin evine uğrayıp hem annesini görmek hem de ağabeyine teşekkür etmek istedi. Annesinin yeni eşinden olan kardeşi Belma oldukça büyümüştü. Sekiz- dokuz yaşlarında olmuştu ve o ilk defa görüyordu. Annesi de ağabeyi de çok sevindiler. Annesi başındaki bitleri fark edip üzerini değiştirmesini, duş almasını istedi. O duş alırken çıkardığı giysilerdeki bitleri görünce çığlık çığlığa ağlamaya başladı. Daha sonra temiz çamaşırlar, kıyafetler verip, hazırladığı sofraya hep birlikte oturdular. Yılların hasretini gidermek işte öyle bir güne nasip oldu.
Devam edecek.
Fikret TEZAL