- 1224 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
KECÌ(K) BURCUNUN HÍKAYESÍ
KECÌ(K) BURCUNUN HÍKAYESÍ
Çok eski zamanlardı. Mezopotamya ovasında yaratıcının en sevdiği şehirde günler çabuk geçiyordu. Surlara taş ören duvar isçileri sık sık ara veriyor, Dicle ovasından getirttikleri karpuzları iştahla yiyerek serinlemeye çalışıyordu...
Bir telaş vardı şehirde. Halk, henüz bir savaştan çıkmıştı ve şehir uzun bir zamandan sonra Mecusilerin elinden alınmıştı. Hıristiyan Romalılar aylar süren bu olağanüstü savaşı kazanmış olmanın verdiği hakli gururu hanlarda şarap içerek kutluyordu. Romalılar şehre girdikten çok kısa bir süre sonra sam ve badattan taş ustaları getirtmiş, şehrin aylar süren bu savaşta çok ağır yaralar alan surlarını, değirmenlerini, köprülerini onarmaya koyulmuştular. İmparator bu şehrin elde edilmesine çok önem veriyordu ve bu yüzden olacak ki en iyi valilerinden birini şehre hükmetmeye göndermişti...
Şehre yeni gelen vali bütün gün at sırtında şehri gezmiş, kentin eski sakinleri olan Mecusilerin tapınak olarak kullandıkları burcu bir rahibe manastırı yapmaya karar vermişti. Amacı bu bütün evsel ovasını tepeden gören bu yerin dini atmosferine zarar vermemekti...
Savaşın üzerinden iki yıl geçmişti. Yaralar sarılmış, kentin savunması olan surlar onarılmış, Mecusi tapınağı, Hıristiyan rahibeler yetiştiren bir manastır olmuştu. Şehrin daimi sakinleri olan Kürtler bu manastıra "keçik manastırı" demişti. Manastır uzun yıllar boyunca kullanılmış, inzivaya çekilmek isteyen Avrupalı kadınların en çok tercih ettikleri yer olmuştu. Bu yerin yaşlı kadınlarla dolmasını istemeyen vali keçik manastırını ilk günlerindeki gibi genç kızlarla doldurmuş, yaşlıların manastırı kullanmasını yasaklamıştı. Artık Roma imparatorluğunun her kösesinden genç Kızlar burada rahibelik eğitimi alıyor, dini bütün hanımlar olarak dinlerine hizmet ediyordular...
Jirme Atinalı zengin ve soylu bir ailenin kızıydı. On yedi yaşındaydı. Sapsarı saçları ve olağan üstü güzel yüzüyle Amed halkının daha önce görmediği bir kızdı. Jirme bir sabah herkes uyurken şehrin Urfa kapısından at sırtında girmiş, caddede devriye gezen askerlere sora sora keçik burcunu bulmuştu. Roma askerleri günlerce Atinalı kızı elde etmenin hayaliyle yaşamış, jirmeyi bir defa olsun görebilmek için manastırın kapısından ayrılmaz olmuştular...
Jirme manastırdan hiç çıkmamıştı. Yirmi yaşına girene değin sadece keçik manastırının küçük penceresinden görmüştü dünyayı. Öyle ki aylarca onun güzelliğiyle sarhoş dolanan roma askerleri bile Jirmeyi unutmuş, manastır eski sakinliğine kavuşmuştu. Jirme sadece tanrı için ibadet ediyor, İnciller okuyor ve her gün bir kaç parça ekmek yiyerek yaşıyordu. Rahibeler Jirmenin bir mucize olduğunu düşünüyordular. Çünkü üç yıl boyunca tanrıya ibadet edip günde bir kaç lokmayla yasayan bu genç kız kilosundan hiç bir şey kaybetmemiş, geldiği günkü gibi güzel kalmayı başarabilmişti. Rahibelere göre bu ancak tanrının bir mucizesi olabilirdi.
Jirme bir yaz gününde bir anda rahibelerin karşısına dikilmiş ve o yılki kelek festivaline katılma isteğini bildirmişti. Hem rahibeler hem de arkadaşları bu olaya çok sevinmiş, Jirme için evselden en büyük ve en güzel karpuzu getirmiştiler.
Jirme, kendisi için getirilen karpuzu oymuş, içine toprak doldurmuş, toprağa bir kaç tane mum saplayıp kelek festivaline hazırlanmıştı. Güneş batmış, rahibe manastırındakiler en son gitmişti dicleye. Askerler yıllar önce görüp unuttukları bu güzel kızı uzun bir aradan sonra tekrar görmenin sarhoşluğuyla festivali unutmuş, Jirme tarafından fark edilmek için artik soytarılık derecesine varan davranışlarda bulunmaya başlamıştı. Kelek festivali çok güzel geçmiş, dicleye bırakılan bütün kelekler cennetin yolunu tutmuşlardı. O aksam jirmeye de bir şeyler olmuştu. Yıllar boyunca tanrıdan başka sevgilisi olmayan bu rahibe, festivalde bir askere âşık olmuştu. Tüm şehirde bu ask konuşuluyordu çünkü hem jirme şehirdeki en güzel kızdı hem de âşık olduğu asker cesareti ve yakışıklılığıyla tüm mezopotamyadaki kızların hayalini süsleyen bir Kürt çocuğu olan bir savaşçıydı. Jirme artik her gece pencerenin kenarında oturuyor, manastırın altında bekleyen sevgilisiyle konuşuyordu. Zamanla iki sevgili herkes uyuduktan sonra gizlice buluşup sevişmeye başlamıştılar. Bir kaç ay önce tanrıdan başkasını tanımayan bu kız artik tanrıyı tamamen unutmuştu. Bir gece iki sevgili evseldeyken askerler tarafından yakalanmıştı. Jirme manastırda kilitlenmiş, sevgilisi de idama mahkûm edilip keçik manastırının önünde idam edilmişti. Zavallı askerin cesedi haftalar boyunca orda kalmış ve nihayet jirme sevgilisinin ipte asılan cesedini görmüştü. Günlerce Amed sokaklarında deliler gibi dolasan jirme sonunda biraz kendine gelip kendisini almaları için ailesine mektup yazmıştı. Soylu ailesi, zamanında soylu akrabalarının oğluyla evlenmeyi reddedip Mezopotamya ovasındaki manastıra kapanan jirmeye sert bir cevap yazıp onu Atina’ya aldırmayacaklarını, hatta jirmeyi bundan sonra ailenin bir ferdi olarak kabul etmeyeceklerini bildirmiştiler. Jirme aldığı bu sert mektubu okuduktan sonra artik iyice çıldırmış, ailesini ve sevgilisini kaybederken olanları izlemekle yetinen tanrıya isyan eder olmuştu. Sonra bir yaz gecesi kendini keçik manastırının tepesinden evsele bırakıp öldürmüştü. Bu ardı ardına yaşanan sarsıcı olaylardan sonra halk jirme ve masum Kürt askeri için ayaklanmış, iki sevgilinin cesedinin yan yana gömülmesi için gerekli izni almıştı. Jirme ve masum sevgilisi evselin bir kösesinde bütün şehir halkının katıldığı görkemli bir törenle toprağa verilmişti. Artik Amed’deki rahibe manastırı eski çekiciliğini kaybetmiş, hatta bu olay Doğu Roma imparatorunun kulağına kadar gitmiş ve imparator şehir valisini başkent Konstantinopolis’e çekip yerine yeğenini göndermişti. Şehrin yeni valisi görev başına gelir gelmez zengin ve soylu sınıfın lanetli ilan ettiği manastırı kapatıp bütün genç kızları evlerine göndermişti. Manastır da o günden sonra sadece askeri amaçlarla kullanıldı...
Her zaman olan şey yine oldu. Bu olağan üstü acıklı olay bir kaç yılda unutuldu. Jirme ve masum sevgilisinin mezarı vardı, bugün o mezarların nerede olduğu bilinmiyor. Durum o kadar üzücü ki... Bu öyküyü okuyan insanlar anlattığım olayı bir efsane sanıyor. Hiç bir tarih kitabında anlatılmamış çünkü bu olay. Nasıl anlatılır ki; hangi ülkenin ya da şehrin tarihinde orada yaşayanların işlediği suçlar, ayıplar anlatılır? Ah benim aptal kafam, bu anlatılanlara kim inanır ki? Hem niye ben bu olayı yüzyıllar sonra anlattım ki? Jirme ve masum sevgilisinin aşırı acıklı kaderini anlatıp neden onlara ihanet ettim ki?
SON
Yunus ÖKLAV
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.