- 1254 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
ŞAİR BABA VE DAMDAKİLER
Nazım Hikmet’in hapisanede yetiştirdiği köylü çocuğu Balaban’ın yazdığı kitap, Şair Baba Ve Damdakiler...Bu kitabın yazarı olan Balaban, Bursa’nın Seç köyünde doğdu. Doğduğu köyde okudu ve tarım işçiliği yaptı. Adam öldürüp katil olduğunda henüz 16 yaşındaydı.
Burası Bursa damı:Şimdi 14. koğuştayız yıl 1937 Kasımın 24’ü. 14. koğuş tutuklular bölümü ve Balaban anlatıyor: ’Her tutuklu kendince kıpırdanıyor. Altı kişi güpegündüz yataklarını sermiş mumyalanmış gibi yatıyorlar Soluksuz gözleri tavana çivilenmiş düşlerini görüyorlar uyanık. Üç kişi pencerede örümcek ağına takılı sinekler gibi. Pencerelerdekilerden biri imdat istercesine bağırıp türkü söylüyor. Sekiz kişi kumarda. Ütülen ütene saldırmaya hazır. İki kişi bir volta atıyor. Dört kişi çorba içiyor karavananın başında. Beş kişi daha camiye girer gibi koğuşa girdi. Böylesine kıpırtılı, gürültülü koğuşta gösterilen yere sırayla namazdaki gibi oturdular. Oturduk.’
Ve bir başka bölüm:’Dışarıya bir gardiyan çıktı hemen kapandı kanat. Gene açıldı, kara giysili bir kadın çıktı dışarı. Hemen kapandı kapı. Görüşçüler içeri girmek için sırada. Sıranın önündeki kadını iki kara giysili üstünü ararken sordu: Adın ne? Aşe oğluma geldim hemde bubasına. Ulan burada 300 tane oğul 500 tane baba var be’
Balaban anlatmaya devam ediyor:
1943 yılının İlk Baharı, dışarıyı bilmem ama içeride açlık var. Amanıııın bu ne biçim insan. İşte bir adem baba ’Sen kimsin?’çöp tenekelerinden bir şeyler bulup yiyorsun be kardeşim._Ben açım ağabey!...’
Bende açım ama, sen aç kere açsın. Allah kahretsin bu açlığı.Çok açım. Soğan kırıntılarını buluyorum da.
Peki peki anladım. Gel arkam sıra.
İbram Ali önde, Adem baba arkada yürüdüler, gittiler koğuş bakkalına.Ver bakalım Adem babaya beş kuruşluk ekmek, beş kuruşlukta peynir. Peynir iyi gelir açlığa.
Adem babanın yüz<ü, göle yatmış bir dombay derisi sanki. Gözleri ekmekle peyniri görünce anasını görmüş çocuk gibi sevindiler. Adem babanın elleri yüzünden kirli kocamandı. Bu kocaman kirli eller ekmekle peyniri bir kuş yavrusu tutar gibi tuttu.
Yanlışsa düzeltin, yanılıyorsam bağışlayın ama ben diyorum kiNazım Hikmet’te yazsaydı bu kadar yazardı ve daha iyi anlatamamıştır Knut Hamsun romanlarında açlığı aç adamın halini.
_Şimdi şair baba ve damdakilerden bir kaç tümce daha:_Gecenin içinde bir adam farkında olmadan yaklaşıyordu gecenin içindeki adama. Mapusanede ölmek acıydı. Ama mapusanede gömülmek hepsinden beter.
Ve karşılıklı bir konuşma:
Bu kitaplar senin mi?
Benim.
Tahsilin
Seç köy okulunun 3. sınıfını pekiyi ile bitirdim.
Neden okuyorsun bunları?
Neden yazmışlar bunları?
İşte böyle bir kitap Balaban’ın yazdığı şair baba ve damdakiler. Balaban 40’lı yılları ve mapusaneyi kelimelerle adeta bize yaşatıyor.
Şair baba ve damdakiler adlı kitabından pasajlar aktardığım İbrahim Balaban, Şair Nazın Hikmet’in Bursa cezaevinde yetiştirdiği bir köylü çocuğudur. Nazım Hikmet annesi Celile hanımdan resim üzerine tüm öğrendiklerini öğretir Balaban’a. Romanın baş kahramanı İbram Ali’ki İbrahim Balaban’dan başkası değildir. İbrahim Balaban Nazım’ın mapusanede mahkumlara öğrettiği aynacılık,saatçilik, dokumacılık gibi zanaatlarda pek dikiş tutturamasa da çok iyi bir ressam olarak yetişir.Çünkü onun en büyük tutkusu, asıl tutkusu vazgeçemediği resimdir.
İbrahim Balaban henüz 16 yaşındayken katil olup mapusaneye düşmüş ve sübyan koğuşuna verilmiştir. Resim çizerken İbram Ali’yi hayretle ses çıkarmadan seyreder çocuklar. Ve çocuklar ressam kardeşlerine sipariş üzerine sipariş verirler.
’Ali efendi sağdıcım şu mektubun üstüne bir çiçek çiziver. İbram efendi kardaşım şu mektuba bir yürek çiz üstüne bir bıçak.’
Ve bir gün1941 yılının Şubat ayının iki yada üçüncü günü 53. koğuşta ’Üstad’ yani Nazım Hikmet. İbram Ali’nin güzelce giyinip kuşanıp, kravat takıp, saçlarını tarayıp, model duran İbram Ali’nin resmini yapar ve Balaban o günden başlayarak şair ressamın öğrencisi olur.
Şair resmi çizip dururken elindeki kalemi modeline doğru dikey tuttu. Ali onun her kıpırtısından bir anlam çıkarıp, kendince bir şeyler öğrenmeye çalışıyordu...Yüzümü ölçüyor diye düşündü. Her şeyin ölçüsü olur da resmin olmaz mı? Olur elbette ölçsün bakalım bende ölçerim bundan sonra.
İbrahim Ali’nin resmini yaparken, kalemle ölçü alırken, bir yandan da ıslık çalan Nazım Hikmet bir süre sonra ıslığı bırakır, tuvali duvara dayar ve modeline şöyle der:Bu günlük bu kadar, yarın aynı saatte gelirsin devam ederiz. Öğrenci ustasının , onun yöntemini her şeyini öylesine benimsemistir ki, ona hemen ve aynen öykünür. Kendi koğuşuna gider gitmez İbram Ali sazcı Veli’ye seslenir. Otur karşıma çabuk. Ne yapacağım karşında dedi Veli? Resmin olacak resmini yapacağım. Resmi çizmeye başlar başlamaz bir üflük tutturdu. Yüzüne karşı bir tutuyor kalemi bir dikine bir yatay, kulaklar tamam. Bu günlük bu kadar yarın aynı saatte gelirsin devam ederiz dedi İbram Ali. Nazım Hikmet hapisanede hayata yeni bir insan daha yetiştiriyordu.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.