Tanrıların Sessizliği
Anadolu’da bir değil iki Nemrut olduğunu baştan hatırlatayım.. Her ikisi de birbirinden ilginç, görülmeye değer yerler. Biri tarihi açıdan diğeri coğrafi açıdan. Birisi Adıyaman’da diğeri Bitlis’de. Biri Kommagene medeniyetinin hüküm sürdüğü yer, diğeri Mezopotamya sınırları içerisinde kalan yer..Birisi 2200 metre yükseklikte dönemin izini taşıyan kalıntılarla, diğeri ise 2400 metrede sıcak ve soğuk sudan oluşan muhteşem krater gölü görüntüsüyle..
Her ikisini de görme fırsatım oldu ama size bahsedeceğim Nemrut Adıyaman’dan Kahta’dan..Kahta’yı yüksekten tepeden gören tarihi kalıntılardan...
Ulaşımı güç ücra bir yer ama zahmete değer. Hiç olmazsa ömürde bir kez..
Ömürde bir kez ama kuralı,usulü,tarzı var gezip görmenin..
Her istediğiniz vakit değil,
Zamanı saati de var orada olmanın..
Ya sabah vakti erkenden gündoğumu,ya da günüz akşam vakti günbatımı Nemrut’da olunmalıymış. Yani güneşin doğuşu ve batışı izlenmeliymiş zirveden..
……………
Uzunca bir gece yolculuğundan sonra sabaha yakın bir vakit oradayız ve güneşin doğuşunu izleyeceğiz.
Öyle bir yer ki yaz günü sıcaktan kavruluyorsunuz ama gece o vakit dişleriniz birbirine vuruyor, soğuktan adeta sıtmaya yakalanmış gibisiniz.
Hava kurşun gibi oldukça sert. Bir anlam verebilmek zor buna. Yüksekte bir yer ama niçin o kadar sert ve soğuk anlamakta zorlanıyorsunuz.
Sıkı giyinin üşürsünüz,mümkünse battaniye alın deniliyor. Biz söylenenleri dikkate alıyor ve yola tedbirli çıkıyoruz. Yaz günü alttan kışlıkları giyiniyor, üzerimize yün hırkalarımızı alıyoruz ama orda kaldığımız birkaç saat süre içerisinde neredeyse donuyoruz.
…………………
İki gidiş yolu var. Malatya’dan Pütürge üzeri ve Adıyaman’dan. Biz Pütürge üzerini seçiyor ve yola koyuluyoruz akşamdan sonra. Dört saatlik bir yol. Kubbe Dağı başlı başına mesele. Biri bitmeden diğeri başlıyor. Araba daha arkasını düzeltmeden tekrar burnu viraja giriyor ve altüst oluyor içiniz dışınıza çıkıyor adeta.
Kubbe Dağı geçildikten sonra biraz düzlükte ilerliyor ve sonra tekrar tırmanışa geçiyorsunuz. Bir iki yerde çay kahve molası ve arkasından tekrar yola koyuluyorsunuz ve en nihayetinde son sınıra geliyorsunuz. Bundan sonrası yaya katedilecek. Oldukça dik ve sarp..
……………….
Yaklaştığınızda gece karanlığında bir yığıntı görüyorsunuz. Tümülüs denilen bir yığıntı. Ve yığıntının etrafında devasa taştan kayadan figürler.İnsan ve hayvan figürleri.
Günümüzden üç bin yıl önce hangi insan zekası,hangi insan becerisi onlara o şekli verebilir anlamakta zorlanıyorsunuz. Vaktiniz oldukça dar ve koşuşturtup duruyorsunuz oradan oraya. Gece karanlığında ayrıntıyı seçmeniz de oldukça zor. Hava aydınlanmaya başlayınca daha net görmeye başlıyorsunuz etrafı.
Gerçekten bir şaheser karşınızda duran eser. Müthiş bir emek. Müthiş bir zeka ve el becerisi. Nasıl da yontularak şekil verilmiş o taşlara. Kadınlı erkekli dizilmişler tanrılar. Zeus’u,Apollo’su ve diğerleri. Hayvanlar alemi ise bir bir sıralanmış, kartalı atmacası şahini...
İnsan aklının alması zor bir durum gerçekten. Günümüzden üç bin yıl öncesine ait bir medeniyetin olağanüstü kalıntıları.
Bugün için çok zor bence. Bugün böyle bir eseri ne biz ne de başkaları verebilir. Demek ki insan her devirde insan. Hani bazen deriz ya eskiden ne vardı,insanların bildikleri ve yaptıkları neydi ki diye..
Hayır hayır insanoğlu her dönem aklını ve zekasını kullanmış ve ortaya olağanüstü şeyler çıkarmış.
Bu da onlardan biri. Daha yakın zamanda keşfedilen ,bir asrı biraz aşan süreden beri fark edilen bir yer.Yeterince ilginin olmadığı bir yer. Ulaşmak hala mesele. Dünyanın gözdesi olmayı fazlasıyla hak eden bir yer.
…………………..
Medeniyet Kommagene. Kommagene Krallığı yani.. Anlaşılan kral emrediyor. Döneminde ne kadar yontucu yani günümüzdeki adıyla heykeltraş varsa topluyor ve bir ödül koyuyor. Ölümsüzleştirin beni ve medeniyetimi diyor. İlanihaye yaşasın bu eser diyor. Asla kaybolmasın, asırlar sonra bile günümüzün ihtişamı görülsün,fark edilsin, anlaşılsın diyor.
Sıralanıyor bir bir tanrı ve tanrıçalar. Her biri ayrı emek mahsulü. Devasa som kayalar yontuluyor aylar ve yıllarca. Tüm ihtişamıyla cazibesiyle,olağanüstü gizemiyle çıkarılıyorlar ortaya.
Bir şeyi daha gösteriyor bu ölümsüz eser bize. Fiziki özellikler hiç değişmiyor, hep aynı.. O günün insanlarıyla bugününki birbirinden farksız.
Üzerinden binlerce yıl, o kadar yağmur kar dolu,don geçmesine ve yıpratmasına rağmen o varlıklar sanki ilk günkü güzelliğiyle ve ihtişamıyla dimdik ayaktalar. Yıpranmış,sağı solu dökülmüş olsalar da hala ayaktalar. Üzücü olan değerini ve önemini kavrayamamış, sahip çıkamamış olmamız.
Topraklarımızda olması bir lütuf Nemrut’un..Kıymetini kadrini iyi bilmek gerekir..O bir şaheser.
………………..
Kommagene kralı anlaşılan ölümsüzleşmek istemiş bu eserle. Gücünü kudretini asırlar sonra bile hissettirmek istemiş.
Farkında olabilene,
Ulaşıp da görebilene elbet..
Bir gece karanlığında tanrıların sessizliğine şahitlik edebiliyorsanız bir şans..
Hatırlanılması gereken önemli bir şans sizin için..
Yaz sıcağında gece karanlığında; dudağınız titreyerek,dişleriniz vurarak..
Sert ayazı iliklerinize kadar hissederek…
Kemal GÜL
27.02.2014
YORUMLAR
Nemrut koruma kurulu vardır. Bu geniş kapsamlı ekibin onarım ve koruma faaliyetleri yapan birimleri, onarım ve bakım işlerini yürütmeye devam etmektedir. Orda gördüğün, özellikle levha halinde olan figürlerin bir çoğunun onarılmış halleridir. Zaten yan tarafta konteyner gibi bir kapalı alan görmüşsündür. Yerinde onarım işleri orada yapılmaktadır. Bazı eserler ise müzede korunmaktadır.
Ama Nemrut harabelerinin ülkemizde yeterince tanınmadığı konusunda hemfikiriz. Ülkemizde maalesef bu tür yerlere gezi turu olayı pek yaygın değil. Bazı yabancı turist kafileleri akşamdan gelip gün batımını izliyor sonra da gün doğumunu izliyorlar.