- 542 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
HZ. RESULÜN (SA) ÖRNEKLİĞİ / MEDİNE'DE 11 YIL (24)
MEDİNE / MEKKE İLİŞKİLERİ (03)
BEDİR SAVAŞI / OLUŞUMU / ARKASINDAKİ GERÇEKLER (3)
Bedir savaşının ardından oluşan sonuçlarla ilgili çalışmalarımızın ikinci bölümüne geçiyoruz.
Arabistan’ın tamamında Bedir Yenilgisinin doğurduğu sonuçlar.
Mekkelilerin 900 kişilik ordusu, Medinelilerin 300 kişilik ordusuna yenilince Arabistan’da ortalık karıştı. Putperestliğe dayalı Arabistan toplumunun 360 civarındaki putları Bedir’de Araplara yardım etmemişti. Üstelik Mekke’nin reisi savaşta ölmüş. Mekke büyük bir liderden olmuştu.
Mekkeliler; Arabistan’ın tamamında, Kâbe’nin sahipliği unvanı çerçevesinde, putperestliğin korunmasını üstlenmiş olarak hareket ediyor. Bütün Arabistan’a güven telkin ediyorlardı. Bedir yenilgisi bu güveni altüst etti. Araplar “ne oluyor” demeye başladılar. Mekkelilerin propagandası ile “Muhammed ne diyor, ne yapmak istiyor” demeyen Araplar, Muhammed’in başarısının nedenleri üzerinde durmaya başladı.
Ancak; Arabistan’daki savaşçılar, gençler böyle düşünmüyorlardı. Onlar Mekke’ye haberler gönderiyor. Müslümanlara haddini bildirmek için Mekke’ye yardım vaatlerinde bulunuyorlardı. Küçük birlikler halinde savaşmak isteyenler Mekke’ye doğru hareket etmişler. Mekke’nin kendine gelip, Müslümanlara karşı ciddi bir savaş yapmasını istiyorlardı.
Mekke ve Medine üzerinden kuzeye, güneye gelip giden kervanlar, her iki toplumla ilgili haberleri, gittikleri yerlere taşıyorlar. Muhammed’le Mekke’nin kavgasının gittikçe büyüyeceği yorumunu yapıyorlardı.
Arabistan üzerinde karabulutlar dolaşıyordu. Hemen herkes, artık Arabistan’da kan döküleceğini hissediyor. Mekke veya Medine’den birisinin kaybolup gitmesiyle barışın geleceğini düşünüyor. Eskiden beri Mekke ile kurdukları ilişkiler nedeniyle, Mekke’ye saygı gösteriyor. Ama Muhammed’in Medine’de attığı adımlar kafalarını karıştırıyordu.
Arabistan’daki Arapların kafası karışırken, Arabistan’da yaşayan Yahudiler de durumu izliyor. Putperest Arapların yenilgisine sevinirken, Muhammed’in ileride başlarına bela olabileceği hissine kapılıyor. Çeşitli duygular çerçevesinde, eskiden beri ilişki kurdukları Mekke ile aralarını bozmak istemiyor. Açıkça Medine’ye de karşı koymak istemiyorlardı. Zira Medine’de kardeşleri Yahudiler çoğunluğu oluşturuyor. Medine’ye karşı herhangi bir saldırının veya Medine’ye yapılacak düşmanlığın, Yahudi kardeşleriyle aralarının bozulacağını düşünüyorlar. Duyguları değişip duruyor. Olayları izlemenin daha iyi olacağını söylüyorlardı.
Kurnaz bazı Yahudi yöneticileri, hem Medine’yle, hem de Mekke’yle görüşmeler yaparken, görüşmelerde Müslümanlara yakalandıklarında “arayı bulmak istiyoruz” diyorlar. Bunları yaparken çıkarlarını koruma altına almanın kavgasını veriyorlardı. Arabistan’da yaşayan Yahudiler kendi aralarında kabile savaşları yapsalar da, Arapları direkt olarak karşılarına almak istemiyorlardı.
Arabistan tedirgindi. Bedir savaşında Mekke galip gelseydi ortada hiçbir sorun yoktu. Mekkelilerin yaptıkları planlar Arabistan’a yayılmış. Ebu Süfyan’ın kervanının gelişinden sonra büyük bir savaşın çıkacağını biliyorlardı. Putperest Araplara göre, Mekke ordusu, Medine’ye göç eden Mekkeli Müslümanlara, Müslümanlara sahip çıkan Araplara iyi bir ders verecekti. Hatta ikinci aşamada onları kabul eden Yahudiler de dersten nasibini alacaklardı. Her ne kadar bu durumu şimdilik dillendirmeseler de, Yahudilerin Medine’deki Araplarla birlik olup, Muhammed’i Mekke’nin reisi seçmeleri af edilecek bir durum değildi. İbni-i Selül her fırsatta Medine’nin asıl liderinin kendisi olduğunu söylüyor. Medine’yi Muhammed’e teslim etmelerini kabul edemiyordu.
Arabistan’da yaşayan putperestlerin çelişkide oldukları bir durum vardı. Muhammed Kâbe’ye karşı değildi. Araplar gibi Muhammet de Kâbe’nin Allah’ın evi olduğuna inanıyor. Kâbe’deki putlara Araplardan farklı yorumlar getiriyordu. Muhammed Abdulmuttalip’in torunu olarak Arapların bilgisi dışında değildi. Hz. Muhammed Hılful Fudul teşkilatında görev yaptığı süre içinde, birçok Arap’ın hakkını aramıştı. Arap toplumu Muhammed’in ne kadar dürüst, iyi, adil, kimlikli, etik değerleri yüksek olduğunu biliyordu. Üstelik Muhammed Medine’de yaşayan Putperest Araplara kötü davranmamış. Onları mutlaka İslam’a gireceksiniz diye zorlamamış. Barış, esenlik, huzur içinde yaşamanın teminatını onlara vermişti. Medine sınırları içinde yaşayan putperest Araplar Medine’deki durumdan rahatsız değillerdi. Aksine; Mekkelilerin üzerlerine saldırılarından rahatsız oluyor. Rahatsızlıklarını dillendiriyorlardı. Bu yöndeki her haber Arabistan’a yayılıyor. Mekkelilerin haksız olarak yaptıkları saldırılar konuşuluyordu.
Arabistan’ın yapısını bazı açılardan incelemek gerekir. Putperestlik inancını kutsayan, herkese dayatmak isteyen, karşı çıkanları yok etmek isteyenler. Bunlar daha çok kabilelerin zenginleriydi. Zira onlar putperestlik inancıyla toplumda saygın kazanmışlar. Etrafa üç beş kuruş dağıtarak, dinleri için ne kadar hizmet ettiklerini göstermişlerdi. Onların Arabistan’da kurdukları yaşam biçimi, bazı Arapların çıkarlarına uygun geliyor. Bunu sağlayan putperestliğin yaşamasını istiyor. Bu nedenle Mekke’den yana aktif tavır alıyorlardı. Ancak toplumun geneli onlar gibi değildi. Özellikle, köleler, fakirler, yoksullar, toplumun orta kesiminde yaşayan, kıt kanaat geçinen Araplar aynı düşüncede değillerdi. Onlar Muhammed’in yoksula, fakire, yetime nasıl sahip çıktığını görüyor. Onun dini ne olursa olsun ihtiyaç sahiplerine yardım ettiğine inanıyor. İnsanlık erdemleri açısından Muhammed’i karşılarına almıyorlar. Eğer bu konuda bir tercih yapmak zorunda kalırlarsa, onlar Mekke’den çok Medine’ye sahip çıkmayı düşünüyorlardı.
Çoğu fakir olan Arabistan şehirleri, zenginliğiyle, medeniyetiyle öne çıkan Mekke ve Medine şehirlerine gıpta ile bakarken, iki şehrin arasındaki kavgayı istemeseler de seyrediyorlar. Galip gelecek olanın yanında olacaklarının sinyallerini veriyorlardı. Kabilelerinde putlarına taparken, yılda bir kez haç için Mekke’ye geliyorlar. Diğer kabilelerden gelen kardeşleriyle tanışıyorlardı.
Ancak Mekke’nin kalbinden çıkan… Üstelik Mekke’nin ünlü liderlerinden biri olan Abdulmuttalib’in torunu olan… İnsanlığı, güvenilirliği, adil oluşuyla öne çıkan Muhammed’in yeni söylemlerini merak ediyorlardı. Hatta bazı kabileler Medine’ye güvendikleri insanları göndererek Muhammed ile görüşmeye çalışıyordu.
Arabistan’da yaşam basitti. Vaha kenarlarında hayvancılık ve tarıma dayalı yaşamın maliyeti fazla değildi. Yiyeceklerini içeceklerini kendileri üretiyor. Dışa bağımlı yaşamıyorlardı. Aslında Mekke ile Medine onlar için inançlarının kavgasından başka bir şey değildi. Mekke putlarının merkezini oluştururken, Medine dinlerinin temeline karşı çıkıyordu. Ancak bu karşı çıkışlar insanlık değerlerini yok etmiyor. Yeni bir din ortaya koyan Muhammed ve arkadaşları, atalarından gelen yaşam biçiminin yüksek erdemlerine sahip çıkarken, üstüne daha güzel erdemler ekleyerek, insanlık için yeni söylemleri yaşama geçiriyordu. Hiçbir Arabistanlı şunu diyemiyordu. “Muhammed ve arkadaşları insanlığın yüz karasıdır. Onlar Arabistan’ın geleceğini karartacak insanlardır” Aksine onlar, Muhammed’in yaptıklarında insanlık buluyor. Medine’deki tavırlarıyla Arabistan üzerine yeni bir yaşamın geleceğini hissediyorlardı.
Arabistan’da yaşayan insanlar, Mekke, Medine ile ilişkileri kesseler ne olurdu? Yaşam biçimi olarak hiçbir değişmezdi. Çünkü yaşamları Mekke’ye, Medine’ye bağlı değildi. Bu nedenle aklı erenler özgür düşünüyor. Savaş taraftarı olanlar aceleci kararlar vererek, Mekke’den yana tavır alıyor. Mekke ile beraber Medine’ye karşı savaşmayı düşünüyorlardı.
Böylece Arabistan’daki putperest toplum, umursamayanlar, tedirgin olanlar, düşünenler, Mekke’den yana olup savaşmak isteyenler olarak ayrılmaya başladı. Zaten önemli olan da bu değil miydi? Toplumlar olayları algılamaya başlarsa, tedirgin olacaklar, düşünecekler, içlerinden bir kısmı da karşı çıkacaktı. Umarsızlarsa, her zaman bireysel mutlulukların peşinde koşacaklardı. Onlar hangi dine inanırlarsa inansınlar etrafındaki olaylara karşı umarsızdırlar. Umarsız olanların tek derdi yaşamlarını sağlamak almaktır. Bugünün deyimiyle “beni sokmayan yılan bin yıl yaşasın” prensibine göre hareket ederler. Hâlbuki yılan olarak düşündükleri nedir onu dahi bilmezler.
Medine’de Hz. Muhammed’in devlet kurmasıyla esmeye başlayan rüzgârlar, Bedir savaşı sonunda daha da şiddetlenmeye başlamıştı. Bazı Arap kabile liderleri sorunun sadece Mekke Medine arasında olduğunu düşünmüyorlardı. Esen rüzgârların kendi yaşamlarını da etkileyeceğini, eskiden beri yaşadıkları yaşam biçiminin değişeceğini hissediyorlardı. Kendileri istemese de, kabilelerindeki köleler, fakirler, yetimler, yoksullar, ihtiyaç sahipleri Medine’de kurulan devletin ilkelerinden, kurallarından etkilenecekti. Onların önünde iki yol vardı. Ya Medine’den yana olup eski yaşamlarını terk etmek. Ya da Mekke’den yana olup eski yaşamlarını, statülerini korumak. Ancak durumu kabilelerine anlatmaları gittikçe zorlaşmaya başladı. Çünkü Muhammed’in söyledikleri netti… Yaptıkları gerçekti. Muhammed’in söyleminde, çıkar, yalan, riya yoktu. İnsanlar arasında ayrım yoktu. Bütün insanlık; dini ne olursa olsun barışa, esenliğe, huzura davet ediliyordu. Hâlbuki Mekkeliler ve kabile liderleri ne diyordu? Muhammed sizin dininize karşı çıkıyor. Putlarınıza küfrediyor. Araplar ise peygamberden küfür işitmiyorlar. İslam’a davet ettiğini görüyorlar, baskı yapmadığını biliyorlardı. Üstelik Mekke’de barış, huzur, esenlik içinde yaşayan putperest Araplar vardı. Eğer Muhammed baskı yapsaydı onlara baskı yapardı. Peygamberin 4000 Yahudi, 4500 Putperest Arap ve 1500 Müslüman topluma kurduğu devlet, Mekkeli önderlerin, kabile reislerinin söylemlerinin yalanlıyor. Medine bütün Arabistan’a açıkça bir bildiri gönderiyordu. “Barış, esenlik, huzur isteyenler bizden yana olur. Savaş, kölelik, huzursuzluk isteyenler Mekke’den yana olur”
Söylemlerden ziyade, yaşamların insan üzerinde etken olduğunu hepimiz biliyoruz. Arabistan halkı gelgitlerini yaşarken, Bedir savaşının etkilerini düşünürken, Mekkeliler hınçla olayları kendi lehlerine çevirmeye çalışıyorlardı.
Üçüncüsü; Bedir savaşının Mekke’de doğurduğu sonuçlar.
Büyük bir hüsranla kaçarak, Mekke’ye dönen Mekke ordusunun savaşçılarını, Mekkeliler ağıtlarla karşıladılar. Ebu Süfyan kervanını kurtarmıştı. Mekke’nin lideri savaşta ölmüş. Mekke’de liderlik sorunu çıkmıştı. Ebu Süfyan’ın kayınpederi, Mekke’nin soylularındandı. Onun ölümü, Mekke’deki büyük bir soyun öfkelenmesine neden olmuş. İntikam duyguları kabarmıştı. Mekke’nin lideri Hişam Bin Melik (Ebu Cehil) peygamberin soyu olan Haşim oğullarındandı. Mekke’deki kurala göre, Mekke’deki her kabilenin Mekke’nin yönetim evi olan Dar-un Nedve’de bir yetkisi, bir makamı vardı. Haşim oğulları Mekke’nin yönetici soyuydu. Ancak Haşim oğullarının ünlü liderleri, Ebu Talip ölmüş. Hamza Müslüman olmuş. Abbas İslam’a inanmasa da yeğeni Muhammed’den yana tavır almış. Ortalık da Ebu Lehep kalmıştı. O da Bedir savaşının ardından, ya yenilginin üzüntüsüyle, ya da başka nedenlerle ağır hastalığa tutulmuş. Kısa zamanda ölmüştü. Mekke’ye Muhammed’den intikam alabilecek bir lider gerekliydi.
Ebu Süfyan, Hz. Osman’ın soyundan gelen kurnaz biriydi. Üstelik evlilik kurduğu aile, Mekke’nin soylu, köklü ailelerindendi. Hz. Muhammed’in İslam’ı tebliğinden itibaren Mekke’de başlayan kabileler arası liderlik kavgası tamamen ortaya çıktı. Artık Mekke’nin liderliğinde Haşim oğullarının işi yoktu. Haşim oğulları paramparça olmuş. Toplumun saydığı sevdiği Haşim oğullarına ait liderler Muhammed’den yana tavır almışlardı. Ebu Süfyan ise, Medine ile savaşmak için oluşturulan kervanı kurtararak, Mekke’nin intikamını alacak araç gerekleri kurtarmış. Mekke’nin mallarına sahip çıkmıştı. Bu nedenle Mekkeli hiç tereddütsüz Ebu Süfyan’ı Mekke’ye lider seçti. Böylece Mekke’deki ilk değişiklik yapılmış oldu.
Ebu Süfyan, dinini ticareti bilen, çıkarları için her türlü siyasi zekâyı ortaya koyan biriydi. Mekkeli liderlere, Arabistan’daki putperest kabilelerinin liderlerine, çıkarlarının nerede olduğunu gösteriyordu. Putperestlik ortadan kalkarsa, mevkilerinin, makamlarının hiçbir şey ifade etmeyeceğini, bütün güçlerinin putperestlikten geldiğini anlatıyor. Onları Medine’ye karşı yapılacak savaşa ikna ediyordu. Siyasi dehası, kara gürültüye gelmiyor… İnce hesaplar yapıyor. Medine ile savaşın hazırlıklarını her alanda sürdürüyordu.
Araplar arasında Muhammed dürüstlüğü, adaletiyle öne çıkıyordu. Ancak Bedir savaşı Müslümanların önem verdiği, barışı, esenliği daha çok öne çıkardığı oruç ayı Ramazan ayında yapılmıştı. Savaşın başlama nedeni görünüşte, Muhammed’in kervana saldırma girişimiydi. Araplar olayı böyle görüyorlardı. Hâlbuki Mekkelilerin planı, farklıydı. Ebu Süfyan Arapların haram aylarında savaş hazırlığı yapıp, Haram aylar bittikten sonra Medine’ye savaş açmayı planlarken kurnazca davranıyordu. Ama planı yürümemişti. Zira Ebu Süfyan, Muhammed’in Ramazan ayında savaşmayacağına inanıyordu. Putperestliğin temelinde olan kutsallık inancı, Ebu Süfyan’ın politikasına yön veriyor. Putperestler nasıl haram ayları kutsal ayları olarak biliyorsa, Muhammed’in de oruç ayı olan Ramazan ayını kutsal göreceğine inanıyor. Kutsal aylarda savaş olmayacağını kabul ediyordu. Bütün bu tasarımları Bedir savaşıyla altüst oldu. Mekkelilere göre Muhammed haram aylarda üzerlerine saldırmıştı. Bu durum Ebu Süfyan’a göre Muhammed’in dürüstlüğünü, adaletini ortadan kaldırıyordu. Bu görüşe aklı yatan Ebu Süfyan, Hz. Peygamber aleyhinde kara propagandaya başladı. “Biz Muhammed’i dürüst, adil bilirdik. Ancak o Medine’nin kralı olunca değişmiş. Bakın kutsal aylarında savaş çıkardı. O bizim kutsallarımızı ret ederken, kendi kutsalına bile uymuyor” Mekkelilerin peygamber aleyhine yaptıkları kara propaganda Arabistan’da yayılmaya başladı. Onlara göre sanki peygamber iki yüzlülük yapmış. Araplar arasında kutsallara, kutsallığa verilen anlamı ortadan kaldırmıştı. Artık Muhammed’in hiçbir sözüne, davranışına inanılmazdı. Çünkü onun kutsallara inancı yoktu.
Arabistan halkı, Mekke’den yayılan bu kara propagandadan etkilenmeye başladı. Elbette Medine yapılan bu karalamalara karşı duramazdı. Bu noktada Allah peygamberine, Medinelilere sahip çıkarak,
Bakara suresinin 85. Ayetinde, haram ay misakını kabul edenlere, yani haram ayda savaşılmaz diyenlere “Bu misakı kabul eden sizler, birbirinizi öldürüyor, aranızdan bir zümreyi yurtlarından çıkarıyor, kötülük ve düşmanlıkta onlara karşı birleşiyorsunuz. Onları yurtlarından çıkarmak size haram olduğu halde size esirler olarak geldiklerinde fidye verip onları kurtarıyorsunuz. Yoksa siz Kitabın bir kısmına inanıp bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz? Sizden öyle davrananların cezası dünya hayatında ancak rüsvaylık; kıyamet gününde ise en şiddetli azaba itilmektir. Allah sizin yapmakta olduklarınızdan asla gafil değildir” diyerek cevap verdi.
Ayete göre Putperest Araplar, haram ay olarak sözleştikleri dönemlerde, çıkarlarına uygun savaşları çıkarmışlar. Müslümanları yurtlarından göçe zorlamışlar. Düşmanlıkta insanlara karşı birleşmişlerdi. Mekkeliler önce yaptıklarına bakmalıydılar. Mekke’de Müslümanlara işkence ederken, haram helal ay tanımıyorlardı. Mekkeliler, kendilerinden olmayanlara karşı haram ayların kutsallığını düşünmüyorlardı. Sadece kendi aralarında, çıkarlarıyla birleştikleri yerde, haram ay deyip barışı öne çıkarıyorlardı. Müslümanlara karşı, kölelere karşı, fakirlere yetimlere karşı, haram aylardayız demiyorlardı. Düşmanlıkları gözlerini döndürdüğünde haram aylarda olduklarını unutuyorlardı. Hatta öyle sapkınlıklara giriyorlardı ki, önce insanları yurtlarından çıkarıyorlar. Yurtlarından çıkardıkları kendilerine esir olarak geldiklerinde fidye verip kurtarıyorlar. Yani kendilerine köle alıyorlardı. Böyle yaparak insanları zayıf düşürüyorlar. Evlerinden, yurtlarından ediyorlar. Başka toplulukların onları köleleştirmesine izin veriyorlar. Sonra güya fidye verip kurtararak kendilerine hizmet ettiriyorlardı. Allah gönderdiği ayetlerle onların yaptıkları ikiyüzlülükleri ortaya çıkardı. Asıl Mekkelilerin, putperestlerin kendilerine bakmaları gerekiyordu. Asıl olan, Mekkelilerin yaptıkları kutsal kabul ettikleri haram aylara aykırılıktı.
Putperestler arasında haram bilinen aylarda savaş hazırlıkları yapmak için Ebu Süfyan liderliğinde kervan oluşturmamışlar mıydı? Amaçları Araplar arasında bilinen haram aylar çıktıktan sonra Medine’ye saldırmayacaklar mıydı? Bir savaş sadece cephede yapılan savaş değildir. Savaş, cephede yapılan savaşın hazırlıklarını, cephedeki savaştan sonraki çalışmaların tümünü kapsar. Mesela; bir toplum düşman bildiği topluluklara karşı, iki yıl öncesinden savaşa hazırlığa başlarsa, Allah onların savaş hazırlıklarını da savaş olarak kabul ediyor. Hâlbuki görünürde barış vardır. Görünürde iki toplum arasında barış üzerine misak (anlaşma) vardır. Ama toplumun biri diğerleriyle savaş için hazırlık yapıyor. Savaşacağı ülkenin aralarındaki barış anlaşmasına güvenini istismar ediyor. Böylece akdini bozmuş oluyordu. Savaşta adalet aranıyorsa, savaş hazırlığı da, savaş ilanından sonra başlamalıydı. Böylece her iki taraf eşit şartlarda savaşa hazırlanabilirdi. Ama bir taraf, kurnazlık yapıyor. Barış anlaşmasının ardına sığınıyor. Karşı tarafın güvenini aradaki barış anlaşmasıyla, misakla kazanıyor. Sonra içten içe savaşa hazırlanıyor. İşte Mekkelilerin yaptığı buydu. Mekkeliler bunu geçmişte defalarca yapmışlardı. Allah onların gerçeklerini açıklayarak, sahtekârlıklarını yüzlerine vurdu.
Haram aylar hakkında Allah’tan gelen hüküm, adaleti esas alıyor. Bakara suresinin 194. Ayetinde “Haram ay haram aya karşılıktır. Hürmetler karşılıklıdır. Kim size saldırırsa siz de ona misilleme olacak kadar saldırın. Allah’tan korkun ve bilin ki Allah muttakilerle beraberdir” diyordu.
Evet, eğer sizler haram aylara inanıyor. Haram aylarda barışın, esenliğin, huzurun korunacağına inanıyor. Haram aylarda savaşmanın haksızlık olduğuna inanıyorsanız, unutmayın ki, haram aylarda savaş hazırlığı yapmakta haramdır. Kurnazlık, sözlerin görünür yüzüne sığınarak arkasından iş çevirmek olmaz. Dil barışı söylerken, içinde öfke varsa… Dilin barıştan söz ederken, niyetin savaş çıkarıp kan dökmekse… El sıkışıp barıştayız derken, aklın savaşı düşünüyorsa… Bunlar haram bildiğin kutsallara aykırılıktan başka bir şey değildir.
Mekkeliler haram aylarda savaş hazırlığı yapıp, haram aylar çıkınca Medine’ye saldıracaklardı. Hz. Peygamber Ramazan ayında onlara cevabını Bedir’de verdi. Eğer Mekkeliler Bedir’de galip gelselerdi sorun yoktu. O zaman büyük başarı elde etmiş. Muhammed’e haddini bildirmiş. Medinelilere dersini vermiş olacaklardı. Ama umdukları olmadı. Yenildiler. Hem de ayette ifade edildiği gibi rezil rüsva oldular. Bunun üzerine demedikleri kalmadı. Allah ayetlerini göndererek Hz. Peygambere sahip çıktı. Medinelilere sahip çıktı. Bedir savaşına sahip çıktı. Mekkelilerin foyasını ortaya çıkardı.
Arabistan’da Mekkelilerin kara propagandası dolaşırken, gelen ayetler Araplar arasında dolaşmaya başladı. Ayetlerde anlatılanlar Mekkelilerin ikiyüzlülüğünü ortaya çıkarıyor. Arap halkı, zaman içinde Mekkelilerden gördüklerini hatırlıyor. Ayetlerin mantığındaki tutarlılıktan etkileniyorlardı.
Ama; gözleri kör, kulakları sağır olanlar vardı. İntikam duygularıyla yanıp tutuşanlar hiçbir şeyi duymak, görmek istemiyor. Putperestliğin bağnazlığıyla aklını, kalbini, fikrini bozanlar intikam yemini ediyorlardı. Mekke’nin yeni lideri Ebu Süfyan, Medine’ye karşı rastgele bir ordu kurmak istemiyordu. Arap kabileleri arasında savaşkanlığıyla ünlü olanları topluyor. Ordunun kalitesini artırıyor. Hesabınca bu sefer işi şansa bırakmak istemiyordu. Üstelik kervanını kurtarmış. Kervandaki savaş araç gereçleriyle güçlü bir ordu kurma imkânına ulaşmıştı.
Bedir savaşında Mekke’nin her ailesinden birileri ölmüştü. Bu nedenle her ailenin alacağı intikam duyguları bileniyor. Mekke’deki aşiretlerle akrabalık bağları kurulmuş olan Arap kabileleri yardıma çağırılıyordu.
Savaş hazırlıkları öyle büyütülüyordu ki, sanki yeri göğü sarsacaklardı. Mekke’ye uğrayan kervanlar aracılığıyla Medine’ye tehditler yağdırılıyordu. Neredeyse her gelen kervan “Ey Medineliler, Mekke’den korkun. Büyük bir ordu hazırlıyor. Taş taş üstünde bırakmayacaklar. Çocuklarını, kadınlarınızı esir alacaklar. Erkeklerini öldürecekler. Mallarınıza el koyacaklar” diyordu.
El altından Medine’deki Yahudilerle, putperest Araplarla görüşmeler yapılıyor. Böylece Müslümanların yalnız kalmaları sağlanmak isteniyordu. Ancak Yahudilerin, putperest Arapların Bedir savaşının ardından Mekkelilere prim verdikleri tarihte rastlanmıyordu. Peygamberin Bedir’de kazandığı zaferden onlarda etkilenmişlerdi. Hele Enfal Suresinin ayetleri gelip, Müslümanların melekler ordusuyla desteklenme haberleri Yahudileri etkiliyordu. Çünkü Yahudilerin tarihi de Allah’ın onlara yardımlarıyla doluydu.
Müslümanlar Mekke’nin saldırısına karşılık ordu hazırlamaya başladılar. Mekke lideri Ebu Sufyan’ın karısı Hind, babasını öldüren peygamberin amcası Hamza’yı öldürmek için mızrağını çok iyi kullanan Vahşi’yi görevlendirdi. Vahşi’nin savaşta tek görevi vardı. Hamza’yı öldürmek.
Bedir savaşının ardından Mekke kinle, intikamla, savaşa hazırlanan görüntüyü verirken, Medine Allah’a tevekkül içinde, takva ile güçlenecek orduyu çoktan hazırlamıştı. Üstelik Bedir savaşının ardından gelen Enfal suresindeki ayetler, Bedir savaşının galibiyetiyle moralleri yükselmiş Müslümanların moralini iyice yükseltiyordu.
Arabistan halkı, Mekke Medine arasındaki yapılacak yeni savaşı beklemeye başladı. Sanki bu savaş bedir savaşının rövanşı olacaktı. Sanki Arap halkının çoğu savaşın sonucuna göre Mekke ile Medine arasında tercih yapacaktı. Mekkeliler savaşla, Bedir’de kaybolan onurlarını kurtaracaklardı.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.