- 960 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Ara Güler Fotoğraf Sergisinin Ardından
“ALINTERİ” SERGİSİ TEKRAR
Hürdoğan Aydoğdu [email protected]
Başlığa bakıp ta alınterinin, emeğin sergisi olur mu demeyin, ya da kızmayın bana. Ara Güler’in fotoğraf sergisinin adı “Alınteri”. Aynı zamanda bu adla çıkacak bir fotograf albümü’nün adı .
AFSAD’ın düzenlediği” 7 Fotoğraf Sempozyumu Belgesel Fotoğraf Buluşması”
Adlı sempozyumda ,Sempozyum Sergilerinde Ara Güler’in “Alınteri” adıyla daha daha önce
Ankara’da Zafer Çarşısı Sergi Salonu’nda ,15-30 Aralık 2007 tarihleri arasında açtığı fotograf sergisinden seçilmiş olan onbeşi renkli, yirmi tanesi siyah beyaz baskıdan seçilmiş olan toplam otuzbeş fotoğraftan oluşan bir sergisi de vardı.
Daha önceki sergi ile ilgili gözlemlerimi ve düşüncelerimi yazacağım ancak bu sergiyi birincisinden çok beğendiğimi belirttikten sonra değerlendirmeye geçmek istiyorum.
Yukarıdaki girişten anlaşılacağı üzere bu sergideki fotoğraflar Ara Güler’e ait. Fotoğraf’ı sanat olarak kabul etmeyen birisinin, foto muhabirin fotoğraflarını sergilemek sanat adına ne kadar doğrudur orası tartışılır bir şey bence ama serginin önemi bence orada değildi.
Serginin önemini yazı arasında vermeye çalışacağım. Önce sergi ve sergideki fotoğraflar ile ilgili bilgiler vermek istiyorum.
Ankara Büyük Şehir Belediyesi uzun zamandır o salonu başka amaçlar için kullanıyordu bildiğim kadarıyla ama neden tekrar sergilere açtı bilemiyorum. İiyi de olmuş.
Sergide 151 fotoğraf yer alıyordu. Bunlardan 41 tanesi renkli baskıydı. Renkli baskılardan dört tanesi yatay , diğerleri ise dikeydi. Geri kalanı siyah beyazdı fotoğrafların. Neden renkli ve siyah beyaz diye ayırdığımı, siyah ve beyazın renk olup olmadığını sorabilirsiniz. Siyah ve beyaz fotoğrafçılıkta renkten sayılmıyor çünkü. Beyaz tüm renklerin bileşimi ,siyah ise tüm renkleri yutan ,hiç birisini yansıtmayan yüzey demek. O yüzden renkten sayılmıyorlar.
Gelelim SB fotoğraflara; genel olarak dikeydi fotoğraflar. Dikdörtgen olanlar çoğunluğu oluşturmasına karşılık kare şeklinde olanlarda vardı ama kare şeklinde olanlar birleştirilerek dikdörtgen görünümü verilmeye çalışılmıştı. Çünkü kare şekli göze hiç hoş gözükmez, iticidir. Çerçevesizdi tüm fotoğraflar.İçlerinde neden çekildiği, ne anlatmaya çalıştığı anlaşılamayan flu ve anlamsız fotoğraflar da vardı. Orada karşılaştığım ve fotoğrafın yetkin adlarından birisinin dediği gibi, “ Bu sergideki birçok fotoğraf,ı “kendimin olsa arşivlemeye bile değer görüp saklamam.” dediği fotoğraflar’da vardı.
Serginin küratörü Irmak Kaleli. Danışmanı; Enis Batur. Direktör Fahri Özdemir. Birisi almanca olmak üzere hakkında altı doktora tezi yazılmış bir foto muhabirinin sergisine giderken benim beklentilerim herhalde çok yüksekti ki bazı fotoğrafları görünce ve genelinde hayal kırıklığına uğradım. Bu hayal kırıklığı fotoğrafların seçimi ve düzenlenmesinden de olabilir. Fotoğraflar daha büyük etken. Bu fotoğraflar bir yayınevinden çıkacak albümün malzemeleri . Çıkacak bir kitabın reklamını yapmak kaygısı ile bulabildikleri tüm fotoğrafları görücüye çıkartmak için tıkış tıkış bir düzenleme yapmışlar.
Yukarıda belirttiğim gibi sergide fotoğraf sanatçılarının itici bulup tercih etmediği bir biçim olan kare fotoğrafların olumsuzluğu yanında birde yoğunluğu insana mekanın dar olduğu izlenimi veriyor.
Olağan dışı bakış açıları yoktu diyebilirim fotoğrafların içinde. Yani hep düz ve göz seviyesinden , sıradan bir bakış açısı vardı. Hemen tümü fotoğraflarda açık kompozisyon hakimdi. Bir şeyler hep yarım kalmış bir öykü gibi duruyordu fotoğraflarda.
Serginin merkezinde Haliç civarı yoğunlukta olmak üzere eski İstanbul vardı. Sıradan insanların sıradan yaşamları yani. Günümüzde adlarından veba bulaşacakmış gibi bahsedilmekten özellikle kaçınılarak başka adlar uydurulmaya çalışılan emekçilerin görüntüleri vardı. Balıkçılar, hamallar, çaycılar,bisiklet tamircileri,sakalar, yoğurtçular,küçük esnaflar,haliç köprüsü, galata, yeni cami, balık ekmekçiler ….
İstanbul’un kayıp yüzü.
Sergiyi hemen benim arkamdan dolaşmaya başlayan ve dışarıda hava çok soğuk olduğu için sırf ısınmaya geldiğini düşünmeye başladığım şapkalı, perişan giyimli yaşlının fotoğraflara bakarak kendi kendine konuştuğunu duyuyordum. Kendi kendine konuşuyordu çünkü yalnız girdiğini görmüştüm içeriye. Fotoğraflar hakkında mı konuşuyor diye merak edip aradaki mesafeyi onu duyabileceğim şekilde ayarlayıp koruyarak gezmeye devam ettim.Özellikle denizin göründüğü, deniz ile ilgili fotoğrafları gördükçe;”Bunlar yüzgeç biliyorlar her halde ki hep denizdeler.Yüzgeç bilsem bende denize giderdim. Balık tutardım, sandala binerdim, gemiye binerdim korkmadan. Yüzgeç bilmiyorum ki ben boğulurum. Ben bu resimlerden pek bir şey anlayamıyorum ki. Elbette anlattığı bir şey vardır. Hep hamalların, sokaktaki insanların resmini çekmişler.” V.b şeyler söyleyip duruyordu. Bir torna tezgahının önündeki çocuk fotoğrafına gelince;” İşte emek bu.İşte sömürü bu. Bunları anlatıyor har halde.” dedi. En son söylediği tümceler benim için yeterliydi. Sergi amacına ulaşıyordu demek. Bizim insanımız sanatçının vermek istediği mesajı alıyordu. Sanatı halktan kopartıp elit bir tabakaya mal etmek isteyenler, metalaştırmak isteyenlere bu sözleri dinletmeli diye düşündüm.
Halkla sanatı buluşturmanın, barıştırmanın en güzel aracı da fotoğraf sanıyorum çünkü herkesi okuyabileceği evrensel bir dil fotoğraf. Herkese aynı şeyi anlatır. O yüzden değil mi ki her reklamda mutlaka fotoğraf kullanılıyor.
Eve ekmek götüren babayı simgeleyen ve birazcık farklı bir görüş açısı ile çekilmiş olan fotoğraf ile ellerin ön plana çıktığı bir sb fotoğraf bence serginin özetiydi. Üç tane el parlayarak ön plana çıkmıştı fotoğrafta. Fotoğraftaki diğer unsurlar yok oluyordu bakınca. Elleri, kara , kuru,kemikli, nasırlı elleri görüyordunuz fotoğrafta.Üreten ve yaratan da onlar değil mi zaten. Unutturulmak istenen, adından bahsedilmeyen işçilerin elleri. Serginin de anlatmak istediği “İşte emek bu.” değil mi ihtiyarın dediği gibi.
İstanbul’un dünü, geçmişi var fotoğraflarda. Bu gün yok olmuş bir takım unsurlar. Bir çoğu rast gele çekilmiş izlenimi veren, eski İstanbul tanığı, belgesel tadında fotoğraflar. Zaten çekeninde bunun dışında bir amacı olduğunu sanmıyorum. Sanat kaygısı yok fotoğrafçının. O yüzden sanat açısından değerlendirmemek gerekiyor sergiyi. Serginin amacı çıkacak bir kitabın reklamını yaparak daha çok satmasını sağlamak bence. Ama gene de emeğin emekçinin hepten unutulup aforoz edildiği günümüzde bir anımsatma. Geçmişten günümüze bir gazete emektarının objektifinden selam gönderiyor alınteri ile ekmeğini ıslatanlar. Bazılarına nostalji gibi gelse de bence emeğe emekçiye bir saygı duruşuydu bu.
O sergideki özensizlik yoktu bu sefer. Profosyonelce bir seçim yapılmış ve güzel bir yerleştirmeyle izleyiciye sunulmuştu fotoğraflar.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.