"KALDİRİK”
Dalgın, dalgın yürürken varlığını son anda hissettiğim bir gönül dostum hali ruhiye mi okumuş olacak ki “Bir şehre küstüysen eğer; mevsimine hiç bahar gelmez dostum” demişti.
Güneşli çok güzel gün. Havanın güzelliğinden ya da baharın kokusundan olacak; insanlar yuvasından çıkmış karıncalar gibi. Kaldırımlar, parklar, banklar hep dolu. Küçük alışveriş merkezinin kapısından içeri oluk, oluk akan insanlar. Kimi indirimlerden yararlanmanın telaşında, kimi soğuk günlerin stresini atmakta.
Bu kalabalığın içerisine aklımda dostumun söylediği sözün etkisiyle kendime tenha bir sokak ararken ayaklarım beni hengâmenin dışında kurulan nispeten şehirden tenha olan Cumartesi Pazarına getirmişti.
Son günlerde iş çıkışı hava biraz kırıldığından ağrıyan ayaklarımın ağrısı geçer diye kendime belirlediğim trafiği az olan bir güzergahdan yürümeye başlamıştım. İyide gelmişti. Bu sayede çoktandır kısır olan şiir yönüme bir kaç dize düşüyor, inşirah suresini de okuyaraktan eve kadar zikrin keyfini çıkarıyordum. Bu yolun üzerinde ki bir sokağın köşesinde duvara yaslanarak oturan ve önündeki sepetinde yeşillikler bulunan aksakallı yaşlı bir ihtiyar beni uzaktan görünce ayağa kalkar, tam yanından geçerken sanki bir şey diyecekmiş gibi olur, dudaklarımın kıpırtısından söyleyeceğinden vazgeçer, başımla verdiğim selama elini göğsüne koyarak mukabele ederdi. Bu ihtiyara her gün aynı yerde selam verirken dalgınlığından olacak ki orada ne yaptığı da hiç ilgimi çekmemişti.
Pazarın girişinde elinde çek çek pazar arabası olan bir kadın pazarını yapmış, elinde birkaç poşetle gelen kadına pahalılıktan yakınırken, dinleyen kadının “artık kaldırikler çıktı ne yapalım kaldırik toplar yeriz bizde” diye, cevap vermesi hiç tanımadığım bu bahar sebzesine merakımı artırmıştı. Kendi kendime "yumurta kırıldığı için madımak gibi bir şey olmalı" diyerek pazarın içerisine doğru ilerlemeye başladım.
Tezgâhlar arasında dolanırken arkamdan çok alçak bir utangaç sesle “marul var, maydanoz var, kaldirik var” diyen bir sese döndüğümde elektrik direğine yaslanmış her gün yolumun üzerinde duran ihtiyarı seslenirken görmüştüm., O mağrur seslenişte biraz mecburiyet, biraz acı “her marul var” deyişinde ölüp, ölüp dirilmekten beter ağrılar barındırdığını hissetmiştim.
Biraz uzağında durup gelip geçenlere onun her çağırışını işittiğimde sesin bir kez daha insanı yüzden, gözden daha aydın ve daha doğru ifade ettiğini anlamıştım. Bu aksakalı barındıran nur yüzden çıkan ses yalan bilmeyen, temiz hilesi olmayan bir sesti. Usulca yanına yanaşıp bu tanışık yüze sesimi edepli tonu ile gönül den selam verip hayırlı işler diledim. Önündeki sepetin içinden ne varsa hepsinden istedim. O çok özel bir müşterisi gibi marulun en irisini, maydanozun destesi içinde bulunan birkaç sarı yaprağı da seçip vermeye çalışıyordu. Aslında ben böyle şeylere ehemmiyet veren kişi de değildim. Ne olacaktı sanki ha bir yaprak eski, ha bir yaprak yeni. Bir poşet içinde bulunan kırmızı köklerin ne olduğunu sorduğumda biraz önce kadınların bahis ettiği kaldirik olduğunu öğrendim. Bütün poşeti satın alıp nasıl pişirileceğini öğrendikten sonra ihtiyar ile sohbete daldık.
İhtiyar ile sohbet ederken hareketlerinde, bakışlarında boğazına kadar dertle sıkıntı ile dolu olduğunu anlamış onu incitmeden çözmeye çalışıyordum. Bu arada her gün naylon altında yetiştirdiği birkaç yeşilliği satmak için o sokak köşesinde öğlenden akşama kadar üç beş kuruş için bu yaşına rağmen beklediğini de anlatmıştı. Sebebini sorduğumda derin bir ah çekip“ her kara telin altında bir ah yeri var” diye cevap vermişti.
Sepetinde kalan birkaç marulu da konu komşuya dağıtmak için alarak pazardan ihtiyar ile beraberce çıkmıştık. Elindeki pazar sepetinin içinde bulunan hasta bezinin üzerine boş poşetleri koyduğunda anlamıştım ahlarının sebebini..
Vedalaşıp ayrıldığımızda, dönüp arkamdan seslendi. “Yarın marul ayırayım mı ? Hem taze soğanda getiririm?” Ben: “ayır amca Kaldirik te ayır marul, soğan da diyebildim….
Faruk KÜÇÜKTAŞ 2014 ©
YORUMLAR
KEMAH_LI
Sızı ise; o zaten senle benim müptela hastalığımız..
Yağmura eşlik etmekle meşgul gözümüz..
Neylersin..
Birileri sızlamalı ...
Sızı da duadır.
Can Dost.
Değerli dost.
Oy madımak, evelik,yemlik, kuşkuş, kuzukulağı, ebegümeci , çaşır, ışkın, velhasılı pek çok ot bilirim de kaldiriği ilk kez duyuyorum. Belki de bildiğim, tanıdığım, hatta tadına baktığım bir şeydir ama bizdeki adı farklı olabilir.
Kaldirik değil de asıl dikkat çekici olan onu satmak için o yaşlarda pazara çıkan, alın teriyle kazanılmış bir ekmeği ya da hastasına bez almak için verilen o uğraşı sergileyen yaşlı adamdı bence . İşte böyle insanlar her zaman takdirlerin en yücesine layıktırlar.
Hayatın içinden çok güzel bir yazıydı. Ellerine, gönlüne sağlık.
Selam ve sevgilerimle.
Varsa insan , yaratana kul olan !
O zanan !
Yere düşen yağmur taneleri kadar çok,o kadar çok ıslanmak,ağırlığını tartmadan,yükünü taşımak hayatin...Lezzet katmak mevsimlere...Bohçalar dolusu renkler,sandıklar dolusu sevgiler sırtlanalım düşelim yollara...Kaşıkla dağıtılan umutlara,kepçelerle en güzel renkler,en çok sevgiler...Durmadan usanmadan...
(maybull)
Duygusu çok, anlami çok güzeldi.
Saygilar Ustada.
Böyle nice hayatlar vardır.Allah yardımcıları olsun.Şu an mutfak kaldirik dolu ,akşam haşladım.İçinden bir sürü değişik ot çıktı.Köy otları faydalıdır belki ama ben alışamadım .Bence herkes kendi yöresinden evlenmeli.Karalahana nerde, kaldirik nerde ... Yani bence :))Tebrikler
KEMAH_LI
Allah Allah....Tevafuk bu olsa gerek...Salı pazarını gezerken de aynı durumla ben karşılaştım...Kaldırık bitkisini ve ismini ilk defa duyuyordum ve görüyordum...Anlayamadığım için üç defa tekrar etmişti Hanımefendi...Kara deniz insanını çok severim...Hele de hemcinslerimi...Çalışkan ve kanaatkar oldukları kadar Yüce Rabbimizi şükürle anarlar daima...Kaleminiz daim çağlasın efendim...Saygıyla...