SSCB Sonrası Rus Sineması
Sovyet sinemasının en belirgin özelliği popülerlikten uzak olmasıdır. İhtişamlı kostümler, gerçekçi dekorlar, felsefi diyaloglar, ticari kaygılardan uzak senaryolar bu filmleri oldukça başarılı kılıyordu. Rus ve Batı klasikleri Sovyet sinemasının beslendiği kaynaklardır. Sergey Bandarcuk’un Tolstoy’un ölümsüz eseri Savaş ve Barış’ı sinema perdelerine taşıması en ses getiren edebiyat uyarlamalarından biridir.
Sovyetlerin son dönemi olan Perestroyka döneminde ise önemli değişimler yaşanmıştı. Toplumsal yozlaşma, yabancılaşma, cinsellik, şiddet, geçmiş dönemin eleştirileri bu dönem filmlerinde sık sık karşımıza çıkan konulardandır.
SSCB sonrasında karşılaştığımız Rusya yönünü şaşırmış bir Rusya’dır, sineması ise içi boşaltılmış bir sinema. Sovyetler çöktükten sonra eski dönemi arayanlar, yeni serbestliğe alışamayanlar büyük bir arayış içine girdiler. Özellikle genç yönetmen adayları ne yapacaklarını bilemez hâle geldi.
Batı sinemasının karşısında aciz kalan Rus sineması, uzun süre debelenip durdu. Her şeyin yerli yerine oturması, yeni anlayışların tamamen oturup bir kitle oluşturması çok uzun sürecekti. O halde yapılması gereken Batı sinemasını (Hollywood) taklit etmekti. Ve bunu da yaptılar ama pek başarı sağlanamadı.
Rus sineması, bu yeni dönemde ‘kendi’ yolunu bulmaya çalışıyordu. Sovyet döneminin en önemli film stüdyolarından biri olan Gorki Film Stüdyosu özelleştirmişti. Sergey Eisenstein ve Andrei Tarkovsky gibi büyük Sovyet sinemacıların çalıştığı Mosfilm de özelleştirilmişti.
Bu dönemde Rus sinemasının çöküşü ile beraber İran sineması kendini kanıtladı. Dünya çapında ses getiren filmler çekildi. Bir anlamda Hollywood’a bu sefer de İran sineması meydan okudu. Kendi çapında başarılar elde etti, o kadar. Toplumsal ve bireysel konuları derinlemesine işleyen İran sineması hiçbir zaman SSCB dönemindeki Rus sinemasına yetişemedi.
Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin dağılmasından sonra birkaç önemli yönetmen ortaya çıktı. Fakat bu yönetmenlerin eserleri hiçbir zaman bağımsız bir sinema havasında olmadı. 1964 doğumlu Andrei Zvyagintsev, 2003 yılında Dönüş filmini çekti. Birçok festivalde gösterilen film, Venedik Film Festivali’nde Altın Aslan Ödülü’nü kazandı.
Anna Melikyan’ın Denizkızı adlı filmi ile Rusya’nın Oscar adayı oldu. Sergey Bodrov’un çektiği Cengizhan filmi uluslararası arenada büyük ses getirdi. Nikita Mikhalkov’un çektiği 1994 yapımı Güneş Yanığı filmi En İyi Yabancı Film dalında Oscar kazandı.
Tüm bunlara rağmen ölen Rus sineması dirilmedi. Uzun bir süre ne yaparsa yapsın, dirilecek gibi de gözükmüyor. Tekrar dirilse bile Anrei Tarkovsky’nin Stalker’inden soluduğumuz havanın benzeri bir havayı soluyamayacağız. Giden gitmiş, ölen dirilmezmiş.
Her şeye rağmen ileriki dönemlerde tıpkı İskandinav sineması gibi bir tarz, yön, yol belirleyebilir Rus sineması. Şarkı-Türküden ibaret olan (birkaç istisna var) Bollywood’ı ve Hollywood’ı örnek almadan bir yön çizme ihtimali çok düşük gözüküyor. Umutsuzum. Şu ara Rus sineması deyince kafamda kocaman bir sıfır beliriyor… Bir şehir kadar nüfusu olan Norveç’in sineması bile kendini kanıtladı. Hadi hayırlısı.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.