Birgün Değil, Hergün Sağduyu...
Son yıllarda bilişimde ve elektronikte artan oranlı virüs trafiği var. Değişik cinste ve türde virüsler türedi. CIH(çernobil), jerusalem, melissa, I love you v.s Bunun yanında truva, trojen, torrent, blaster, solucan gibi, bir sürü virüs sempatizanı. Mesela, 1990-92 yıllarında yazılan virüs sayısı % 450 oranında arttı. Bu ciddi bir oran. Peki nedir, virüse karşı bu rağbet ve bu rağbetin getirileri. Amaç, için bir kelime yeterli. Çekememezlik. Ne acıdır ki, başarıyı ve bilgiyi alkışlamamız gereken yerde, hased (çekememezlik) ile, başarıyı engellemeye ve fuzuli göstermeye çalışmaktayız. Akabinde milyar dolarlık zarar ve ziyan tabloları. Mesela, 2002-06 yıllarında virüslerin önlenemeyen yükselişi hızlı bir şekilde devam etmiş, bugün halen aynı hızda ilerlemektedir. Virüslerden kaynaklanan son 3 yıllık toplam zarar ise 40 milyar doları aşmış bulunmaktadır. Asrımızda; ne çernobili, ne blaster’i, ne de torrenti virüsten sayıyorum. Gerek malzemelerimize, gerekse vücudumuza sirayet eden asrın en büyük virüsü olarak "müfriti " gösterebilirim. Müfrit: "Haddini aşan, çok ileri giden, aşırı olma durumu" gibi manalara gelmektedir. Çernobil Virüsü, en fazla bilgisayarındaki datalara etki eder ve onları kullanılamaz hale getirir. Bilemedin 2-3 yıllık kişisel emeğini tahrib eder. Lakin "müfrit virüsü" ise hem kişisel olarak çöküntüye, hemde toplumsal olarak anarşi ve kaosa sebebiyet vermektedir.
Tarihte; bilgi ve buluşlara yabancı, bazı toplumların, cehaletleri yüzünden yüzlerce bilim adamının boynunu vurduğunu, kimisini sürgünlere gönderdiğini okumuşsunuzdur. Başkasının düşüncesine saygılı olmayı bir yana bırakalım, dinleme ihtiyacı dahi duymayan, bütün olaylara art niyet ve önyargı ile yaklaşan bir cehalet gurubunun, çevresine ışık yayması, aydınlatıcı bir yol çizmesi elbette mümkün olmayacaktır.
Meseleleri diyalog ve hoşgörü çerçevesinde ele almaya yaklaşmayıp, suçlayıcı ve yargılayıcı bir bakış açısıyla değerlendirenlerin zannedersem, "iğneyi kendine, çuvaldızı başkasına batır" atasözünden haberleri olmasa gerek. Bal zamanı kovana maskesiz yaklaşmaya çalışan bazı çevreler, arılar tarafından sokulunca, bunun mesuliyetini yine kendilerinde değil, bir başkasında aramaktan ve arıları suçlamaktan geri durmamaktadırlar. Kabullenilmesi güç olsada, bu tür duygu ve düşüncelere sahip olanlar, farkında olmadan müfritliğin sancaktarlığını yapmaktadırlar. İtidale (ılımlı,ölçülü ve uzlaştırıcı olmaya) en fazla ihtiyacımızın olduğu şu günlerde, sağduyusuz ve ölçüsüz her geçen dakikamızın, hoşgörü havuzumuzun duvarlarındaki çatlakların günbegün artması anlamına geleceğini unutmamak lazım.
Bireysel olarak huzura kavuşmanın yegane koşulu, toplumun huzur ve güvenini temin etmektir. Yıkıcılıktan, yakıcılıktan, aşırılıktan, haddi aşmaktan mümkün mertebe kaçınmalıdır. Ki bunlar bir toplumda anarşi ve terörün yapı taşlarını oluşturmaktadır. Bunun yanında, uzlaştırıcı ve barıştırıcı bir bakış açısı ile mevzuları ele almalı, kargaşaya ve kaosa sebebiyet verici tüm tutum ve davranışlardan kaçınmalıyız. Bunun yanında, yalnızca başımız dara düştüğünde sağduyuya sarılmaktansa, her zaman sağduyulu davranmalı, her vakitte ılım ve hoşgörüyü misafirliğe çağırmalıyız. Birgün değil, hergün sağduyulu olmalıyız.
Başarıyı alkışlamalı, insanlığın yararına yapılan hizmeti küçük göstermek ve bir takım çevrelerin gözüne girmek için hareket etmekten kaçınmalıyız. Önce dinlemeli, beğenmiyorsak kırmadan, incitmeden fikrimizi beyan etmeliyiz. Ancak bu sayede, çağdaş uygarlık ve medeniyet seviyesi üzerine çıkabilir, dünyaya hakikat ve medeniyet meşalesi ile yön verebiliriz.
Barış ARSLAN (2008)