- 1519 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
AŞK ÜZERİNE BİR BARDAK SORU VE BİR YUDUM CEVAP
— Geçmişten günümüze aşk üzerine sayısız yazılar kaleme alındı. Çoğu şarkılar, şiirler, denemeler, destanlar ihtiyaç duyduğu malzemeyi aşkın bitmek tükenmek bilmeyen doğasından devşirip çıkardı. Sizce aşk diye bir şey var mıdır, zira bir varlık taşıyorsa aşk, nedir aşk denilen şey ?
— Gerçek mana da aşkın varlığıyla ilgili kesinlik taşıyan herhangi bir söz söylemek ne kadar doğru olur bilemiyorum. Fakat aşk yoktur diyen birisine ya da ömrü boyunca hiç aşık olmamış aşkın A’sını dahi duymamış bir kimseye, sadece ruhunun derinliklerine eğilmesini ve orada ki sese kulak vermesini söylemeniz yeterli olacaktır.
Aşkın ikinci bir tanrı olduğu bana göre aşikardır. Ya da başka bir deyişle tanrının ta kendisidir. Anlatmaya çalıştığım yalnızca dervişlerin, evliyaların, peygamberlerin ve gezginlerin barındırdığı ilahi aşkla sınırlı değil, benzer tabularla birlikte bütün beşeri aşklarda buna dahil. Tanrının taşıdığı bütün erdemlere, yüceliğe, kudrete ve ilhama sahip bir başka tanrıdır aşk. Onu herhangi bir kalıba sokmanız yada benzetmeler yoluyla tasvir etmeye çalışmanız mümkün olmayacaktır.
— Aşk ne derece özgündür, şayet evrensel bir nitelik taşıyorsa aşk biricikliği sıradanlaşmaz mı ?
— İnsan elinin dediği her şey doğallığından uzaklaşarak bir değişim süreciyle karşı karşıya kalmaktadır. İnşa edilen kentler, yapılar, değerler, inançlar gibi aşk da bu yolla bir evrim süreci geçirmektedir. Her geçen gün aşkın manasını kaybettiğini, yozlaştığını , evrensel nitelikte sıradanlaştığı kanaatindeyim. Aşkın bu derece gericiliğini sürekli bahsi geçen, üzerine çokça konuşulan ve aşka duyulan inancın yitirilmesinden kaynaklandığını düşünüyorum.
— Aşkı diğer hissiyatlardan farklı ve soylu kılan nedir ?
— Aşkın saygınlığı ve çekiciliği yüz yıllardır süre gelen hem bir ihtiyaçtan kaynaklanıyor oluşu, hem de ruhsal doygunluğu tetikleyici bir gıda olarak yaşam vaad etmesinden kaynaklandığını düşünüyorum. İnsan DNA’sıyla bu denli uyum içerisinde olan ve kişinin en vahşi duygularını okşayan, ayrıca ruhun da literatürünü bozmayan bir yönünün olması aşkı farklı kılmıştır. ( İstisnai yan etkileri hariç )
— Sizden aşkın önemini vurgulayan tek bir cümle kurmanız istenseydi cevabınız ne olurdu ?
— " Felsefenin başı suysa, bilgeliğin hamuru da aşktır " olurdu.
— Aşk mı evliliği, yoksa evlilik mi aşkı öldürür ?
— Aşk ve evlilik konusunda çok çeşitli görüş ve düşüncelerin olduğu muhakkaktır. Hatta, bizzat tecrübe edinilmişlik de olabilir. Yaşamı boyunca toplam da dört evlilik yapmış olan ve bunun vermiş olduğu tecrübeyi dayanak gösteren şair Cemal Süreya, aşk ve evlilikle alakalı düşüncelerini şöyle dile getiriyor:
" Evlenince aşk mutlaka biter. Çünkü aşk; yanlı, ilkel bir duygudur. Sanki aşkta bir savaş hali vardır. Masallara bakın, ‘Gerdeğe girdiler ve evlendiler’ denir ve biter. Biter, çünkü aşkın anlatılacak şeyi kalmaz artık. Toplumun önüne biz beraberiz diye çıkmak, ister evlilik olsun, ister beraber yaşamak olsun, hiç fark etmez, aşk ölür. "
Cemal Süreya dışında daha birçok kişi de evliliğin, aşkı öldürdüğünü doğrular mahiyette sözler sarfetmektedir. Fakat aşkın da evliliği öldürdüğü kanısını taşıyanlar yok değildir. Bu konuyla ilgili bir üçüncü, dördüncü, beşinci görüşü savunanlar da mutlaka vardır. Bilakis ben, ne aşkın evliliği, nede evliliğin aşkı öldürdüğüne inanmıyorum. Aksine aşk ve evlilik birbirini tamamlayan ve birbirini yaşatan eşsiz iki müessesedir. Aşkın doruğuna varmak isteyenler bence evlenmelidirler. Evlilikle taçlanmayan bir aşk, meyve vermeyen çam ağacına benzer. Bana çam ağacı fıstık veriyor diyebilirsiniz. Sonuçta fıstık bir meyve değildir. Cenevreli filozof ve yazar J. J. Rousseau’ nun deyimiyle soruyorum sizlere:
" Aşk mutluluğunu evlendirdikten sonra da sürdürebilseydik dünya cennet olurdu. Duygulu gönüller sevginin her türlüsü için duygulu değil mi ? "
— Eskiye nazaran günümüz edebiyatına bakıldığında aşk temasının bu denli ön plana çıkması ve üzerine çokça yazılar kaleme alınması neyin göstergesidir ?
— Eskiler aşkı mahrem bilirlerdi. Her fırsatta aşkın yıpratılmasını ve açık saçık ortaya dökülmesini kendilerine yakıştıramazlardı. Onlar için aşk, hep el üstünde tutulan ve her daim saflığını koruyan gerçeğin ta kendisiydi. Sanatkarlar da bunun bilincin de olup yazılarını bu doğrultuda büyük bir ciddiyet ve titizlikle kaleme alırlardı. Kullandıkları yöntem ve tekniklerin kusurlu olması sadece onları bağlar.
Günümüz edebiyatın da ise çağın tetiklediği koşullar, yaşam standartlarındaki ivme, bireysel tercih ve istekler, modernizimle birlikte değişen düşünce yapıları vb. Çağdaş dünya edebiyatında da silinmesi güç türlü türlü izler bıraktı. Bunun yanı sıra yazarlar işin kolayına kaçarak okunmak, piyasanın nabzını ara ara yoklayıp kar gütmek, okuyucu tarafından aşkın yanlış anlaşılması yada doğru öğretilememesi, bazı yazar sıfatı taşıyan kimselere kapı araladı. Okuyucunun bu boş bulunmuşluk hali zaaflarının sömürülmesine adeta yol haritası oldu. Aşk temalı metinlerin bu denli tereddüte mahiyet vermeyen yazarlar tarafından ele alınması aşkın cevherini söndürmekle kalmayıp, okurun aşkı yanlış yorumlamasına ve bu doğrultu da davranışlar sergilemesine neden oldu.
— Son olarak; sizce aşk nasıl yaşanırsa aşk olur, ya da aşkta ortak bir mutabakat var mıdır ?
— Dünyanın iki farklı noktasında bulunan, iki önemli duygu adamınından Fransız yazar Montaigne: " Aşk utanma ve çekinmenin olduğu yerde vardır " der. Mevlana Celalettin Rumi ise: " Aşk, çılgınlık değilse aşk değildir " der.
Bu iki ozanın düşünceleri birbirinden uzak çağrışımlar uyandıran iki söz gibi görünse de, aslında Montaigne de, Mevlana da ortak bir noktada buluşabilmiş ve aynı şeyleri dillendirebilmişlerdir. Onları anlayabilmek için söyledikleri üzerinde durup biraz düşünmek yeterli olacaktır.
Bana gelince; sanırım ben de onlar gibi düşünüyorum: " Utanma ve çılgınlık sadece aşkın var olduğu yerde barışabilir. "
Özkan ÇALIŞ