- 789 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
İnsanoğlunun Ölüm ve Kabirle İmtihanı
Kulun Ölüm ve Kabir ile Sınavı
Yüce Allah (c.c.) yarattığı kulları için hayır ve güzellikler dilemiştir. Yarattığı insanları meleklerden üstün tutmuş ve meleklerin Âdem’e (a.s) secde etmelerini emretmiş; secde etmeyen iblisleri lanetleyerek cennetten kovmuştur. Ve Âdemoğlu, Allah’ın (c.c.) yeryüzündeki halifeleri olmuştur. Âdem ve Havva Anamızdan çoğalan insanoğlunun bir takım kurallara uyarak yaşamasını arzu etmiştir. Bu nedenle gönderdiği elçilerine vahiyler yoluyla sayfalar indirmiştir. Bu sayfalarda Yüce Allah’ın (c.c.) emirleri ve tavsiyeleri yer almıştır. Çoğalan insanoğlu, ilk dönemlerde Peygamberlerinin tebliğ ettiği Allah’ın (c.c.) emirlerine sıkıca bağlanıp, mümince bir hayat yaşamıştır. Mümince yaşamanın doğal sonucu olarak huzuru, mutluluğu, saadeti ve güveni tatmıştır. Beşer olan insanoğlu, ne zaman Yüce Allah’ın (c.c.) emirlerine ve Peygamberlerine sırt dönmüş; işte o zaman insanoğlu için felaket çanları çalmaya başlamıştır. Toplumda huzur, güven, hoşgörü ve adalet kaybolmuştur. Çünkü insanoğlu ölümü hiç aklına getirmemiştir. Hiç ölmeyecek gibi nefsinin peşinde koşmuş; dünyalık biriktirme derdine düşmüştür. Kimi kavimler kibirleri yüzünden, kimi kavimler ahlaksızlığı yüzünden, kimi kavimler putlara tapmaktan, kimi kavimler faizcilik ve hırsızlık yüzünden helak olup gitmiştir.
İnsanoğlu, hayatının her döneminde şu üç hususa özellikle dikkat etmelidir: Dünyalık işlerinin ölüm ile sona ereceğini, son durağının kabir olacağını, ziyaretçilerinin Münker ve Nekir me-lekleri olacağını ve vadenin de kıyamet olacağını tefekkür etmelidir. Ölümün bu ilahi sırlarını bilerek yaşayan insanlar, kabirde ve Ahiret yurdunda mükâfatlandırılacaktır. Allah’ın (c.c.) emirlerine isyan ederek yaşayanların vay haline! Onların varacakları yer ne kötü bir yerdir. Onların ziyaretçileri ne çirkin ve korkunç ziyaretçilerdir! İlahi kanunları hiçe sayarak yaşa-manın karşılığı hiç şüphe yok ki; kabir azabı ve cehennem ateşi olacaktır!
Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) Efendimiz bakınız bu konuda ne buyuruyor: “Akıllı olanlar şu kişilerdir ki; nefsini Hak emre uydurur ve ölümden sonra kalacak işlerde bulu-nur” Bu hadis-i Şeriften de anlıyoruz ki; ölümü düşünen kişi, evvela ahiret hazırlığını yapar ve böylece kabrini cennet bahçelerinden bir bahçeye dönüştürmüş olur.
İnsanoğlu, çok kez bir yakınının ya da bir başkasının ölümüne şahitlik etmiştir. Bazı hastaların uykuya dalar gibi ölüp gittiğini, bazı hastalarında dayanılmaz acılar çekerek öldüğünü görmüştür. Uykuya dalar gibi ölüp gidenler için “keşke benim ölümüm de böyle tertemiz, acısız olsa” diye o ölüm haline imrenir. Ya işkence çekerek ölenleri görünce ne der; “Eyvah! Ölüm ne zormuş böyle. Saatlerce can çekişiyor, terliyor ama bir türlü ruhu çıkmıyor! Aman Yarabbi! Şu adamın yüzü nasılda değişiyor. Çirkinleşiyor! Yarabbi! Bana hayırlı ve güzel ölümler nasip eyle” diyerek o ölüm anından duyduğu sıkıntıyı ve sarsıntıyı dile getirir. Yüce Allah (c.c.) buyuruyor ki; “Her canlı mutlaka ölümü tadacaktır” Yüce Yaratıcının bu sözünden de anlıyoruz ki, ölüm anında büyük acılar vardır ve o acıları her canlı mutlaka tada-caktır.
Ancak; şunu belirtmekte fayda vardır ki; Yüce Allah (c.c.) bazı Müslüman kullarının canlarını dehşetli acılarla kabzeder. Bu çetin acılar, Yüce Allah’ın (c.c.) Müslüman kullarına bir mer-hametidir ve rahmetidir. Zira Yüce Allah (c.c.) Müslüman kullarının çektiği ölüm acısını, işlediği günahlara kefaret olarak değerlendirir. Kâfir kullarının ruhlarını ise acısız ve işkencesiz olarak alır. Bu durum Yüce Allah’ın (c.c.) adaletinin bir gereğidir. Zira kâfirlerde hayır işle-rinde bulunur ve güzel bir yaşam sürdürür. İşte bunun karşılığı olarak kâfirler, ölüm acısını hissetmez veya çok az hisseder. Bu izahatlar; İmam-ı Gazali Hazretleri’nin ‘Hüccet-ül İslam’ İsimli eserinde geçmektedir.
İnsanoğlu, ölüm anını ve ruhun bedenden ayrılışını hep merak etmiştir. Ölümün insanoğluna büyük ıstırap yüklediğini Hz. İsa (a.s) şu şekilde belirtmiştir; “Ya havariyyun! Dua edin; ta ki, Hak Teâlâ benim canımı almayı kolaylaştırsın. Ben ölümden o kadar korkuyorum ki, ölümün verdiği bu korkudan öleceğim…”
Hz. Muhammed (s.a.v) Efendimiz ölüm acısı için şöyle buyurmuştur; “Ölüm acısını çekmek üç yüz kılıç vuruşu gibidir” Bir başka hadislerinde; “Can vermenin en kolayı, yün yumağı içinden dikenli bir dalı çekmek gibidir ki; kolaylıkla ayrılması mümkün değildir.”
İnsanoğlu, ölüm anında nelerle karşılaşacağını da merak etmektedir.
a-) İnsanoğlu, gideceği makamını görmeden can vermez: Yani; ölecek kişi Salihlerden ise, yerinin cennet olduğunu mutlaka görür ve mutluluğunu belli-belirsiz tebessümle belirtir. Bu gülümseme öldükten sonra yüzünde donup kalır. Şirk, fitne, fesat gibi günah işlerle hemhal olanların ve kâfirlerin de makamları kendilerine mutlaka gösterilir. Cehennemi gören kâfirlerin ve günahkâr Müslümanların yüzleri kasılır, çirkinleşir ve derin korku izlerine bürünür. Ölüm Meleği Azrail, müminlere güzel bir surat ile yaklaşırken, inkârcılara ve günaha saplanmış Müslümanlara çok korkunç bir surat ile yaklaşır ve onları dehşete düşürür.
b-) Mezara defnedilen kişi ister Müslüman olsun, ister kâfir olsun mezarda ilk göreceği Kira-men Kâtibin melekleri olacaktır. Mezara terk edilen kişi Yüce Allah’ın (c.c.) emirlerine tam teslimiyetle teslim olmuş ise sorgu melekleri ona korkutucu bir halde yaklaşmaz. Ve o mümin kişiye şöyle seslenir; “Allah (c.c.) kimdir, Muhammed kimdir?” Mümin kişi; “Allah (c.c.) eşi ve benzeri olmayan, ezeli ve ebedi olan, zerreden kürreye her şeyi yaratandır. Muhammed (a.s) O’nun resulüdür ve bizim de peygamberimizdir” diye cevap verir. Sorgu melekleri aldıkları bu cevapla; “Allah-ü Teâlâ (c.c) sana hayırlı karşılıklar versin. Allah (c.c.) katında çok itaatkârdın, bizi rahat ettirdin” diye cevap verip çekilirler.
Kabrin, ölülerle konuşup konuşmadığı da ayrı bir merak konusudur. Evet, kabir ölülerle konu-şur. Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v) Efendimiz bu konuda şöyle bildirmiştir; “Ölüyü kabre koyduklarında, kabir ölüye şöyle seslenir; ‘Âdemoğlu! Sen neye kibirlendin? Sen bilmiyor muydun ki, ben sıkıntı eviyim ve karanlığın eviyim? Yılanlar, akrepler durağıyım! Asilerin zindanıyım! Sen neye aldandın? Oysa yanıma gelince hemen kaçardın! Şaşkına dönmüş biri gibi bir ayağın geri basardı” İşte bu dehşetli azarlamaların sahibi kabrin ta ken-disidir.
İslam Peygamberi Hz. Muhammed (s.a.v) Efendimiz, Salih kullar için şöyle buyurmuştur; “Allah’ın (c.c) buyruğuna itaat edenleri kabre koyarlar. O kişinin amelleri onun çevresini sarar ve onu muhafaza altına alır. Ayağının ucuna azap melekleri gelir; namaz onları kar-şılar ve ‘Onun yanına varmayın! O, Allah (c.c.) için ayakta çok durdu’ derler. Melekler bu sefer ölünün baş tarafına geçer; oruç onları karşılayıp; ‘Onun yanına varmayın! O, Allah (c.c.) yolunda çok susuzluk çekti’ derler. Melekler bu sefer ölünün diğer yanına gelir, sadaka onları karşılar ve ‘Ona dokunmayın! O, bu eli ile çok sadaka vermişti’ derler. Bu defa ölünün arkasına geçerler, haç ve Gaza onları karşılar; ‘Ona dokunmayın! O, Hak Teâlâ’nım yolunda zahmetler çekmiştir’ derler. Ölüm melekleri, mümin ölüden aldıkları bu cevap karşısında; ‘Sana makamın mübarek olsun ’diyerek çekilirler.
Azap melekleri çekildikten sonra mümin kişiye rahmet melekleri gelir ve cennetten getirdikleri yatağı mümin kişinin altına sererler. Müminin kabrini yetmiş arşın eninden ve boyundan genişletirler. Genişletilen kabrin içini nur ile doldurup, cennetten getirdikleri bir kandili kabrin içine asarlar. Rahmet Melekleri mümin kula; “şimdi rahat rahat yat burada” derler. Mümin kul; “Beni kavmimin ve akrabalarımın yanına koyun. Onları benden haberdar edin” der. Rahmet melekleri de; “Burada yat. Yeni gelin nasıl uykuya varırsa öyle uyu. Seni kimse uyandıramaz. Ancak çok sevdiğin uyandırabilir” diyerek, kabri terk ederler. Mümin kul; hayırlı amellerinin karşılığı olarak sonsuz yurdu olan cenneti seyrederek kıyamete kadar kab-rinde yatar. Bu müminler için Yüce Allah’ın (c.c.) bir mükâfatıdır.
Kabre terk edilen kişi münafık ise Azap Melekleri bu kişiye söyle sual ederler; “Hak Teâlâ’yı ve Peygamberi nasıl bilirdin?” Münafık kişi şöyle cevap verir; “Halkın ağzından bir şeyler işitmiştim. Söylenip dururlardı. Ben onların dediğini derim” Bu cevap karşısında Azap Me-lekleri kabre şöyle seslenir; “Onu sıkın!” Kabir, bu münafığı öyle bir sıkar ki; kaburgaları birbirine geçer. Bu münafık kul, hem kabrin kendisini sıkmasıyla büyük azap çeker, hem de varacağı azap yurdu olan cehennemi kıyamete kadar seyretmeye mahkûm edilir. Bu ne büyük bir azaptır!
Günümüzde kendilerini aydın, modern ve ateist olarak görenler, ne kabir azabına, ne de ahiret yurduna inanırlar. Bu tür insanlar maddeci bir anlayışa sahip olduklarından bilimsel kanıtı olmayan hiçbir şeye inanmazlar. Oysa ruh, akıl, rüya ve hayal müspet ilimlerle asla ispat edi-lemez. Buna rağmen ateistler; ‘Benim aklım ve ruhum yoktur. Ben asla rüya görmedim’ diyememiştir. Kur’an-ı Kerim, sonsuz evren ve tüm canlılar Yüce Allah’ın (c.c.) varlığına şehadet ederler. O öyle bir düzen kurmuştur ki; sonsuz evren ve bu evrenin içinde bulunan her şey belirli bir düzen ve ilmi disiplin içinde hareket etmektedir. Müminler, kendilerini modern dünyanın aydınları olarak görenlere ve ateistlerin saçma sapan materyalist doktrinlerine al-dırmadan, Yüce Kitabımız Kur’an-ı Kerim’in ve Hz. Muhammed (s.a.v) Efendimizin evrensel beyanlarına uygun yaşamalıdır. Zira bu dünyada yaptığımız güzel ameller, kabir ve ahiret yurdunda bizlere mükâfat olarak dönecektir. Nefsinin peşinde sürüklenerek şeytana ‘KUL’ olan ‘Nefsi Emmare’ Müslümanlar da işlediği günahların karşılığını hem kabirde ve hem de ahiret yurdunda işkence ve zulüm olarak görecektir. O günahkâr Müslümanlar, günahları nis-petinde cehennemde yandıktan sonra cennete alınacaktır. Ancak; kâfirlerin böyle bir imkânı olmayacaktır. O kâfirler hesaba çekilmeyecek, onlar için mizan terazisi dahi kurulmayacaktır. Zira onlar Yüce Allah’a (c.c) şirk koşmuştu. Şirk koşanlar, doğrudan cehenneme atılacaktır. İşledikleri güzel ameller ölüm acısı çekmeyerek kendilerine ödenecektir.
Yüce Allah (c.c.) tüm insanlığı hidayete erdirsin.
10.03.2014
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.