- 903 Okunma
- 2 Yorum
- 1 Beğeni
Okusaydım okutsaydın beni anacığım!...
Okusaydım okutsaydın beni anacığım!...
Elime kâğıt kalemi her alışımda sözcükler beni cesaretlendiriyor. Yığınla fikir geliyor akılma. Yine öyle bir gündü.
Birileri ile dertleşmek ihtiyacı duyduğumda ise aklıma köy damlarında çeşme başında yapılan kısa muhabbetler gelir ama. Gerçeğin altına imza atmak her yazarın en büyük hayalidir.
Hele ki benim gibi kalemi ile deneme turlarına çıkan biri için bulunmaz nimettir. Gerçeğin gün yüzüne çıkartılması aniden hafızamı yoklayıp o günlere gidiyordum.
Her seferinde ise olduğundan masrafsızdı yaptığım yapmaya çalıştığım bu yolculuklar
Görünen her şeyin sahibi o duyguların yüreğinde zaten hissi doygunluluğun ise asla inkâr edilmezdi.
Her şeyden ziyade hürsün. Kanaatkârsın kendi düşüncelerin ve onları yazıya dökmen çok zahmetsizdir bu vesile ile düşüncelerimin adı tüm hikâyenin yaşanıp yaşanmamış bire özeti idi.
Sözün balla kesildiği yerdeyim şimdi. Küçük bir köy burası gün ışımış, bir yanda ise beşeriyetin bitimsiz olan telaşı. Kan ter içindeydi. Var olan ise nefse doyma hıncı tam yerinden topaklanırken.
İlgisiz bir hava hâkimdi aralarında uzak bir mesafeler varmış gibi, kimsenin gözü kimseye ilişmiyordu. Dama taşları gibi kim kime şah mat diyecekmiş gibi beklentide olan kimsede yoktu…
O gün ise her günkünden farklı gün kurşuni bir havaya bürünmüş. Güneş ise üstünden atmış ateş kızılı rengini sanki unutmuş doğanının üstünde ateşli ateşli öpüşmeyi de.
Ya! Rüzgâra ne demeli bulutları sanki isimsiz uğultusu ile binlerce kez kamçılıyordu, yağmur damlaları birazdan sırılsıklam toprağın kuru bedenine düşecek gibiydi.
Kâinatın küllü zerresi dağınık bir öykünün kahramanlarıydılar. Bende kendimce bir konun arayışı içimdeyim. Aniden düşüncelerimin fokurdamaya başladığın his ettim. Yürek zulamda bir heyecan ikramsız doyarak içmem gerektiğini söylüyordu.
Ve masamı sandalyemi bir bardak suyumu alarak balkona çıktım.
Başladım çevremde mütevazı olayları, sessizce seyretmeye. Evim tam köyün karşı tarafına düşüyordu ve çok yüksekçe bir yerde inşa edilmişti.
Yani manzaram kuş bakışı inanılmaz güzeldi.insanların yürek telaşını oturduğum yerde çok net göre biliyordum. Bu arada dalmışım ne kadar düşüncelerin içinde cebeleştiğimi de bilmiyorum.
Köyün içinde uğursuz bir hareketlenme fark ettim. O noktaya pür dikkat kesildim.
“acaba ne oldu?” diyerekten.
Kalabalılığın dengesizce çoğalmasına şaşırmış içimde ise cılız bir korku savunmasız olarak kol geziyordu.
Nefesimi tutmuş pür dikkat olup biteni izler iken nedeni acaba ne olmuş gayesindeyim. O an doğruyu seçme adına aslında beden hareketimin tam o sıfır noktasındaydım.
Ne olduğunu anlamaya çalışırken de, koşuşmalar birden durdu ulu bir sessizlik köyün hareketlenmesini yutmuş gibi kimseleri göremiyordum.
Sanırım kötü şeylerin belirtileri ağırlığını olanca gücü ile koydu ortaya.
Bende fazla dayanamadım. Gitmek için yerimde doğrulmaya çalıştım. Merakım inanılmaz derecede dozunu arttırmıştı.
Olay yerine adım adım yaklaşmamda ise. Çığlık sesleri göğün göğsüne yükseliyordu. Yüreğim köşeye sıkışmış, nefes almakta güçlük çekiyor. En nihayetinde Yeter halanın kapsına vardım.
Çünkü kalabalık orada istiflenmişti. Beni görenler yolu açmak için çabaladılar Öğretmen olmak, devletin bir memuru olmak, toplumumuzda çok önemsenirdi. Önemsenmelide aydınlık yarınları çizen minik beyinlerin tek doğrusu öğretmenlerdi.
Onura edilmenin ötesi de yatan gerçekse çokça meşakkatli bir meslekti. Onu da demeden geçemem ki.
Evin kapısından yavaş adımlar ile içeriye süzüldüm. Önce gözlerim aydınlıktan geldiğim için karanlığa alışmakta hayli bir zorluk çekti. İçeride kim var kim yok pek seçemedim ilk iki üç dakika.
Hanımın bir tanesi:
“Oooo Çiğdem öğretmenim buraya gelin” diye yer gösterdi bana
-Teşekkür ederim!
Hamide hatun siz misiniz? Dedim
-Evet, benim öğretmen hanım hoş geldiniz.
-Hoş gördük sağ olun.
Ben fazla zaman kayıp etmeden ulu orta sordum.
-hayırdır ne bu ses? Ne feryat? Az bir sessiz olsak. Bana olup biteni anlatsanız olur mu? Dedim.
Anında hep bir ağızdan çıkarılan seslerin uğultusu kesildi.
Gözümde bu arada alıştı karanlığa çünkü köy evleri küçük pencereli yüksek tavanlı boydan boya tahta sedirler ile çevrili her rengin karışımı olan halılar duvara asılmış ve isli bir gaz lambası geceden kalma isi ile ilk o gözüme ilişti. Bu arada az önce dediğim gibi İnsan önce derin bir çukura düştüğü hissi veren odanın içindeydim.
Herkes burada ve Yeter hala saçını başını yolmuş. Gözleri ağlamaklı bana bakışı o kadar çaresizlik iliştiriyordu ki. Dayanamadım sarıldım kendisine. Bu bir nevi ona desteğimi gösterme şekil idi zaten. Samimi hislerimle ancak bunu yapa biliyordum o an ona.
Tekrar sesimi yükseltip sordum odadakilere
-Şimdi biri bana olanları anlatsın. Türkçesi iyi olan birisi olsun. Elimden gelen bir şey olursa doğrusunu yapa bileyim dedim.
Hamide hatun;
Ben anlatayım izin verirseniz Çiğdem öğretmenim dedi.
-“tabi buyurun anlatın.
Bu arada ise ben çok meraklandım. Yeter halanın hali perişandı dilinde anlamasam da, yüreğime sönmez bir ateş parçası düşürmüştü. Sizi dinliyorum dedim.
Keza hemen anlatsınlar diye de sabırım beni inanılmaz zorluyordu.
Hamide hatun derin bir soluktan sonra başladı olanı biteni sakince anlatmaya.
Hamide hatun;
Siz yaklaşık iki yıldır köyümüzdesiniz. Öğretmen hanım. Hemen hemen herkesi iyi tanırsınız
- Evet tanıyorum
Yeter halanın biliyorsunuz ki bir ergen kızı vardı. Adı Sırma idi ve dün geceden beri kayıp ne götüren belli nede nerede olduğu bilen çıktı.
Yani kaçmış!
-ay! Çok üzüldüm dilerim yanlış bir şey yapmıştır.
-bizde öyle umut ediyoruz. Köyde kimseyle kaçmamış herkes tamam. Başka köylerde gelenide görmemiş hiç kimse. Ve bu kız bir sır gibi sabahtan beri ortalıkta yok.
- pekiyi her yeri aradınız mı? Çevre köylerini falan
- elbette ve çevre köylerde saldık birkaç kişiyi. Ayrıca izim yakın köylerin birinde kızın halası var. Şimdi haber gelir öğretmen hanım.
O zaman sakin bir şekilde dere çukur neresi varsa gidip bir daha bizde bakalım ne var yani dememle beraber Herkes tamam demişçesine yavaş yavaş içeriden dışarıya doğru yöneldiler.
Ben Yeter halaya tekrar sarıldım üzülmemesini de sıkı sıkıya tembihledim ve umutlandırdım içimdeki his ile
Ve evden çıktım. Millette benim peşimden sağa sola dağıldı birer ikişer olarak.
Yol boyunca düşündüm bu kız nerede olabilir. Çok güzel bir kızdı siması gözümün önünde bir bir canlandı Başına ne gelmiş olabilir aklım almıyordu.
Bazen bana annesinin göndermiş olduğu. yoğurt, süt, yumurta, ekmek getirirdi. Ama hiç konuşmazdı. Dilsiz olduğunu düşünmüştüm kimi zamanda. Meğerse burada çoğu kadın gibi oda Türkçe bilmiyormuş ondan tek kelime etmezmiş bana.
Oysa yıllar önce ulu önderimiz Mustafa Kemal Atatürk kadına seçme seçimle hakkını vermişti. Bu ne gericilik Allah’ım ne desem ben şimdi? Kime ne desem kimden ne cevap alabilirdim ki.
Bu çağda okumamak okutulmamak hiçe sayılmak madalyonun diğer yüzü idi. Sinirlerim gerildi şu durumda bildiğim tek bir gerçek var biz kadınlara aydınlık geleceğe hazırlanmamıza gelip ön ayak olan yok denecek kadar azdı.
O kadar boyun eğmişiz ki adına da cehalet demişiz. Toplum olarak hiç kimse rahat yerinde kalkıp bu köylerin asıl eksiği nedir? Nelerdi dememekle beraber kendi çaresizliğine terk edilmiştir.
Yani burada devlettin o koruyucu eli hiç uzanmamıştır asıl konu bu üzerinde iyi durulması gerek
Bağrına yaslanmaya çalışan her arzuyu bencil düşüncelerden zina ya uğratmanın getirisinde iken, iffetin iki dudak arası adı neydi?
Şu an vereceğim her hangi cevap, birilerinin vicdanen ölüm sebebiyetidir diyerekten susuyorum
Gecenin ise o yırtık kara çarşafında. Çok yere baktık en nihayetinde yerin dili pak… Ben bilmem gökyüzü ise der ki ben bilmem… Kız bir anda ortalıkta nedensiz bir şekilde yok olmuştu.
Eve dönme kararından sonra korkunun turladığı bakışlarımı tavana dikip saatlerce bekledim. O gece bir haber gelir beklentisi içindeyim lakin bir haber yok.
En nihayetinde gün ağarmaya yüz tutmuş ama gözlerime bir zerre uyku girmemişti. Ölçtüm biçtim bazen çıplak bir varsayıma giydirdim düşüncemi. Bazen de ısısız bir yerde, bırakıp arkama bakmadan kaçtım.
Kısaca içinde bocaladığım bin türlü açıklık sonunu getiremediğim korkular tüm benliğim kıskıvrak sarmıştı.
Daha fazla bedenim uykuya karşı koyamadı. Uyuya kalmışım. Nerde bu kız? Nerde?
Saatin zilli kulağımın dibinden çalıncaya kadar
Hızlıca yatağımdan doğruldum perdenin arasında ince bir ışık sızıyordu.
“Sabah olu vermiş “dedim.
Perdeyi açmak üzereyken kapıda çalındı.
Tak! Tak!
-Kim o?
- öğretmenim benim Hamide açın kapıyı dedi.
Kötü bir gıcırtı ile homurdanan kapıyı açtım. Ve bu aradaise güneşin güzelliği gözlerimi öptüğünü his ettim. Işıl ışıl idi. güzel bir bahar sabahı kapımda bir misafir vardı. İçeri buyur ettim.
Ee’ Hamide Hatun bizim kayıptan bir haber var mı? Onu de hele bana.
- var hem de yok deyip başını önüne eğdi..
-Ya lafı uzun boylu dokumada kısa yoldan deyiver bana. Meraklandım ya! Anlatsana be kadın
Hamide hatun;
Hem var hem yok dememin nedeni şu Sırma yine yok ama halasın kızı da dün gece çevre köylerden birisi ile kaçmış. ne tesadüfse ama onunda haberi yok gibi.
-Nasıl yani…
Hamide hatun;
-Nasıl var mı halasın kızı ben bilmem demiş bu bir rastlantı onun evden gideceğini ve benle aynı güne getireceğini bilmiyorum demiş hepsi bu
-Desene yine başa döndük
Hamide hatun:
-işin kötü tarafı ne biliyor musunuz? Bu kız Türkçe bilmiyor okuması yok yazması yok. Dilerim iyi birilerine rastlarda meramını anlatır onlara, geri getirirler buraya.
Atalarımız ne dere “Suskunluk hep işe yarar kötü olayları düşünürken”.
Benim aklıma hiçbir şey gelmiyor katısız keşkelerin içinde, ezildi büzüldü sözcüklerim. Suyunu çekmiş kanal gibi. Sağımdan solumdan topak topak toprak dökülür gibi olmuş. Yani dilim damağım kup kuru idi. Asıl acı olanda diyemediği gerçek bir kıskacın içinde debelenir çözemediğim o bilinmezlerim
Acaba nerede bu kız?
Günler peşin sıra gelip geçerken garibim Sırma sır içinde sır olmuştu.
Anasının ağıtları kulağımda nitekim giden gitmiş.
Ne vakit geçti bilmiyorum. Seneler koyununda hasret büyüttü. Yani gitti akla gelen tek şey.
Habeş çayına düşen bedenin bulamamın kurgusunu benimsedi insanlar. Ölümden başka bir şey yakıştırmadılar Sırma’ya. Olmayan ölüm mantığa giydirildi. Her zor olayda olan sabit fikirdi bu sadece.
Okulun kapanmasına kısa bir dönem kalmıştı. Ders ortasında sınıfın kapısı birden usul usul çalındı, gelen ise Yeter hala ve Hamide hatundu
Ellerinde kapalı bir mektup bana uzattılar okumam için. Ders bitiminde okuruz diyerekten onları evlerine gönderdim. Ama mektup elimde üzerinde söyle bir not vardı…
Muhtar Mustafa eli ile Yeter gün doğdu ya verilecek?
………………………………….devam edecek
YORUMLAR
Şadiye gürbüz(zaralıcan
Güzel bir hikaye.
Çok hoş tasvir edilmiş köy ortamı.
İlgi ile okudum.
Devamını da merakla bekliyoruz.
Umarım, sonu hayırlı olmuştur kayıp kızın.