Mezarlık Manzaram(3.Bölüm: Şeytanla Tanışmak)
Benim bir hikayeye onunsa insanları inandırmaya ihtiyacı vardı. Karşılıklı çıkar ilişkisiydi bizimkisi. O vakit tanışmıştık iblisle. İblisi nazik bir beyefendi olarak tanıdım. Zevkliydi, iyi giyinir, nezaketi ve gücü kelimelerinden eksik etmezdi. Öyle ya biz yazarlar gibi, ona da sadece kelimeler verilmişti. Güzel kadınlara iltifat eder, her kadın güzel olmasa da onlarda ki güzelliği görmeyi bilirdi. Kimi kadınların eğlenceli mizacını, kimisinin keskin zekasını, kimisinin ise fedakarlığını güzelliğe değişebilirdi. Mükemmeliyetçiydi ama asla mükemmele ulaşmak istemezdi. İnsanın dünyadan her zaman almayı arzulayacağı bir şeylerin kalmasını dilerdi. En güçlü yanlarımızı görür, en baskın özelliklerimizi gün yüzüne çıkartırdı. Onsuz bir hayat amaçsız bir savaştan başkası olamazdı. Hepimiz gibi onun da bir geçmişi vardı, hatta hepimizinkinden daha parlak daha ulvi bir geçmiş. Kimsenin kötülüğünü istediğine şahit olmadım ama seçenek sunmak konusunda bir dahiydi. Vicdanımızın tamam dediği noktada daha üstünü için bahse tutuşurdu.
Yıldızların dahi şahit olamayacağı kara bulutlarla örülü soğuk bir kış gecesi olsun diye ocağın on dördünü seçmiştim. Nereden gelip nereye gittiğimi bana hatırlatacak izleri taşısın diye karlı bir gece istemiştim. Bir tarafta soğukta açlıktan donarak ölecek köpekler olacaktı. Diğer tarafta ısınmak için çöpleri yakacak evsizler. Kader mahkumu mahpuslar hanımlarını özleyecekti sıcak çaylarını içerken ve inanacaktı safları sıklaştırılmış cemaat, Allah’ın dışarıda kalanlara yardım edeceğine. Yardımın ’ismi’ olmak için dua etmeyecekti hiçbirisi. Dua edenin kapısına da Allah göndermeyecekti bir evsizi. Riyakar gönüller beş vakitte sevap birikitirirken, kurtaramayacaklardı dünyayı. Mü’min kardeşlerinin katline yalnızca dua edecekti mücahidler. Cihad ve adalet ayetlerini fetih için tefsir eden müfessirler; ilmi bir cenk içinde olduklarına gözyaşlarıyla inandıracaklardı cemaati islamı. Yeminler edeceklerdi bizde şehit olmak isteriz diye. Oysa şehadet üç beş saat uzakta onları bekliyor olacaktı. Katledilen din kardeşlerine methiyeler dizecek, vicdanları; canını korumak islamın ilk fürüatıdır deyip, gerisini teferruat sayan nesle lanet okuyarak yaşlanacaktı şeyhler. Babasından duyduğunu çocuklarına aktaracaktı mutlu çatısının altında bir baba; sizin için yaşadım ben, baba olduğunda aynısını o çocuk aktaracaktı yavrularına, aktarırken kendi için yaşayan insan kalmış mıdır diye düşünmeden. Oysa herkes kendisi için ölecekti. Yemedim yedirdim giymedim giydirdim diyecekti dürüstlüğüyle övünen bir ana. Akbabalar leşçil kuşlarız diyerek, tembelliklerini gizleyeceklerdi. Herkes kendi evinde, barınağında kucak açacaktı şükürlerle yeni bir yarına. Küfredecekti dışarıda kalanlar o gece ışığı açık olan tüm evlere. Umut edecekti çocuklar birisinin kendisini görüp sadece bu geceliğine seveceğine. Üstelik kömür yakılan bir semtte olacaktım, havayı kirletenlerin utanmadan o havayı solumamak adına camlarını kapatıp dışarıda unutulmuş canları tek başlarına birde boğduklarını bilecektim.
Ocak ayını seçmiştim diyorum ya kendimi günahımla yalnız hissetmek istememiştim. Bilmeden her nefeste kırk bin günah işlediğini bilecektim ademoğlunun, yavaş adımlarla yürüyecektim amacıma. Her adımda iyi insanın kalmadığına daha da inanacaktım. Ateistlerin dindara Tanrının yokluğunu ispatlama çabası gibi, yalnız kalmayacağımı; eğer yanacaksam herkesin o gece yanacağını umarak yaracaktım geceyi. Kara geceye kızıl şafaklar, tertemiz karlara ölü canlar, huriyi bakire sayan sapkınlar ve havari kelimesini düşünemeyen alçakların yağdığı sokaktan başım dik yürüyerek geçecektim. Sonra onunla buluşacak ve bu geceyi nasılda kendimi günahsızmışım gibi gösterecek şekilde tasarladığımı anlatacaktım. Yalanlar söylemekten, kendimi bile kandırmaktan nasul gurur duyduğumu görecekti. Kutsal kitapların mucizesinden sonra en büyük söz sanatçısı olan şeytana hayranlığımı sunmayacaktım. Çünkü, randevu gecemizi bin yıl sonra bile bu şekilde anlatırken insanların, beni nasıl günahsız göreceklerine İlah’ımı şeytana değiştiğim halde masum ilan edileceğime vurgu yapacaktım. İblis kibrimi görüp bana saygı duyacak ve kendi piyonu olarak kullanacaktı. O bana bir hikaye anlatacak bense onu yazacaktım. Fakat öyle olmadı.
Ocak ayının on dördüydü doğru, fakat ne bir bulut vardı gökyüzünde ne de kar hışırdıyordu yer yüzünde. Sıcacık olmasa da paltosuz gezilebilecek bir kış gecesiydi sadece. Ne kibrim kalmıştı ne de planım. Yolların ayrımında yarı sarhoş sallanarak çağırmıştım iblisi. Ah yalanlar, gülümsedim iblis geldiğinde. Yüzüme bakıp "korkmak mı istiyordun" dedi. Belki biraz diyebildim. Siyah takım elbisesinin içinde parlak haki bir gömlek, Üst cebinde haki mendil, simsiyah geriye briyantinle taranmış saçları ve karakteristik ince uzun burnuyla tebessüm ediyordu bana. Öyle yakışıklıydı ki, günahı çirkin gösteren evliyaları düşündüm o an. Elinde ki yüzüğe takıldı gözlerim arapça bir ibare vardı; "فقط يسجد الله أن" yazıyı farkettiğimde kendimden utandım, yalnız İlaha secde ederim diyordu iblis. Bense kovulmuş şeytanın elini sıkmak için uzatmıştım elimi. Gözlerimin içine baktı elimi sıkarken, masmavi gözleri milyon yılların bilgeliğini gizliyordu. Gülümseyerek, "beni buraya çağırmaya karar verdiğin anda ruhunu zaten sattın o yaptığın plan ilk hikayendi, hoşçakal." dedi ve kayboldu.
********************************************************************************
"İnanmak ya da inanmamak, işte bütün mesele bu."
Hararetle birşeyler tartışıyordu BN, stilistim diyeceği kadınla. Stilist, varlığından kurtulması gerektiğini öğütlüyordu. Tanrısından yalnızca istememeyi istemesini söylüyordu. Dinliyordu BN, dinliyor ama inanmamayı seçiyordu. Dünyaya fırlatılışımızın bir sebebi olduğunu, kulluk dışında ki hiçbirşeyin önemli olmadığını kabul etmiyordu. Şimdilik etmeyecekti. Yazarlar yazdıkça güzelleşir, yazarlar yazdıkça öğrenir. Anlatılanı olduğu gibi kabul etmek kendisine ihanet etmekten farksız olur yazar için. Stilist de ne çok şey anlatıyordu, tevhid inancını vahdet-i vücud gibi aktarıyordu. Hemşireydi BN, hiç bir insanın içinde tanrıyı görmemişti. Ruhun yek vücutluğundan bahsediyordu belki de stilist. Ruhu anlamak gerekirdi önce. Stilist konuşuyor BN düşünüyordu. Bir zaman sonra stilistini düşünmemeye başladı. Zaman büküldü, mekan yarıldı, bambaşka bir dünyaya gözleri açıldı BN’nin. Stilistin hayal meyal sesi geliyordu fakat, dört bir tarafı duvarlarla sınırlanmış dünyasında sonsuzluğa açılan küçücük bir penceresi vardı şimdi. Son nefesinde hala ışık yaymak için yanan bitik mumu ilk ve son dostu olmuştu zaten. Arzulasa duvarları yıkıp görebilirdi gökyüzünü. Belki sınırlarını evrene bile büyütebilirdi daracık korunağının. Fakat “ne çare” diyordu “ne farkeder zamanın ötesine geçemedikçe sınırların kalkmasının”. Kendi kendine şu an inanıyordu, sefil de olsa, tavanı mumun isinden kararmış da olsa, dünyaya ait tüm zevkerden mahrum da kalsa, masanın üstünde ki çiçeği susuzluktan sararmaya yüz tutsa, yıkanmamaktan bedeni pis pis koksa ve hastalıktan etleri çürüse de ruhunu bedende tutan son kemik parçasıyla iradesi kalana dek; odasında ki ufacık pencere ve gözlerinde kalan son ışıkla sonsuza yani zaman kavramının anlamını yitirdiği gerçek yaşımına yelken açabilecekti. Stilistinin bahsettiği bu olmalıydı. Herşeyin anlamını yitirdiği zaman, yaşam. Sonsuz bir ömür için kurban edilmesi gerekilen ufacık bedel. Kevser suresinde dediği gibi "fesalli li rabbike venhar" rabbin için namaz kıl ve kurban kes. Kurban yaşamı olmalıydı. Stilistin sözleri değildi etkileyen. Bu hava, Tanrıyı anmak anlık bir ateş yakmıştı yüreğinde. Yıllardır biriktirip, bastırdığı maneviyatın yağı tutuşmuştu gözlerinde. Denedikçe deneyecekti, şiirlerde arayacaktı sonsuz ve sınırsız dünyayı. Ruhu ebediyen aydın kalsın diye elinin tersiyle itmeye hazırdı tüm tatları. Sonsuza açılan penceresine dalmış düşünüyordu. Bir sinek belirdi tüm düşüncelerini yırtıp ayırarak, bir sinek; değersiz, aciz, insanların artıklarını tüketen bir parazit, cismini o pencereden geçirmeye çalıştı ve süratle çarpıp yere düştü. Sinek sırt üstü uzanmış çaresizce ama sanki yarışı tamamlarsa ölmezmiş gibi hızla ayaklarını vızıldatıyordu. Ses gittikçe alçaldı ve son bacağı son kez titredi, sinek ölmüştü. BN korkuyla titredi. Kendi ölürken de, uykuya dalarken olduğu gibi titreyecekti bacağı. BN bir kez daha titredi. Ölümü bile uyku kadar basit bir taklitti. O öldüğünü bile anlayamadan bacağı titryecek ve dünya onun ilk görüşte uyuduğunu sanacaktı. Oysa ölümünü hiç bu kadar basitleştirmemişti zihni. Anladı o an, her canlı; aptal ve değersiz bir bok sineği bile ölmemek için çırpınmıştı. “Aman tanrım” dedi. Ölecekti. Herkes kadar ve her canlı gibi ölecekti. Her canlı cismini sonsuza açılan camdan geçirmeye çalışmış ve hepsi başarısız olmuştu. “Şiirler” dedi “yalandılar” ve devam etmek için kendince nefes aldı ve nefesinin yarısından “öyle olmasa...” kelimeleri çıktı diğer yarısında ise azrail son emir için sırtına dokundu.
Ölmüştü BN, gözlerini açtığında stilisti yzüne gülümsüyordu. Stilistin bilmiş tebessümünden neler yaşadığını stilstinin anladığını hissetti. "Azrail" dedi BN, "evet" dedi stilist. BN toparlandı "azrail benim canımı almıştı". dedi ve sustu. "Ölüm bir uykudan uyanmak, bambaşka bir uyku için kendini yormaktır. Dinlen biraz, sadece bayıldın." Öldüğüne emindi BN fakat cismi, cismi hala sağ görünüyordu. Stiliste döndü "Geçen gece de bir rüya gördüm. Tanrıya yalvarıyordum ölmek için. İçimde ki sıkıntıyı hazmedemiyordum. Fakat ne olduğuna anlam da veremiyordum. Psikiyatrdan yeni gelmiştim. Göğsümden birşeyin çıkmak için uğraştığını farkettim bir müddet sonra. Göğüs kafesim büyüdükçe büyüdü. Sadrım parçalanmak üzereyken içeriden bir çizik dikkatlice ikiye ayırdı göğüs kafesimi. İçinden bembeyaz bir insan çıkıyordu. Çıktığında her yanına ışık saçıyordu. Öyle ki gözlerimi açık tutacak kadar takati kalmadı gözlerimin. O kadar parlak bir ışıktı. Şimdi bile titriyorum o insan bedenimden ayrıldıktan sonra ben ışık yayan insanın gözlerinden cesetime bakıyordum. Çok korktum, gözlerimi kapatıp açtım. İkiye ayrılmış cesetim öylece yatıyordu. Ölmüş olamam dedim. Cesetim ayağa kalktı ve beyaz ışık aynı anda yok oldu. Sonra ben cesetimden tekrar bakıyordum etrafa. Öldüğümü biliyordum bugün ki gibi ölüp yeniden dirildiğimi. Bana neler oluyor, senden sonra ölüyor ve diriliyorum. Öncesinde olmayan tüm bu tecrübeleri şaşırtıcı olsa da kaldırabiliyorum. Bana yardım et, bana anlat." dedi Stilistine. Stilisti ise "Anlayacaksın" dedi.
********************************************************************************
Şeytanla buluşma fiyaskomdan sonra eve geldim. Tüm o yazma büyülerini kaldırıp yaktım. Etrafı toparladım. O muhteşem oda kokumun ne kadar iğrenç olduğunu farkedip camları açtım. Klavyemi çöpe attım. Aşk duygusundan bile tiksindim. Oysa ne diyordum kendime "bir insanın sahip olabileceği en iyi şey bir başka insandır." Yalanmış, hayallerin yıkıldığı yerde aşk duygusu sadece nefes alabilmek için sebep olurmuş. Evin her tarafını temizleyip yeniden dizdikten sonra, oturup iki dakika Kurana sarılmak istedim. Öyle ya en bahtsız dakikalarımda içimi ferahlatırdı. Hele ki inşirah suresini anlamını düşünerek okumak dünyanın verebileceği tüm huzurdan fazlasını verirdi. Nasıl oldu da şeytana uymak hatta şeytanı bulmak gibi bir telaşeye kapılmıştım anlamıyorum. Kuran’ı açıp okumaya başladım, fetih suresinde sanki benden bahsediyordu. Oysa herkes Kuranda kendinden bir parça bulabilirdi. Rahatladığımda kapattım ve içimden düşünerek inşirah suresini okumaya başladım. Okurken uyuyakalmışım, zamanla mekan nasıl birbirine girdi bilmiyorum fakat bu gece, sabah ezanı okunmadan uyuyakaldığım ve kendi hayatımı seyre daldığım şeytanı çağırmadan önce ki ritüelleri son uyguladığım o geceye uyandım. Evi toparlamamışım gibi dağınıktı yine her yer. Bıraktığım gibiydi ve daha şeytanı çağırmamıştım. Fakat tüm yaşananlar hatta şeytanı çağırdığım gecenin ilerisi hakkında birşeyler biliyor gibiydim. Bir yerler de değişecek kaderler olduğunu hissediyordum. Yaşadığım ilginç deneyime kulak asmadan klavyenin başına geçtim. Orta okulda cin çağırmış birisi olarak, böyle tuhaf hallere şaşırmıyordum pek. İnsanların sürekli anlattığı bir sürü mitsel olay bana basit görünüyordu. Klavyenin başına geçtim. Yazmaya başladım; "...Nergisi hissetmişti, görmeden, düşünmeden, bilmeden tüm kibrine ve Tanrıya kafa tutma arzusuna rağmen yalnızca onun önünde başını eğecekti.." Evet o gün bir N yaratmıştım. Yazmış, yazabilmiş ve uyandığımda hala düzgün görünecek bir N. Aslında Nergisi çok sevdiğim halde gerçekliğimi roman karakterine bağlamamak adına Turan’a Turan ismini vermiştim yoksa Turan AN olacaktı. Artık yazabiliyordum.
********************************************************************************
"Allah’ın nurunu anlatmak zorundayım" diyordu BN. "Durmuyor içim içime sığmıyor. Bu deneyimler tüm bu nuru hissedişim. Bana bunu bahşetmesini neye borçluyum bilmiyorum. Sen olmasan olmazdı Ablacığım, sen beni terketseydin olamazdı." diyerek tüm enerjisini stilistine sunuyordu BN. Oysa yazmasını istemiyordu stilist, yazdıkça düşeceği kibrin farkındaydı. BN mütevaziliği tartışılmaz insan olsa da mütevazi kalabilmek hele de o keskin zekası ve mükemmel kalemiyle imkansız diye düşünüyordu. Fakat yapacak çok birşey yoktu, O Allah’ın nurunu anlatmak istiyordu anlatacaktı da. BN anlattıkça farkedecekti zamanla yazdığının Allahın nuru olmadığını. AN olduğunu, yani Nurullah yada AllahınNuru sadece bir isim. Her satırda kendini bulacağı şairinden habersizdi henüz AN ve BN ne için yazdığının asla farkında olmadan zorunda olduğu şeyi yapmaya devam etti. Kader bir gün düğüm olup ikisini aynı beyaz kağıtta buluşturacaktı. Hayran olan ve olunan. Ateş ile barut belki de. Kimbilir şeytan ve iblis gibi de dillendirilebilir. Daha çok abla ve kardeş olduğunu düşünecektiler. Hayatların birbirine etki ettiği noktada hele de eser veren ve o eserden müessir olan iki insan. Bir tanesi estetiğe aç kelimelerin sınırlarının ne kadar zorlanacağını merak eden ve bunun için tatlı dille istediğine ulaşabileceğinin farkında olan yeni yetme AN diğer tarafta yazdıkça zihninin parçalandığını hisseden ve AN’yi kıramayacak BN...
YORUMLAR
İçeriği çok çok çok dolu bir yazıyla karşılaştık üçüncü bölümle birlikte.Sesli düşünerek yazıdan benim tarafıma geçenleri sadeleştirmeye çalışacağım.Bu bölümde okuyucuda yazının içindeki rolünü üstlenir kendi varoluşunu,ete kemiğe bürünüp bu dünyadaki mevcudiyetinin esas sebepleri üzerine, arada kaldığı zamanlar çıkış yolunu ararken sapabileceği yanlış yollar üzerine düşünürken bulur kendini.
Fakat yazıdaki ferahlatıcı dil esasen çıkmazlarda görünen bu sorgulamanın tek çıkış yolunun biletinide her okuyucuya hediye etmektedir.Sonra flashbacklerle mevcudiyeti ve yazma isteği, bunun için ruhunu şeytana satma macerasına bugünün penceresinden de göz atar.Ve yeni bir hikaye yazılmaya başlanır şimdiki zamanda yeni yeni bulduğu esas benliğiyle.Kalem bu bölümde daha sadeydi,şiirsellikten biraz daha uzaktı bunda BN nin şeytana çelme takma yarışında kalemini cezalandırmak istemesi gibi bir çıkarımdada bulunabilirim ya da ondan esinlenen An nin kendini cezalandırmasıda olabilir pekala fakat şiirsellikten uzaklaşılıp daha yalın bir dille yazılan bu bölümü okumak okuyucuya nefes alıp bir sonraki bölümlerde AN ve BN nin yolculuğuna eşlik ederken daha dinlenmiş bir şekilde yerlerini almalarına da imkan vermiş gibi görünüyor.Yine başarılı bir bölüm okuduk Nizeral kalemine sağlık ve yazmaya devam lütfen:)
hallacı mansur ; en_el Hakk demeden önce nasıl bir süreç geçirdi acaba diye aklımdan geçirdim.İnsan fehmi neler barındırıyor içinde , ve ben kimbilir sizin gibi düşünen kaç kişiye sıradan bir merhaba deyip sığ konulara yoğunlaştım.Yazılarınızı okumaya ilk sözcüğünün mezarlık olmasımı beni itti ? Ama bununda tesadüf olmadığını düşünüyorum sahiden yüreğinize sağlık ,devamı var gibi göründü bana inş vardır , ve herkesin okuması dileğimle ...
Nizeral
manzara mezarlık, ama dikkatli bakıldığında nasıl mezarlık haline geldiğini görebiliyorsun. üzerinde geçen doğumlar, ölümler, hayatlar, şehirler, harabeler ve sonunda mezarlık. ustaca kullanılan kelimeler kağıda vurdukça zihindeki şaryo muntazam bir şekilde ilerliyor ve soru işareti kalmadan, ikinci defa okumaya mahal vermeden hoş bir tat bırakıyor.
manzara gayet güzel gidiyor kardeşim, eline sağlık..