- 714 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
KANAATKÂRLIK VE ŞÜKÜR
KANAATKÂRLIK VE ŞÜKÜR
Bir köy varmış. Toprağa bağlılar. Kıt kanaat geçiniyorlar. Öyle küçük hayalleri var ki; onlara biri dese ki, “sizin bu topraktan kazandığınızın iki üç mislini ben size, çalışmadan vereceğim. Sizi karşılıksız maaşa bağlayacağım..” Bu hayali söyleme dünden razı olurlar. Ve derler ki:” sen böyle bir iş yaparsan biz senden razı oluruz, sana selam ve dua ederiz...” Hikaye bu ya çok zengin biri de bunu demiş. Ve dediği gibi de yapmış. İnsanlar bolluk içinde yaşamaya başlamışlar.
Aradan bir süre geçer. Ben diyeyim bir yıl siz deyin on yıl. Belki daha az belki daha çok. İnsanlar sıkıntılı günlerini unuturlar. Yeni bir yaşam biçimi de kendiliğinden oluşur. Derken aldıkları yardımı ‘hak’ görmeye başlayıp, azlığından yakınmaya başlarlar. İçten içe kızarlar yardımı yapana. “O kadar zengin daha fazla verse ne olur diyorlarmış...” Karar verirler yardımın çoğalması için istemde bulunmaya. İstemleri fazlasıyla kabul edilir. Fakat bu sefer bir şart vardır. “Siz de, size fazla gelenden muhtaçlara vereceksiniz. ” İnsanlar bundan da çok memnun olurlar. Ve şöyle cevap verirler: “ Sen bize sahip olduklarımızın kat katını verirsen biz elbette senden razı oluruz , sana selam ve dua ederiz. Ve elbette fakirlere veririz. Çünkü sen bizi alan el değil veren el konumuna getireceksin...”
Yine aradan epeyce zaman geçer, artık bir kuru ekmeğe muhtaç oldukları zamanları tamamen unutmuşlardır. Hele çocuklar ve torunlar bu nimetlerin kaynağından hiç haberi yoktur. Çünkü ana babalar, nimetin gerçek kaynağını garip bir bencillik, kıskanma ve büyüklenmeyle çocuklarına kavi bir dille anlatmamışlardır... Derken yine aldıkları yardımı hak olarak görmeye başlarlar... Yaşam biçimleri ilk noktayla kıyaslanamayacak kadar değişir. Fakirler bazen akıllarına geldiğinde ihtiyaçlarının henüz bitmediğini kendilerine bahane ederler. Bunun içinde şöyle bir düşünce yolu geliştirirler: Sahip olmak istediklerini zihinlerinde hemen ’lüks’ olmaktan çıkarıp ihtiyaç ‘haline getirirler. Ve tabi ihtiyaçlar hiç bitmez ve fakirlerde unutulur...
Derken bu insanlardan biri bir gün payına düşenden biraz daha fazla ister. İsteği kabul edilir. Herkes hemen sıraya geçer. Adam da kimine verir kimine vermez. Tabi önceki yardımlar devam eder... Ve kıyamet kopar. “ Nasıl olurda bize de fazla vermezsin” derler. O da der ki: “ mal benim değil mi? Dilediğime veririm.”
Ve insanlar bu insana isyan ederler. Sanki önceki yardımları kendi kazanımlarıymış gibi davranırlar. Hâlbuki ilk geldikleri noktanın çok çok üstündedirler. Artık adama dua etmezler. Fakirleri de gözetmezler. Adam bazılarına yardımı keser. Ama öbürleri garip bir aymazlıkla bu yardımın belki kendileri içinde kesileceğini hala düşünmezler. Hiç olmazsa bu korkuyla adama selam ve dua etmeyi ‘yeni psikolojik gururlarına’ yediremezler. Ve birbirleriyle uğraşmaya başlarlar. Birbirlerini sömürmeye ve dolandırmaya başlarlar. Bir ‘açgözlülük saplantısı’ içinde hayatları sürüp gider. Derin ve inceden inceye düşünenler, bu nimetlerin dengeli ve hazmede hazmede verilmesinin öğreticiliğini ve eğiticiliğini görürler. Bazılarının tatminsizliklerinin ve açgözlü olmalarının hazımsızlığa yol açtığını görürler. Ve “taşıyabileceğimiz kadar bize ver derler.” ‘İçlerinden çok azı haline şükreder.’ Çok azı mutlu ve mutmain olur.
Sorunları olan insanlar başkalarını hep mutlu görürler. Hele hele de imkânları yerli yerinde görünen insanların hiçbir derdi yoksa bile ‘tatminsizlik’ illetine tutuldukları akıllarının ucundan bile geçmez. Çabasız bir hayat düşlerler hep. O çabaların onları hayatta tuttuğunu, çaba içindekiler hiç anlayamazlar ve şükrün hangi noktasında olduklarını da bilemezler. Daha kötüsü dilleriyle şükretseler bile içlerinden ‘şükredecek neyimiz var ki’ vesvesesine kapılırlar. Konumları değişince derin bir açgözlülükle sanki ‘kaybedilmiş’(! ) yılların açığını kapatmak için her şeyi tüketirler. Tükettikleri sadece maddi şeyler değildir; dostluklarını, sevgilerini, mütevazıliliklerini... Tükettikleri kendileridir. Çok uzun yıllar alır. Ta ki neden sonra derin bir boşluğa düşerler. İşte bu tatminsizlik boşluğudur.
İşte çocuğum hayatta herkesin bir hikayesi vardır. Amaç o hikâyeyi anlamlı kılabilmektir. Bu da çalışmak ve iyi işler yapmakla mümkündür. Ama çalışmayı iyi işler yapmanın bir aracı olarak görürsen mutlu olursun aksi takdirde derin bir ihtiras uçurumunun içine yuvarlanırsın. Mutluluk çalışmak, iyi işler yapmak ve şükretmek üzerine kurulmuştur.
Selahattin Cansız
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.