- 753 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Annesinin Koca Ayaklı Kızı Bölüm 15
"İtiraf etmek zormuş hakikaten. Hele benim gibi itiraf listesi uzun biri için. Sancını bir kızım olacak kadar çok çektim. Bu gece karar verdim işte doğurmaya ve bu ızdıraptan kurtulmaya.
Ama suç bende değil bunu bil!
Suç dağda, suç dolunayda, suç tüm sezeryana karşı olanlarda."
“Biri Var”
BÖLÜM 15
Sakarya 2004,
Genç kız balkonun alçak korkuluklarına çelimsiz kollarını dayayarak günlerdir gergin olan bedenini şimdi geceye doğru yay gibi daha da gerdi. Fırlatacağı ok birinin kalbine değebilecek miydi?
Son bir saatte sayısız kez açtığı telefonun kapağını bir kez daha kaldırdı. Ekranın parlak sarı ışığı ona bir haftadır yaptığı şeyi söylüyordu adeta.
Bekle!
"Beklemeyeceğim" derken hafızasındaki o en taze sayı dizilimini tuşlamaya başlamıştı. Ardından derin bir nefes verirken yazdığı dokuz haneyi hızlıca sildi.
Gökyüzündeki dolunaya, karşısında yükselen dağa ve hemen önünde süzülen nehrin köpüklü sularına vuran ışığa baktı. Anlaşılan herkes hazırdı, kendisi hariç ki o hala kararsızdı. İntikamı ve itirafı arasında kararsızdı. Hayatta her zaman iki şık olduğunu düşünen insanlar ne kadarda yanılırdı.
Evet ya da Hayır
Doğru belki de Yanlış
Seviyor yahut Sevmiyor
İki şık arasında ama ile bağlanan o kadar seçenek vardı ki oysa. Bu defa bir an beklemedi. Adı gibi bildiği numarayı tuşlamadan önce dört hane daha eklemeyi ihmal de etmedi. Artık sıradan biriydi. Maskesinin ardında yüzünü kimsenin bilmediği biri.
Hakkında bilinen sadece "biri var" idi.
******
Telefonun uzun aralıklarla çalan sesini dinlerken aradaki boşluklarda kalbinden yükselen davulun sesini işitiyordu. Üçüncü çalıştan sonra kalbindeki davula eşlik eden zurnanın kulak tırmalayan o sesinden beter çatlak ve uykulu bir ses işitti.
"Alo?"dedi tanıdık ses her şeye teslimim dercesine.
"Lütfen bir şey söyleme. Çünkü benim söyleyeceklerimden sonra seninkilerin bir anlamı kalmayabilir."
Cevap netti. Karşısındaki gerçekten teslimdi. "Pekâlâ"demişti uzun bir soluk verdikten sonra.
"Kim olduğumun önemi yok bunu bil. Önemli olan sadece söyleyeceklerim. İtiraf etmek zormuş hakikaten. Hele benim gibi itiraf listesi uzun biri için. Sancını bir kızım olacak kadar çok çektim. Bu gece karar verdim işte doğurmaya ve bu ızdıraptan kurtulmaya. Ama suç bende değil bunu bil. Suç dağda, suç dolunayda,suç tüm sezeryana karşı olanlarda."
"Efendim? Ne sezeryanı?"
"İzin verir misin lütfen!" zor topladığı dikkati beceriksiz dinleyicisi karşısında dağılmıştı.
"Affedersin dediklerinden etkilenmemek zor"
"Benim içi zor olan ne biliyor musun? Kollukların varken dibe batmayı istemek zor. Koca gagalı martılara elinden simit yedirebilmek ve üst üste üç defa altı altı atabilmek.
Bir de sen tam şuramda annemin yaptığı çikolatalı kek kadar kabardığında anladım en zoruymuş sevmek."
"Yani beni seviyorsun?" uykulu ses keyifle mırıldandı.
"Bu hikâyede önemli olan özne değil nesne hiç değil önemli olan yüklem." İçten bir kahkaha ile bir kez daha böldü adam.
"Anladım nesne ben oluyorum şu anda"
Derin bir sessizlik iki tarafı da içten içe körüklerken merak içinde olanı devam etti.
"Bilmek isterdim" dedi.
"Bende sadece bil istedim. Çünkü her aşkın henüz konmamış süslü bir adı, kestirilemeyen yakın bir zamanı ve bir de sihirli bir ormana peşi sıra sürükleyip bildiği o büyülü suyu avuçlarında sunan kahramanları vardır. Kimi genelde karşımıza çıkar kimi sadece rüyalarda uğrar. Ama biliriz ki bizi yeşile doyuracak biri her zaman var."
"Bu bir rüyamı?"
"Bu bir rüya"
"Vay canına bırak uyanmayayım o zaman"
"Tatlı rüyalar hoşcakal"
"Bi-bir dakika."dedi son bir umutla. ”Yapma; kim olduğunu söyle bana, soluk bir maskenin ardına saklanma.”
“Anlamadım?”dedi genç kız. Bütün planı buraya kadardı. Söyleyecek ve kapatacaktı.
“Anladığın dilden konuşayım o halde. Yüklemin hatırına, nesnenin canını yakma. Lütfen özneyi söyle bana" bıraktığı soluğu genç kızın dikildiği açık balkonun içini doldurabilecek kadar kuvvetliydi. Artık geri adım atmak yoktu. Maskeyi düşürmek hiç yoktu.
"Benim adım biri. Siyah bir maskenin ardından bakan herhangi biri. Mavi, yeşil, kahve gözlere her bakıp anlamadığında ve rüya görmek için başını yastığa her koyduğunda, düşün ve şöyle de biri var.”
Telefonun sarı ışığını cevabı duymadan kapadı.
*****
"Aslıhan kalk geç kaldık!"
Gözlerimi açtığımda her sabah olduğu gibi üzerinde adım yazan mezar taşıma baktım. Ayşegül ile ranzanın üst katından düşmemek için Türker Amca’nın bize sırıtarak verdiği bu uzun tahta parçasına önce günaydın diyor ardından da korkuluk yapmak yerine bunları dağıtan adama hiç üşenmeden sevgilerimi sunarak güne başlıyordum.
“Kalk saat sekiz buçuk” dedi pantolona girmek için debelenirken.
“Harika bir rüya gördüm Ayşegül”
“Sahi mi? Bunu soran benden önce Ayşegül’ün gazabına uğramış olan Eren’di. Yatakta kollarını açmış gerinirken “Yine Mert’e aşkını ilan ettiğini mi gördün?”
Yataktan hızlıca kalkıp mezar taşımı ranza ile yatağın arasına sıkıştırdığım yerden hızla çıkardım. “Evet ama bu sefer o kadar sahiciydi ki. Ben şimdi böyle balkona çıkıyorum. Muhteşem bir manzara var. Şu dağ nehir falan hatta dolunay bile var. Bu sefer çok kararlıyım ama numaramı özele getiriyorum ve onu arıyorum.”
“Allah Allah devam et lütfen” Eren’in bu sahte merakına yumuşak bir yastıkla cevap verip devam ettim. “Çok komik anlatmıyorum işte.” Benim yatağın alt katından bir kafa uzanıp yukarı doğru sallandı. “Ölümü gör sonra?” Zeynep hep sevdiği gizemli aşk romanlarının yeni bir baskısını okuyor gibiydi. Bakışlarından cesaretle elimle hayali bir kitabın sayfasını çevirir gibi yaptım.
“Sonra ona sevdiğimi söyledim.”
“Ne dedi ne dedi?”Zeynep çıldırmış gibi kollarını yukarı doğru uzatıyordu.
“Tuhaftı çok iyi karşıladı hatta etkilendi bile.”
“Ayyyyy çok romantik”
“Kızlar saat sekiz buçuğu geçiyor” Ayşegül pantolonla maçını bitirip gömlekle ısınma turlarına başlamıştı bile. Hala yataktan kalkmayıp tembellik yapan biz miskinlere kötü kötü bakıp banyoya gitmek üzere hızla odadan çıktı.
“Bu kızdaki okul aşkını sizde garip bulmuyor musunuz kızlar?” Eren yataktan doğrularak esneme hareketleri yapıyordu. Şimdi Zeynep ranzanın üst katına tutunmuş maymun gibi sallanırken sordu. “Kim olduğunu öğrenince ne yaptı peki?”
“Kim olduğumu söylemedim ki” Benim peşimi bırakmayan gizemli oyunlarım rüyalarıma kadar girmişti. Biliyordum içimde bir melek bir de şeytan vardı. Biri masum biri günahkardı. Şeytan her seferinde oyunu kendine çevirmeyi büyük ustalıkla başarırdı.
Gülümsedim. İşte bu yüzdendi hayatımdaki erkekler günün birinde adımı unutsalar bile onlara yaptıklarımı asla unutmazlardı.
*****
Kahvemi yudumlarken bahçede önümden gelip geçen insanları seyrediyordum. Sıradan bir pazartesi sabahı ve sıradan bir analiz dersi öncesi bende kendi kişilik analizimi yapmakla meşguldüm. Zeynep’in kolumu dürtmesi ile kahvenin bir kısmı ağzımın içine bir kısmı da kucağıma dökülmüştü. “Telafi Selami geliyor kızlar.” diyerek kıkırdadı. Selami karşı cinsle ilgisi pek olmayan kendi halinde bir çocuktu. Sınıfın inek diye tabir edilen öndeki ilk üç sırasında mütemadiyen oturur ve soru çözerdi. Soru bulamazsa –ki bu çok nadir bir durumdu- sudoku çözerdi. Bugün de her gün olduğu gibi erkenden sınıfa doğru ilerlerken kızararak yanımızdan geçti.
Aramızda Selami için söylediğimiz şarkıyı söylemeye başlayan Zeynep oturduğu sandalyeden ayağa kalkmıştı. “Sen telafisi olmayan en büyük hatam benim, senin yüzünden dünyayı bir pula satan benim.” Şimdi çocuğun kırmızıya çalan yüzü taze bir pancara dönüşmüştü. Gözlüklerini orta yerinden iteleyerek hızla okulun kapısından içeri girdi.
“Yapma” dedim. Benden daha utangaç birini korumaya çalışarak tepki vermiştim. Zeynep az önce kalktığı yere tekrar yerleşirken “Ama çok komik” diye üsteledi.
“Hiç komik değil” dedi Eren. Saate bakan Ayşegül derse beş dakika kaldığını hatırlatarak ellerini şaklattı. “Haydi kızlar”
“Of! Sabah sabah bu analiz hiç çekilmez.” Zeynep söylenerek çantasını omuza asıp masanın üzerindeki notlarını eline aldı.
Kahvenin kısmen soğumuş son yudumunu da içip plastik bardağı çöp kutusuna attım. Bu sene geçen seneye göre daha şanslı olan benimde dâhil olduğum birinci öğretim sadece muhasebe ve analiz derslerini ikinci öğretim ile birlikte görüyorduk. Yani demem o ki onu haftada iki gün görüyordum. Ve bugün de o sayılı ve özel günlerden biriydi. Özel olması gerekmezdi çünkü bunu daha özel hale getirmemiştim.
“Ben lavaboya gidiyorum.” diyen Eren Ayşegül ile birlikte bizden ayrılırken ben Zeynep’le birlikte hazır giyim ve işletme dersliklerini geçip bizim sınıfa doğru yönelmiştim. Derken sınıfın kapısında tuhaf bir hareketlilik gördüm. Sınıfın asalak erkeklerinden oluşan grubu kapının iki yanına dizilmiş gelen geçeni süzüyorlardı. Zeynep Hakan’ın yanına geldiğinde durup hararetli bir muhabbete başlarken ben yoluma devam edip alış veriş merkezlerinin kapısından daha fazla içimizi dışımızı inceleyen bir güvenlik çemberinin içinden geçiyordum. Kafamı kaldırmadan yoluma devam etmeliydim biliyorum. İnsan yaklaşık yirmi kişilik grup içerisinde neden bakmaması gereken tek insana sabitlenirdi. Biz buna algıda seçicilik derdik öyle değil mi? Başımı kaldırdığım anda onunla göz göze geldik. Taze pancarlar suratıma çarparken içimden bir şarkı tutturdum. “Sen telafisi olmayan en büyük hatam benim, senin yüzünden dünyayı bir pula satan benim.” Hayır hayır bu olmazdı başka bir şarkı bulmalıydım. Sınıfa girdiğim an yeşil renkli tahtanın üzerinde tırnak içerisinde büyük harflerle yazılmış bir yazı beni bitap düşmüş bir devenin sırtına bindirerek susuz çöl gecelerine götürmüştü bile.
“BİRİ VAR”
Ah hayır şaka olmalıydı. Bu gerçek olamazdı. Ama yazı üzerinden birkaç kez tebeşirle geçildiği son derece belli olan kalın puntolarla yazılmıştı. Ani bir refleksle çıplak bir erkeğe bakarken yakalanmışım gibi başımı hızla çevirdim. Amfide arka taraflara doğru ilerlerken orta sıranın üçüncüsünde oturan Selami ile göz göze geldim. Seni anlıyorum dostum dedim içimden seni anlıyorum ve evet pancardan nefret ediyorum.
Arka taraflarda bir sıra bulup çökercesine otururken kaçamak bir bakışla nankör tahtaya göz attım. Yazı hala tüm çıplaklığı ile orada duruyordu. Ne müstehcen bir görüntüydü yarabbi. Hızla çantamın içini karıştırarak suçluyu aramaya giriştim. Ellerime teslim olan suçluya bakarak “Sakın” dedim. “Sakın onu aramış olma” Sanki telefon bu suçu tek başına işlemiş gibi. Son aramalara geldiğimde soluğumu tuttum. Başı #31# ile başlayan o bana yasak numara pis pis sırıtarak ekrandan geçiyordu. Aramıştım kahretsin ki aramıştım. Tepinmek istiyordum. Ayaklarımı yere vurmak kafamı deli gibi sağa sola savurmak. “Ne yaptım ben. Hormonlarım bu kadar mı kontrolümden çıktı. Çıktı da gitti bu baş belası bu akıl fukarasını bu utanmazı …”
“Oturabilir miyim?” Başımı kaldırdığımda misafire ev kıyafetleri ile yakalanan ev sahibinin hazırlıksızlığı ile elimle gömleğimin açık yakasını tuttum.
“Şimdi mi?”
“İstersen ders başladıktan sonra da oturabilirim?”
Ben yana doğru yavaşça kayarken o kendisi kadar pervasız defterini masaya bıraktı. Bu şahsına münhasır hareket ilk günden beri beni benden alıyordu. Evde birkaç kez denemeye çalışsam da masaya attığımda onunki gibi bir tur dönerek enine durmuyordu işte. Evdeki denemelerimden sonra sınıfta tekrarladığım bir gün yere düşürünce bu işle uğraşmaktan bende vazgeçmiştim.
Zeynep’in Hakan’la gülüşerek sınıfa giren yüzü beni ve yanımda oturanı görünce donup kalmıştı. Kız gülen bir surat ile bana doğru ilerlerken ben pot kırmaması için Allah’a dua ediyordum.
“Ben arkaya oturayım bari.” Bir!
“Siz şimdi sıkışmayın” İki!
“Ay iki bölüm birincisi de aynı sırada oturuyor.” Üç!
Hızla arkamı dönüp sıraya yeni yerleşen kıza ölümcül bir bakış attım. Ağzımı oynatmadan konuşma yeteneğim olduğunu o gün anlamıştım. “Sussana sen!”
Önümü döndüğümde yanımda bana tuhaf tuhaf sırıtan Mert’i gördüm. Niye gülüyordu ki bu? Bunun bana gülmesi için kafasına on tonluk bir kayanın düşmüş olması gerekirdi. Ya da bir dozerin çiğnemesi ya da belki de etkilenmesi. Pancar yok! Pancar yok!
Hocanın sınıfa girmesi ile dışarıda dikilen öğrencilerde peşi sıra girerek buldukları yerlere oturmak için hareketlendiler. Niye kimse yanımıza oturmuyordu. Önde beş kişi sıkışmanın ne alemi vardı? Bu sıralar dört kişilik değil miydi? Son bir umutla bize yaklaşan Eren ve Ayşegül’e en sevimli halimle gülümsedim. Yanımızdan geçip Zeynep’in sırasına oturmaları ile anlamıştım. Katil değil seri katil olacaktım. Hoca tahtadaki yazıya göz atıp silgiye uzandı.
“Biri kim?”
“Daha bilmiyoruz hocam” Bunu söyleyen asalak grubun başkanı iri kıyımdı. Herkese söylemiş. Yine herkese söylemiş. Neyse en azından bu sefer ortada çığlık maskesi ile koşuşturanlar yoktu. Beni tanıyan herkesin bildiği üzere şom ağızlılığım ile bilinen ben yine yapacağımı yapmıştım. Artık ağzımdan çıkanlar değil beynimden geçen düşünceler bile dakikasında hayır saniyesinde gerçek oluveriyordu. Yan taraftaki hareketlilik gözüme çarpınca başımı çevirdiğimde Mert’in montunun içinden bir şey çıkardığını gördüm ve sadece üç saniye sonra masaya koyduğu maskeye dehşet içinde açılan gözlerimle bakıyordum. Nasıl olurdu? Nasıl tanırdı? Nasıl anlardı?
“Bu ne?”dedim hayatında ilk kez maske gören bir ifade ile.
“Bir maske.”
“Hadi ya demek maske. Tiyatro eğitimi almıyoruz burada. Kaldır şunu lütfen.”
“Bu ünlü bir maske ama ve çok özel bir hikayesi var.”
“Öyle mi? Neymiş o”
Konuşmamız hocanın bilanço analizi ile ilgili anlatmaya başladığı konuşması ile bölündü. Ben adamın anlattıklarına odaklanmaya çalışırken yanımdaki umursamaz hikayeyi anlatmaya başlamıştı bile.
“Bu V for Vendetta’nın maskesi.”
“İlgilenmiyorum.”
“Edebiyat ve tarihle ilgilendiğini sanıyordum.”
“Hakkımda hiçbir şey bilmiyorsun.”
“Hayır biliyorum. Kolluklarla dalamadığını biliyorum, Martılardan korktuğunu da ve hep yek attığını. Ha birde çikolatalı kek sevdiğini biliyorum.”
İşte şimdi verilecek bütün cevaplar tükenmişti. Bu cümleler bana aitti. Konuşmanın bütün parçaları zihnimde yerine otururken ben adımı söylemediğimden oldukça emin olarak son kez şansımı zorladım.
“Bak çok güzel edebiyat parçalıyorsun. Hayal dünyan da oldukça genişmiş ama benim puanımın önüne geçmek için dersi dinlememi sağlamanı takdir ediyorum doğrusu. Harika devam et.” Defteri açıp kalemle bir kara delik çizerken ısrarcı kişilik devam etti.
“Pekala devam ediyorum. Zamanında İngiltere’de özgürlüklerin kısıtlandığı bir dönem varmış. Kimsenin içinden geleni söyleyemediği bir dönem. İşte bu zamanlarda V for Vendetta kendini ‘’ V ‘’ sembolüyle tanımlayan maskeli bir karakter olarak ortaya çıkmış ve özgürlüğe karşı olanlarla çetin bir mücadeleye girmiş. İsyankar ve kararlıymış senin gibi ve bazı insanlara umut olmuş benim gibi. Yaptığı işler yüzünden İngiltere hükümeti tarafından yargılanmış.”
“Sonra?”dedim kapıldığım merakla.
“Sonrada denilene göre idam edilmiş. Ona tüm yardım edenlerle birlikte. Ama ona inanlar onu hiçbir zaman unutmamış. Yani diyorum ki bazen maskeleri çıkarmak gerekir belki de çok geç olmadan evvel.”
“Biliyor musun senden nefret ediyorum.”dedim içimdeki öfke bedenimden dolup taşmıştı. Kendimi çoğu zaman akıllı sanan benim onun bu hikâyeyi neden anlattığını anlamam için yanıma sokulup son darbeyi indirmesi gerekmişti.
“Biliyorum ve V for Venette derki; İşte! İlk kez bende nefret olduğunu sanmıştım. Tek bildiğim nefretti. Dünyamı nefret sarmıştı, nefes almam bile nefret doluydu. Ve sonra bir şey oldu, sana olduğu gibi.”
Bu benim maskem düşmeden önce duyduğum son sözler olmuştu.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.