- 1174 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
SİNEMACI fikret - 41
Ertesi iki gün de başka köylerde oynattı filmini. Üçüncü gün sinema makinasını ona hiç peşinsiz, ısrarla satan Maça İsmail dayandı kahvelerine. Merakla karşıladılar baba-oğul.
’ Hayrola İsmail ağabey ! ’ Küçük, kel başını bir sağa bir sola oynattıktan sonra konuşmaya başladı adam. Feka mnibüsünden aşağıya bile inmemişti. Direksiyon başındaydı konuşurken.
’ Yahu, ben düşündüm de ; sen küçücük birisin. Bu makineyi düşürüp kırsan, neyini alacağım senin ? ’ Baba, tahminlerinin doğru çıktığı edasıyla sağa sola sallarken başını, çocuk endişendi birden.
’ Niye düşüreyim İsmail ağabey ? Ne zamandır birlikte değil miyiz ? Hiç düşürdüm mü bu güne kadar ? ’ Haksızlığı ilgilendirmiyordu adamı. Kararını çoktan vermişti bir kere.
’ Vallahi , ben iki bin lira peşinat istiyorum sizden ! ’ İki bin lira, çok büyük paraydı onlar için. Babasının cüzdanının yüzyirmibeş liradan fazlasını görmediğini bütün köy bilirdi.
’ Biz o kadar parayı nereden bulalım ağabey ? ’
’ Ben bilmem. Ya parayı verirsiniz, ya da makineyi geri alırım ! ’ Etinden bir parça isteniyor gibi hissetti çocuk o anda. Sinema makinesi onun için çok önemliydi. Bütün sefaletinin sona ermesinde tek araçtı. Makinesi gittiğinde, tüm umutları yıkılmış, ebediyen o sefalete mahkûm olacaktı.
’ Yapma İsmail ağabey. Ben gözüm gibi korurum onu. Ne düşürürüm ne de bozarım. Vallahi bak ! ’ Adamın çocuğa aldıracağı falan yoktu.
’ Ben anlamam. Ya para, ya da makine ; işte o kadar ! ’ Ağlamaya başladı çocuk. Göz yaşlarına engel olamadı. Babası öfkelenmişti.
’ Ver şunun makinesini ! Alsın başına çalsın ! Ben sana demiştim de sen anlamadın. Bu işin altından bir şey çıkacağı belliydi. Maça demişler ona ! ’ Çocuğun hareket etmesine hiç gerek kalmadan minibüsten aşağıya inip kahveye girdi adam. Sinema makinesini kaptığı gibi arabasına taşıdı. Daha sonra da bastı gaza , hızla uzaklaştı oradan.
Çocuk hüngür hüngür ağlamaya devam ederken, babası da öfkeyle bildiği bütün küfürleri saydı adamın arkasından.
’ Ne oldu İncirli ? Geri mi aldı makineyi Maça ? ’
’ Aldı ya pezevenk ! ’ Kahvedeki insanların kimi üzüldü, kimi de kıs kıs güldü olanlara.
Çocuk kendini avutmak için tüm gece ders çalıştı. Neredeyse hiç yatmayacaktı. Ertesi gün çok çalıştığı Coğrafya dersinde, tahtaya kalkmak, ders anlatmak için ısrarla kaldırdı parmağını. Neden sonra öğretmeni onu fark edip tahtaya kaldırdığında, sabırsızlıkla dersi anlatmaya tam başlıyorken susturdu öğretmeni. Kıyafetinin temiz olmayıp lekeli , buruşuk olması, bir de pantolonunun sağ cebindeki şişkinlik gözüne takılmıştı.
’ Ne var senin cebinde ? Öğlen kumanyası mı yoksa ? ’ diye sorarken , alay ediyordu çocukla. Hava soğuktu. Kışın ortasıydı. Kurtköy de çok soğuk olurdu. Dışarıda başına giydiği yün takkeyi, okula girdiğinde cebine koymuştu.
’ Hayır hocam ; kumanya değil, takke ! ’ Bu cevabı hiç de önemsemedi öğretmen.Kırklı yaşlarda, dolgun vücütlu, kumral, çocuğun tanıdığı, sevdiği bir çok kadın öğretmendeki sevecen hallerden eseri olmayan, soğuk bir kadındı o. Bu defa elbisesindeki lekelerle ve buruşukluklarla alay etmeye koyuldu.
’ O lekeler yemek lekesi işte. Senin annen hiç çamaşır yıkamaz mı ? Sizin evde ütü diye bir alet yok mu ? ’ Başını öne eğdi çocuk. Ne annesinin onlarla yaşamadığını, ne de kahvelerinde ütü olmadığını anlatma cesareti bulamadı. Anlatmaya çalışsa, karşısındakinin onu dinlemeyeceğini hissedebilmişti. Oysa bir kaç yıl önce, Behice hanım sorduğunda, nasıl da anlatmıştı hepsini bir bir ! Fakat o başkaydı. O, dinlemek istemişti onu. Başını öne eğip dinledi. Lekelerin nasıl çıkartılacağını bile uzun uzun anlattı, olmayan annesine anlatması için. Ve sonunda, dersini anlatmasına bile fırsat vermeden yerine oturttu çocuğu.
Cinayet nasıl bir şeydi ? Katiller, tabancayla, bıçakla, tüfekle mi vurup öldürülerdi ? Öldürmek, yok etmek için ille de kan akıtmak şart mıydı ? O gün o sınıfta bir cinayet işlenmişti. Tabanca, bıçak, tüfek yoktu ortalıkta. Kan da akıtılmamıştı belki. Yine de bir cinayet işlenmişti. Küçücük bir çocuğun gururu öldürülmüştü. Okuma aşkına en acı darbe vurulmuştu. Çalıştığı dersini, sabırsızlıkla anlatmaya çalışan çocuğa böyle bir hareketi hangi öğretmen yapabilir ? Bu bir cinayetti . Katil de ne yazık ki bir öğretmen. Hem de bir kadın öğretmen. Fakat, istisna bir öğretmen !
O akşam kitaplarını çantasından bile çıkarmadı. Bir sinema makinesini önce verip sonra geri alan adamı hatırladı, sonra da içindeki okuma aşkına darbe vuran öğretmeni. Sabaha kadar düşündü o gece ; suçlu kimdi ? Maça İsmail ve Remziye öğretmen mi, yoksa onların karşısında zayıf kalmasına sebep olan kaderi ve bu kaderi yazanlar mı ?
’ Ah anne ! Gör oğlunun halini ! Yapayalnız, çaresiz, güçsüz bıraktın ya beni ; gelen tekmeler, giden tekmeler ! ’
Bir kaç gün sonra, kahvelerinin sahibi İbrahim ağanın eşi Müzeyyen hanım eve çağırdı çocuğu. Çocuk niçin çağırıldığını bilmeden gitti. Kapıyı açan kadın içeriye davet etti çocuğu. Karşısına oturup anlatmaya başladı. Son günlerde başına gelenlerin etkisiyle durgundu çocuk. Kadının karşısında başı önde oturuyordu yine.
’ Sinema makineni geri almışlar senin .’ Bu söz hüznünü yeniden canlandırdı. Ağlamamak için kendini zor tuttu. Elli altmış hanelik Kurtköy’de, çocuğun başına gelen makine hikâyesi çabucak duyulmuştu.
’ Öyle oldu Müzeyyen teyze. Ben yalvardım İsmail ağabeye. Düşürmem dedim, bozmam dedim. Çalışıp öderim dedim. Anlamadı ; ya ikibin lira peşinat, yada ver makinemi geri dedi. Biz nereden bulalım ikibin lirayı ? ’ Duygulandı kadın. Namazdan yeni kalktığı beyaz baş örtüsünün başında olduğundan belliydi. Yüzünde, az önce kıldığı namaz sırasında, Allah’la baş başa kaldığında, ona o çocuğa, bir iyilik yapmasının emredildiği hali vardı.
’ Sen, çok mu istiyorsun sinema makinesi almayı ? ’ Heyecanlanmadı çocuk. Umutsuzdu çünkü.
’ Çok istiyoırum Müzeyyen teyze ama ne çare. paramız yok ki bizim . ’
’ Peki , gerçekten becerebilir misin sen bu sinemacılığı ? ’
’ Beceremez olur muyum hiç ? Maça, kendisi çalıştıramıyordu o makineyi, ben çalıştırabiliyordum da ondan verdiydi zaten. ’
’ Peki , yenisi kaç para bunun ? ’
’ Dokuz bin liraymış. İki bin lira peşinle veriyorlarmış İstanbul’da. Ayda da beş yüz lira . Makine bir alınsa, ayda beş yüz lira hiç bir şey değil Müzeyyen teyze.
’ Sen az bekle bakalım. ’ deyip yerinden kalktı ve odaya doğru yürüdü. Çocuk halâ hiçbir heyecan duymuyordu. Kadının sadece onunla dertleşmek için, konuşmak için kendisini çağırdığına inanıyordu. Az sonra elinde içinde bir şey sarılı olduğu belli olan bir bez mendille döndü kadın. Çocuğa doğru uzattı.
’ Bak Fikret. Burada tam iki bin lira var. Götür babana ver. Sana yeni bir sinema makinesi alsın. Güzel güzel çalış. Borçlarını bir güzel öde. Makinenin borcu bitince de bana bu parayı ödersin. ’
’ Bu defa şok oldu çocuk. Neler olduğunu anlamakta, inanmakta zorluk çekti. Böyle bir şeyi beklemiyordu, tahmin bile edemiyordu. Süratle yerinden kalkıp kadının elinden mendili kaptı. Daha sonra da saygıyla, duayla , defalarca öptü o elleri. Koşarak kapıya doğru giderken, halâ dua ediyordu, söz veriyordu kadına.
’ Allah senden razı olsun Müzeyyen teyze. Söz veriyorum , çalışacağım, tüm borçalrımı da ödeyeceğim ! ’
Devam edecek.
Fikret TEZAL
YORUMLAR
öğretmenin durumunu az çok tahmin ediyorum hangi sosyal yapıda olduğunu da.Okumuş ama adam olamamış takımından o da.
Makina parasını kurtaracak mı .tebrik ederim saygılarımla.