- 574 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Alexandra 3
Cayır cayır yanan sobanın yanında bağdaş kurmuş, gözleri kapalı damla damla cama çarpan yağmur tanelerinin ninnisi eşliğinde yağan yağmurun sesini dinliyordu. Sıcaktan mayışmıştı, sırtını duvara yasladı.
Kulakları sağır eden topların, sivrisinek vızıltısını andıran mermilerin sesleri... Yaralanmış yerde uzanan erlerin yürekleri parçalayan inlemeleri ... Havadaki barut kokusuna sinmiş keskin kan kokusu... “Taarruz!” diye haykıran komutanların bağırışları... Silah arkadaşlarının teker teker yere düşüşü... “ Allah Allah...” nidaları...
Anasının “ Mehmet sofraya gel oğlum.” demesiyle uyandı. İçi geçmişti sobanın yanında. Alnından akan terini elinin tersiyle sildi. O günlerden kalan kötü hatıralarını ne zaman gözlerini yumsa görür olmuştu. Rahmetli babasından kalan yamalı ceketinin cebinden cep saatini çıkardı. Yavaştan yavaştan vakit geliyordu. Balkan Savaşı’nda birlikte omuz omuza harp ettiği hemşerisi, silah kardeşi Halit’in evine gidecekti. Akşamüstü yolda karşılaşmışlar, ayaküstü muhabbet etmişlerdi:
“ Akşamleyin toplantı bende. Sakın ola gelmemezlik etmeyesin.”
“ Bu kadehimi bugünün şerefine, bir araya uzunca zamandan sonra gelebilmemizin şerefine kaldırıyorum.” dedi Nikolos, elindeki şarap dolu kadehini havaya kaldırarak.
Sisi nazikçe masanın üzerindeki peçeteye uzandı. Zarif bir biçimde peçeteyi katlayarak ağzını sildi. Şarap dolu kadehini havaya kaldırdı:
“ Mazide kalan o kötü günlere inat ”dedi. Geleceğe bakıp tebesüm ederek geçmişteki kötü günlere inat “ Şerefe!”
Hep beraber kadehlerini tokuşturup şaraplarından yudumladılar.
“ Alexandra gel hadi sofraya yemeğin soğuyacak.”
Koştura koştura merdivenlerden aşağıya indi:
“ Geliyorum dedeceğim.”
Koltuğun üzerinden minderini alıp masadaki her zaman oturduğu sandalyesinin yanına gitti. Saldalyeyi binbir zorlukta çekip masaya yetişebilsin diye minderini koydu.
Bardaktan boşalırcasına saatlerce yağan yağmur durmuştu. Ayakkabılarını giyip sokak kapısını açtı. Sağ ayağıyla sokağa adımını attı. Kapıyı kolundan tutup kendine doğru çekti. Hava buram buram toprak kokuyordu. Az birazda sobadan tüten ciğerleri yakan o keskin kömür kokusu. Halitler’in evine doğru yol aldı. Sokak o kadar ıssızdı ki yürürken pabuçlarının çıkardığı sesleri duyabiliyordu. Biraz ilersinde iki kişi belirdi. Akşamın karanlığından simaları gözükmüyordu. Yaklaştıkça simalarıda belirginleşmeye başlamıştı. Biri siyah cübbeli papaz diğeride yirmi beş otuz yaşlarında güzelce bir bayandı. Yanından geçip gittiler.
Üç beş basamak çıkıp kapının yanına vardı. Kapı tokmağını iki kez vurdu.
Kapıyı Halit açtı:
“ Ooo Mehmet Hoş geldin gel geç içeri.”
İçeri geçip yere çömeldi, ayakkabılarının bağcıklarını çözdü.
“ Kalabalığız galiba.”
“ Evet, bu akşam kim varsa kim yoksa cemiyetteki herkesi topladık.”
İnce uzun koridordan ilerleyerek oturma odasına girdi.
“ Selamu Aleyküm ağalar!”
“ Ve Aleyküm Selam!”
Oda tıklım tıklım doluydu. Kimileri divanlarda sıkış tepiş oturmuş kimileride bağdaş kurmuş yerde oturuyordu. Onca kalabalığın arasında kendine kapının yanındaki safların birinde yer buldu.
“Çaylarrrr”
Tavşan kanı hakiki Türk çayları geldi. Herkesin yüzünde bir tebessüm ışıldısı belirdi. Savaştan sonra o kıtlıkta bırak çayı ekmek bulmak sıkıntıydı. Fukura Türk’ün de nede olsa içkisi çaydı. Şimdi o güzelim muhabbeti o güzelim kokan çay taçlandıracaktı.
Kalabalığın içinden biri söz istedi:
“ Arkadaşlar burada toplanmamızın yegane sebebini hepiniz biliyorsunuz. Daha evvel bu kadar kalabalık toplantı yapmamıştık. Ama artık kimseden sakıncamız yok. Cemiyetimizi duyan duysun. Biz halkız, halktanız. Vatanını seven bu toprakların çocuklarıyız. İttihat ve Terakki bizi savaşa sürdü. Neyimiz varsa neyimiz yoksa heba ettik savaşa. Binlerce bu vatanın yavruları şehit düştü bunlar yüzünden. Şimdide bi ateşkes imzalamışlar. Bunların yaptıkları hataları kanımızla ödedik şimdide toprağımızla ödeyeceğiz. Eli kulağında yakında işgaller başlayacak derler. Var mısınız ey kardeşlerim vatan anamıza el sürmeye kalkan gevura haddini bildirmeye?
“ Varız!”
“ Öyleyse kuşanın silahlarınızı! Gün gelince düşman ayak basınca toprağımıza alnından vurmaya var mısınız?
Oda hep bir ağızdan aslanlar gibi kükredi:
“ Varız Evelallah!”
Mütareke sonrası antlaşmanın 1. maddesi gereğince İtilaf donanması Çanakkale ve İstanbul boğazlarını askeri çıkarları nedeniyle işgal etti. Bu işgali 22 Mart 1919’da İtalya’nın Antalya’yı işgali takip edecek Mayıs 1919’da Paris Konferası’nda alınacak karar ile Yunanlıların İzmir’i işgali ile devam edecekti.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.