- 960 Okunma
- 3 Yorum
- 3 Beğeni
Sonsuzda Kaybolmak
Sonsuzluk anlatması zor bir kavramdır. Sınırlı beyinlere sınırsızdan bahsetmek, doğuştan körlere ışığı tanımlamak gibidir. Çeşitli zihin alıştırmaları vardır sonsuz kavramını açıklamak için. Örneğin bir çember çizdirirsiniz çocuğa. Sonra çapı öncekinin iki katı olan bir çember daha çizmesini istersiniz. Sonra dersiniz ki “İlk çemberde sonsuz sayıda nokta var.” Çocuk genelde itiraz etmez. Belki noktaların sayılamayacağından şüphe duyar ama teneffüsü beklemenin heyecanı ile susar. Ama “İkinci çemberde de sonsuz sayıda nokta var.” dediğinizde karşı çıkma kaçınılmazdır: “Nasıl olur? Belli ki çemberlerden birinin çevresi daha uzun; demek ki daha çok nokta içerir.” Değildir. Sonsuz böyle bir kavramdır, daha fazla artamaz. Çocuk ikna olmaz ama teneffüs ziliyle beraber tüm itirazları, anlatılanlarla beraber uçar gider.
Bazen başka bir örnek verirsiniz: Bir kağıdı ortadan ikiye kesmeye başlarsınız. Dersiniz ki “Her makas oynatışımda kağıttaki kesik de artıyor”. Bu arada kağıdın ortasında bulabileceğiniz en kalın delgeçle bir delik açmışsınızdır. Kesiğiniz bu deliğe kadar gayet güzel gider. Sonra deliğe ulaştığınızda kesik de ortadan kaybolur. Artık kesemiyor, kesiğinizi arttıramıyorsunuzdur. “Sonsuz işte o delik gibidir” dersiniz, “tüm artışlar orada durur”. Bunu çember örneğinden daha rahat kabullenirler.
Yine de, ne yaparsam yapayım, Phil’e sonsuzluk kavramını anlatamamıştım. Bildiğim tüm örnekleri verdim, hatta yenilerini uydurmayı denedim ama Phil ikna olmuş gözükmüyordu. İyi bir öğretmen bu noktada durur ve kendisinin nerede hata yapmış olacağını bulmaya çalışır. Ama ben kolaya kaçmayı tercih ettim ve Phil’i suçladım.
Zaten Phil’in okumayla da ilgili sorunları vardı. Bir türlü okuma kavramı kafasında yer etmemişti. Bir iki klasik açıklama çabasından sonra kendi tanımımla ortaya çıkmak zorunda kaldım: “Bak Phil, okumak demek en basit haliyle seslere bakmak demektir.” Phil’in yüzünde “Aptal mısın sen?” bakışı vardı. “İyi de seslere bakılmaz ki.” Ama bakıyoruz değil mi? “Sen şekillere bakıp, onların ses olduğunu hayal ediyorsun. Fakat ben ağaç yapraklarının gölgelerine bakıp, onların bir fare sürüsü olduğunu düşündüğümde bana saçmalamamı söylüyorsun.”
Phil’in dünyası benimkinden farklıydı. Herhangi bir şey o anda varsa, vardı. Geçmişe ait hiç bir şey onu heyecanlandırmıyordu. Çaldığım plaktaki sesin o anda odada bulunan bir canlıya ait olmadığını öğrenince büyük hayalkırıklığına uğramış, bir daha da pikaptan gelen sese ilgi göstermemişti. Benzer bir tutumu okuma konusunda da aldı:
“Varsayalım haklısın: O kağıttakiler şekil değil seslermiş. O sesler şimdi civarımızda olan kişilere ait değiller, değil mi?”
“Değiller tabii. Örneğin şu elimdekinin bazı bölümleri 3,400 yıl önce ... söylenmiş.”
“O zaman bir değerleri kalmamış söylenenlerin. O ses ‘Yemeğe geliyorum’ demişse yemeğin vakti geçmiş. O ses ‘Uykum var’ demişse, uykusunu çoktan almış olmalı. Her şeyden önce o sesin sahibi burada değil. Bana ne burada olmayan adamın yemeğe gelmesinden ya da uykusundan?”
İtiraz sırası sonunda bendeydi:
“Ama her zaman o anla ilgili konuşmayız ki. Bazen hayatın genelinden, nasıl olduğundan, nasıl olması gerektiğinden bahsederiz. O zaman o sözlerin daha önce söylenmiş olması değerlerini azaltmaz, değil mi?”
“Sözlerin değeri mi? Şimdi saçmaladın işte. İçtiğin çorba ya güzeldir, ya değildir. 3,400 yıl önceki birinin ‘Çorbalar güzel olmalıdır’ demesi önündeki çorbayı değiştirmez. Hatta bir etkisi olsaydı 3,400 yıl sonra hala önüne kötü çorba gelmezdi. Bu arada ben acıktım.”
Ben ona bir şeyler hazırlamak üzere mutfağa doğru yürürken arkamdan bağırıyordu:
“Bak, gördün mü? Bunu ben söylemeseydim de, o sözümona baktığın seslerde görseydin poponu kaldırmaz, hala kanepede oturuyor olurdun.”
Belki de suç bendeydi. Belki de bir sokak kedisini gereğinden fazla ciddiye alıyordum.
Can yoldaşım, kedim Fena Fil’le yaptığımız sohbetlerin anısına...
YORUMLAR
Bir şeyden yani bir kavramdan bahsedebiliyorsak, o artık sonludur da inadım inat....
İlhan Kemal
Sonsuz eğer anlatımınıza girmişse artık sonlu olmuştur, dense şahsen ben itiraz etmeyenlerin safında olurum.
İlhan Kemal
Başlı başına bir yazı konusu olan yorumunuz için çok teşekkürler. Saygılarımla.
Sonsuzluk duygusu benim hep peşimdedir. Hiç bırakmaz beni. Her insanın bir sonsuzluk duygusu vardır nedeni bilinemez.
Gün doğumu ve batımları beni sonsuzluk duygusuna götürür. Açıklaması o kadar zor ki...Sonsuzluk;yaşarken zaman ve mekanla sınırlıyız. Ama sınırsızlık sınırlılık içinde kavranamaz. Ben fotoğraf çekerken kayboluyorum. Evet o an sanki kendimden geçiyor hatta nerede olduğumu unutuyorum .Yani sonsuzlukta kayboluyorum. Bu duygu çok güzel.
Yazınız beni aldı sonsuz evrenin boşluğun attı. Belki bir gün doğumun ya da batımına .Yazarken bile şu an sanki kayboldum...
Şimdi gelelim Fenafile. O da sonsuzlukta kayboldu. Onu hatırlattınız. O iyi bir kediydi...Yazı da çok iyi...
Sevgilerimle...Güne gelmeli diyorum...
İlhan Kemal
Kimine göre de arka bahçede yatıyor.
Bana göre ne kayboldu, ne de yatıyor,
Benimle beraber her gün kuşları seyrediyor.
Sonsuzluk fazlasıyla tartışma kaldırır, ama bir o kadar da kavranılması güç bir kavram. Sonsuza kadar süren bir gün batımı... Aklıma Küçük Prens'i getirdiniz, dilediği sayıda gün batımı seyreden.
Sevgilerimle.