Gündönümü - 3
-İlk dediniz değil mi?
-Evet..ilk..
-Peki sonmuydu?
-Ne demek istiyorsunuz?
-Neyse anlatmaya devam edin. Ayrıca bilinçli olarak hayvan öldürmenin özellikle evcil bir hayvanı öldürmenin suç olduğunu biliyorsunuz umarım.
-Evet..biliyorum..a-ama o saldırdı anlattığım gibi..yoksa canlı bir şeye asla zarar veremem.
-Bu sizin beyanınız. Bu arada her şüpheliye bu kadar vakit ayırırsam 24 saat mesai yapsam yine yetiştiremem, hepiniz masumsunuz sonuçta, değil mi?
-Ama.....Peki elimden geldiğince kısa keseceğim.
Bir müddet kanlı elime ve yerde yatan köpeğe boş boş baktım. Topu topu rutin bir sabah koşusu için çıkmıştım evden. Tanımadığım birinin peşine takılıp bu ayda bu ıssız yerlere gelmiştim. Şimdi ise bir canlı öldürmüştüm. Ayrıca etrafımda cereyan eden olayların hiç bir mantıklı açıklaması yoktu. Kendi kendime lanet edip duruyordum. Bileğim çok kötü sızlıyor ve kanıyordu. Umarım kuduz falan değildir diye düşündüm. Boynumdaki atkıyla bileğimi sıkıca sardım. Köpekle olan boğuşmamda kızı unutmuştum. Bunu düşündüğüm anda arkamdan içimi gıcık eden bir sesin geldiğini farkettim. Hani bir balığın üstüne basarsınız yada sıkarsınız da gıcırtılı bir patlama sesi gelir ya, işte ses tam olarak bunu andırıyordu. Arkamı döndüğümde gördüğüm manzara beni önceki gördüklerimden daha az dehşete düşürmedi. Gölün kuzeyinde kızın sürüklendiği kayalığın oyuklarının her birinden bir sarmaşık uzanmış kızın bedenine dolanıyor, bir elbise gibi vücudunu sarıyordu. Sarmaşıklar kızı kayalığın üstüne doğru çekti ve orada olduğunu sonradan farkettiğim sunağa benzer bir çıkıntının üzerine bıraktı, ama üzerinde bir yılan gibi gezinmeye devam ediyorlardı. Bunları bir kaç dakika boyunca donakalmış bir vaziyette izledikten sonra tekrar koşmaya başladım. Kayalığa vardığımda tahmin ettiğimden yüksek olduğunu farkettim. Tırmanmam zaman alacaktı. Enine boyuna biraz inceledikten sonra oyuklarının tırmanmaya en elverişli görünen kısmından tırmanmaya başladım. Ancak şimdi kayalıktan sanki korkunç homurtular geliyordu. Sanki üzerinde olmamdan rahatsız olan bir canlı gibi tepki veriyormuş gibi geldi ve bu düşünce kanımı dondurdu. Yine de bu düşünce beni tırmanmaktan alıkoymadı. Sanıyorum kızın yanına ulaşmam 10-15 dakikamı aldı. Yanına ulaştığımda kızın az önceki trans halinde kurtulduğunu farkettim. Gözleri faltaşı gibi açılmış üzerinde dolanan sarmaşıklara bakıyordu. Şok geçiriyor olmalıydı. Bir şey yapmam gerekiyordu ama sarmaşıkların gıcırtısı ve kayalıktan gelen homurtu artmıştı ve aşırı derecede rahatsız ediciydi bu durum. O anda kız beni farketti ve çaresiz, yaşlı gözlerle bana bakmaya başladı. Yardım etmemi bekliyordu sanki. Bu kadar düşünmem yeter dedim ve yerden çıkan sarmaşıkların üzerine atladım. Ellerimle koparmaya çalıştım fakat başaramadım. Tıpkı bir yılan gibi ellerimden kayıyordu. Bu durum midemi bulandırdı. Sağıma soluma bakınıp sarmaşıkları kopartabileceğim bir şeyler aradım. Kayanın üst tarafında aşınan çatlamış kısımdan tekmeleyerek bir parça koparmayı başardım ve bununla sarmaşıklara olanca gücümle vurmaya başladım. Sesler artık iyice korkutucu seviyedeydi. Bense vurmaya devam ediyordum. Uzunca bir süre vurdum. Artık ellerim taştan kanamaya başlamıştı ki sarmaşığın bir parçası sonunda koptu ve tüm o gıcırtı ve homurtular o anda kesildi. Başardım diye düşündüm. Taşı bir kenara attım ve ellerime baktım. Çok yorulmuştum ama sesleri de kesmiştim. Kafamı kaldırıp kıza baktığımda rahatlamış görünüyordu. Ayağa kalktım ve kıza doğru yürüdüm. Bir süre bakıştık. Zorlukla duyabileceğim bir şekilde;
-Yardım et!, dedi.
-Zaten bunun için buradayım, dedim.
Bunu duyunca gülümsedi yada gülümsemeye çalıştı. Ne kadar dokunmaktan iğrensem de sarmaşıkları üzerinden çözmeye çalıştım. Kanayan ellerimle ve yaralı, sızlayan bileğimle başarılı olamadım. Sarmaşıklar güçlü bir halat gibi dolanmıştı. Nafile bir şekilde sağından solundan çekiştirdim. "Olmuyor, yapamıyorum" dedim. Kız dehşetle arka tarafımda bir yere bakıyordu. Ben de aniden döndüm ve ne olduğunu farkedemeden suratımda büyük bir acıyla yere yığıldım.
-Sonra ne oldu?
-Bayıldım sanırım.
-Ne vardı peki arkanda?
-O anda göremedim tabi. Anlatacağım dinleyin lütfen.
-Ben soru sormakla yükümlüyüm ve sanki bana okuduğunuz bir hikayeyi anlatıyormuşsunuz gibi geliyor.
-Ne yani uyduruyormuyum bütün bunları?
-Orasını bilemeyeceğim. Gerekli soruşturma ve olay yeri inceleme tamamlandıktan sonra kesin bir cevap verebilirim. Evet şimdi devam edin.
-Alaycı bakışlarınız altında biraz zorlanıyorum.
-Siz bana aldırmayın. Bunların kayda geçmesi gerekiyor. Devam edin lütfen.
-Pekala.
Dehşetli kabuslarla boğuşarak uyandım. Hava kararmıştı. Hareket etmeye çalıştığımda bunu başaramadım. Çünkü o iğrenç sarmaşıklar beni de sarmışlardı. O tiksintiyle kustum. Kafamı kaldırdığımda kızın hala aynı sunağın üzerinde uzandığını ve yanında birini dikildiğini farkettim. Gölden fosforlu bir ışık yayılıyordu. Bu sayede etrafı birazcık görebiliyordum. Kızın yanında dikilen kişi kustuğumu görünce uyandığımı farketmişti ve bana doğru gelmeye başladı. Yanıma geldiğinde yüzünü seçebildim ve o kadar şaşırdım ki ağzımdan kekeleyerek anlamsız sözler çıktı. B.hanımdı bu.
-B.hanım mı?
-Evet.
-Turtacı H.’ın eşi olan B.hanım mı?
-Ta kendisi.
-Hah-hah-haa. Gittikçe ilginçleşiyor.
-....
-Özür dilerim, siz devam edin.
Yanıma geldi ve başımda dikilmeye başladı. Anlamsızca gülümsüyordu. Üzerinde pejmürde, yırtık pırtık, tek parça, uzun, haki renkli bir elbise vardı. Başında da dikenli bir bitkiden yapıldığını sandığım taç gibi bir şey duruyordu. Elindeyse oldukça ilkel, tahta sapı bezle sarılmış, keskin tarafı metalden çok taşa benzeyen ve üzerinde garip desenler olan bir bıçak vardı.
-B.hanım, n-ne işiniz var bu-burada? Dedim.
-Asıl senin ne işin var çocuğum, dedi.
-Ben, ben, ben dolaşıyordum, dedim güçlükle.
Bir kahkaha patlattı.
-Dolaşıyordun haa, seni meraklı öğretmen senii, her şeye burnunu sokmaktan ne zaman vazgeçeceksin bakalım. Belki de sana bir ders vermek gerek ha, ne dersin, dedi.
Bunları söylerken sanki küçük bir çocuğu evde kırdığı bir şeyden dolayı cezalandırıyormuşçasına bir tavır takındı.
Elindeki bıçağı önce yüzümde, sonra da göğsümde hafifçe gezdirdi. Aklını kaçırmış olmalı diye düşünüyordum. Sarmaşıklardan kurtulmaya çalıştım ama hareket ettikçe daha çok sıkışıyordum. Sonra sakince konuşmaya karar verdim.
-B.hanım, cidden burada ne yaptığınızı merak ediyorum. Bu sarmaşıklar, bu sıcak hava, bu kız, sesler, ayrıca siz, anlam veremiyorum. Sanki bir rüyada yada büyülenmiş gibiyim , dedim.
-Ahh tatlım, ne yazık ki bir rüya değil bu. Dünyada çok az insanın görebileceği bir şeye tanıklık ediyorsun. Bugün kış gündönümü, yani kadim insanların kutladığı kış festivali. Doğa anaya, yani tanrıçamız Meter Steunene’a dualar ve kurbanlar sunma günü. Günümüzde siz insanlar için sıradan bir gün olsa da binlerce yıldır topraklarınızdaki bereketi bize borçlusunuz. Kelt atalarım buraya yerleştiğinden beri binlerce yıldır savaşlar, felaketler, göçler bizi buradan çıkaramadı ve o zamanlardan beri inanışımızı ve adetlerimizi sürdürüyoruz. Ben bir kelt rahibiyim, siz avrupa dilinde Druid olarak biliyorsunuz. Atalarımın bir kısmı İrlanda’ya kadar göçmüş olsa da biz sonradan Friglerin arasında yaşama şansı bulduk. Sonraları da ne İskender, ne Sezar, ne Araplar, ne de Türkler bizi asimile edemedi yahut yok edemedi. Her kış gündönümünde burada bir bakire, yaz gündönümünde ise bir oğlak kurban etmeliyim. Yoksa bu topraklardaki bereket ve bu bölge üzerindeki gücümüz yok olur, dedi.
Şaşkınlık içerisindeydim. Ne saçmalıyordu bu kadın. Bu topraklarda druid ne gezerdi, sanırım gerçekten kafayı yemiş olmalıydı.
-Nasıl yani şimdi bu kızı kurban mı edeceksin, kim bu kız, kimsesi yok mu, anlamayacaklar mı başına birşeyler geldiğini, kısa zamanda yakayı ele verirsin, nasıl sıyrılmayı düşünüyorsun, diye tekrar sordum.
-Endişelenme tatlım, yıllardır hiç bir sorun olmadı, bundan sonra da olmayacak. Eşim bile yıllardır olanların farkında değil. Kasaba halkı içinse sakin bir çiftiz. Bu kız ise şehirde avukat, taaa ağustosta buradan geçerken dükkanımıza uğramıştı. O zaman seçmiştim kendisini. Efsunlu vişneli turtalarımdan yediğinde çoktan kaderi yazılmıştı. Gündönümü yaklaştığında bilinçsizce gelip buralarda dolaştı. Senin de hoşuna gitti biliyorum. Bu yüzden peşinde dolaşıyorsun. Sonuçta çok tatlı bir kız, yazık olacak. Ama tanrıçamızı hayli memnun edeceğinden eminim, dedi.
Bunları anlatırken iyice yaklaşmıştı bana. Yapabileceğim bir şey yok gibi görünüyordu. Hem korkmuş, hem de şaşırmıştım. Saniyeler içinde bir şey yapmalıyım diye düşündüm ve plansızca "Seni kaçık putperest cadı" diye bağırarak kadının burnunun üzerine bir kafa attım. Oldukça sert vurmuş olmalıyım ki dengesini kaybetti ve tökezledikten sonra sunağın köşesine kafasını vurarak, olduğu yerde kaldı. Kadının bayılmasıyla sarmaşıklar döküldü, gölden gelen fosforlu ışık söndü ve kız uyandı. Bu kadın gerçekten bir büyücü olmalıydı. Bunların başka bir açıklaması yoktu çünkü. Kızın üzerindeki sarmaşıkları çözdüm, ancak kız bana vurmaya ve elimden kurtulmaya çalıştı. Güçlükle ona yardım edeceğimi ve benimle gelmesini söyledim. Bir süre karanlıkta yüzümü seçmeye çalışarak durdu ve sonra kısık bir sesle "Tamam" dedi. Kadının yani B.hanımın nabzına baktığımda bayılmış olduğunu gördüm ve uyanmadan oradan uzaklaşmamız gerektiğini düşündüm. Yerde duran montumu kıza giydirdim. Tam anlamıyla çıplaklığını örtmese de bir nebze rahat etmesini sağladı. İkimiz de bitkindik ve kızın ayakları çıplaktı. Kayalıklardan gölün batı yakasına inmemiz epey sıkıntılı oldu. Ayrıca kadın bayıldıktan sonra büyü bozulduğundan olsa gerek hava buz kesmeye başladı. Birbirimizden destek alarak gölün batı kıyısını geçtik ve benim geldiğimi tahmin ettiğim yoldan kasabaya doğru koşmaya başladık. Kızcağızın ayakları kardan iyice donduğundan artık iyice yalpalıyor, nefesi kesiliyordu. Sonunda bir ağacın yanında çöktü kaldı.
-Hadi, dedim. Biraz daha gayret. Az kalmış olmalı.
Titreyerek;
-Daha fazla yapamayacağım sanırım, dedi.
Ben de tükenmek üzereydim ancak burada duramazdık ve kızı da bırakamazdım. Son bir gayretle kızı sırtıma aldım ve güçlükle yoluma devam etmeye başladım.
Ne kadar yürüdüm bilemiyorum. Artık takatim kalmamıştı ve güçlükle nefes alıyordum. Ağaçlara tutunarak, bazen kollarım yerde dört ayak üstünde ilerleyerek yürümeye çalışıyordum. Devamlı "az kaldı, az kaldı" diyerek kendime telkinde bulunuyordum. Ama ne kasabanın ışıkları görünüyordu. Ne de herhangi bir yola varmıştık. O anda ümitsizlik tüm damarlarıma yayıldı sanki. Gücümü de sonuna kadar harcamıştım sanırım. Başım döndü, yer ayağımın altından kaydı ve yine heryer karardı... =>
YORUMLAR
İşin içine bir druid girince ve kurban töreni ile birlikte kendimi bir an stonehengede buldum.Böyle bir kıllık tahmin etmiyordum ama sıradan bir insan işine benzemediği sinyalini ikinci partta almıştık zaten.Kızı kurtardı kahramanımız sonraki partlarda bu hikaye nereye gidecek bekleyip göreceğiz.Bu bölüm içinde özellikle film tadında, temponun biraz daha arttığı, hikayenin çözülmeye başladığı güzel bir bölüm olduğunu düşünüyorum.Kalemine kuvvet Fati, dördüncü partı bekliyoruz :)