- 745 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Sessizlikler dağılırdı gecelere…
Gecenin sessizliği, sokakların ve kulvarların sessizliği, kahredici bir yalnızlığımın sessizliği ve unutulmaz kâbusların sessizliğinin son anları…
Ve gecenin olabildiğince uzunluğunda aklımdan geçenlerin boğutucu özelliğinin hazmedilemez sessizliği…
Hepsinin birden bir korku kâbusunun limit yolculuğunun son anları ki tüm masallara sığınmış gizliliklerinin, içimde biriken son tortuları ile dar nefeslere ulaşmış yalnızlığın perişanlığının bedensel atlatılma gayretleri ile yarınların özlemine atıyorum tüm düşüncelerimi…
Zorlamasına bir zaptedilmek istenen tüm hislerin, birleşik isyanı sanki bu beden titremeleri…
Bir boşluk, bir derin girdap çukurunda zoru zoruna zaptedilmeye çalışılan bir bedenin yarınların özgürlüğüne salınmak istenen düşüncelerin, hırsla ve de azimle dik kalma mücadelesi bu sen düşüncelerinin art arda düşüncede sıralanışları…
Çoğu yerde bu tutsaklık çabaları, çoğu yerde haylaz taylar gibi kendi yerinde tepinmelerinden doğan tahammülü zor özlem acıları…
Belki de bunların tümüne sabrederek bekleyiş deniliyordu. Veya çocukların kartopu oynadığı kış zamanlarının ortası bu senin yokluğun… Ve bu tarifin en yumuşak olanı “sen gideli kaç gül mevsimi geçti,” derken belki de ruhumun o kesiminin tepe noktaları budanıyordu …
Dayanılmaz bir öfke sonu bu düşünceler ve hazmedilemez cisten bir bedensel acılardı bunların tümü…
Ve gittin ya artık sisler arasına, gözlerim senle gitti ya, artık uykusuzluklar da benle, çarpık bir yaşamın içinde özlenen sesinle ki varlığım aksamakta, yarınları olan düşler kuramıyorum, düşüncelerimin dibinde hep sen varsın, bazen öfkeleniyorum, bazen de derin bir hüzün bulutu dolaşıyor beynimin üstünde, sahipsiz bir yaşamın içinde buluyorum kendimi, sabahların uykusuzluğu vuruyor içimi daraltarak, öfkenin bini bir parça ve ben bu yokluklarında senle uykusuzluğumda konuştukça var olmaya çalışıyorum..
Aslında bu düşüncelerle rüyasız yaşayamazken mor düşlerin gölgesine siner dururdum ki artık yarı yarıya umutsuz yaşarken kendimi sahipsiz bir dünyada yalnız hissederken acı acı gülümsemelerim oluşurdu, durmayasıya bir uğraşla seni kendi kendime anlatırken garip bir hayâl dünyasında yaşıyordum…
Sanki sadece kendime sahip çıkma gereğinin varlığına tutundukça bu arada da seni yazmak için beynim çalkalanıyordu, yırtılmış hislerle seni topluyordum dağılmakta olan yaşamımdan.
Nereye kadar pür telaş gidecektin bitmeyesiye hislerimle içimdeki alevinle, yarınların tüm yaşam umudum belki sadece sen varlığın içimde düğümleniyordu ve ben de herkes gibi unutamama kıskacında kendimle savaş halindeydim…
Sanki gecenin içinde , gecenin sessizliğinde sen varlığının nefesi dolanıyordu, her şey sesini duyabilmek için umut peşinde koşmaya bağlanmıştı ama gün geldi bu hislerden dolayı kendi kendimden nefret ettim…
Ama ben yine de biliyorum geceninin gölgesindeki nemli gözlerinin özlemi bu tüm bekleyişler…
Şimdi mırıldandığım bir şarkının eşliğinde yağmur yağıyor, ben o buharlanmış pencerenin arkasından yollarda ıslanarak geçen insanların ıslanmalarına bakıyorum, içimde derin bir oyuk oluşuyor, sanki birkaç yerimden aynı anda kaslarım yarılıyor, tarifsiz bir acı bu, senin ıslanışlarını düşündüğüm anda içimde peydahlanan acı ile, sanki yüreğim yırtılıyor…
Siyah zamanlar bunlar, göz göze düşman kesiliyor içimdeki hislerle, sen varlığının ardındaki darmadağın olmuş yaşamımdan sıçrayan kırıntılar bunlar ki hepsi sana yapışmış, benden hesap sorarcasına titretiyor göz kapaklarımı içimden, durduğum yerde ağlamak düşüyor dudak uçlarıma ki artık dermansız düşlerin peşine düşer oldum…
Sessizlikler dağılırdı gecelere…
Aslında ben yalnız kalmadan önce çok sevmiştim seni, senden sonra yalnızlığı öğrenince hayatı zorlar oldum, belki de hayatım bu hatalarımın üstüne kurulmuştu yaşam kulvarımda, belki de senden sonra dar kapılardan geçtikçe yaralarımın kabuklarını yoldum attım, seninle acılanmanın bile düşsel tadı varmış sevgili, senden önce de ben vardım ama, senden sonra bir başka ben oldum sanki…
Senden sonra tüm geçitler daraldı, tüm nefesler daraldı, bir bakışına ömrümü adayısım gelirken bu günlere acıları kendimize örtü yapıyoruz, sen var ya sevgili, hayatımın tüm nefeslerimi adadığım iken, şimdilerde nefessiz yaşamaları kovalıyorum hırçınlıkla, tamamı boşalmış duygular içimde darmadağın kırılganlıklarında, uykusuzluğum, ellerimin titreyişleri, karanlıklardan korkmalarım, gecelerin sessizliğinde, seslerle boğuşur sanmak kendini nasıl bir duygudur ki bilir misin sevgili, ne kadar garip, bir yaprak kıpırdasa o tarafa yönelir insa, pür sessizlik, tamı tamına dikkat kesilmeler garip değil mi sevgili, artık uzun bir yol peşindeyiz, sadece gün doğumunu özlüyorum, tüm virajlar umurumda değil, her kıvrılış bir sen yokluğundan kaçıştı ve ben seni dedim ya kendimden çok sevdim…
Sanki ben seni çok seveceğimi düşlemiştim hep…
Bu gün bir şarkı düştü dilime, ardına düşmüş bir yaşam vardı bir zamanlar o şarkı ile, şimdilerde baharı, yazı özleme hasreti mıhlıyor beyin diplerine, günleri, ayları saydırıyor düşlerden fırlayarak, derin bir nefes alarak ah çektiriyor o günlerin özlemine, derin bir solukla soruyor kendiliğinden mırıldanarak "sen hiç aşık oldun mu" diyor sanki bakışları ile gezinirken dağılmış düşleri arasında ve ekliyor "senin olmaya geldim" diyor geçmişin saatlerindeki gonk sesiyle mırıldanarak ve yaşam geri geliyor bu güne derken, sessizlik dağılırdı oysa gecenin gölgeliklerine...
Üşüyeceksin derken sana hep gülümserdim, gün geldi üşüdüğünü gördüm, gün geldi üşüyünce sarıldım sana, öyle bir gün geldi ki beraber aynı anda üşüdüm, işte o anda kahrettim çaresizliğime, çünkü seni ısıtacak ellerim donmuştu, çünkü üşüyordu yüreğim ve ben senden sonraki donmaları düşündükçe buz kesiyordu bedenim, ne bir saat sonram vardı ne de yarınım, aslında tüm zamanlarımı sana vermiştim sen üşümeyesin diye, oysa hayatımı sana bağlamıştım beraber üşüyelim diye, bir anlık boşluk bu seni yok saymam ki kaybım oldun, kaybettim tüm üşümelerinle seni, unutulmaz bir yürek çırpınışı bu yokluğun başı ile gelen ve ben sen yokluğunda başım hiç huzura ermedi, ya seni yazdım hüznün doruğuna çıkararak, ya da kendimi yazdım, girdapta dönen adamı veya kanyonda kaybolan benlikleri yazdım, korkunun ve de umutsuzluğun doruk noktasındaki adamı, yani çaresiz beni yazdım sen yokluğunda…
Sen uzaklardasın ya şimdilerde, ben geçmişin tüm yaşanacak güzel anılarını hafızamda toplayıp tek bir zarf içinde sana göndermek istedim sana göndermek istedim. Aslında amacım af dilemek değildi, sadece senin de geçmişi unutamadığını biliyordum, bilmediğin bir şey vardı, benim acılarımın toplamı ve hüzünlerim senden farklıydı, aslına baksak eşit acılarla ve de hüzünlerle acılandık, arda kalan yaşam boyu ama benim senden acıda üstünlüğüm vardı. Ve ben bu üstünlükle uğraştayken sen sen ayrılığın cümbüşünü yaşarken, kalabalıklarının arasında, ben tüm hüzünleri tek başıma kucakladım ve pişmanlıksız yaşadım. Çünkü mutluluğun geçmişte kalan bir saygınlığı bu günlere taşınmıştı ama asla pişmanlık duymadan…
Hepsi bu sevgili, iyi günlerin ve de güzel günlerin saygınlıkla güzelliği vardı…
Sen kaybolsan da uzaklarda olsan da biliyorum ki her şey, her neye mal olursa olsun saklayacağım seni yüreğimde. Sen sevdiklerimin arasında en çok sevilendin çünkü.
Az daha inat hayata, biraz daha vaktin var, ki pişman olduğunu da görememe riskin var ve dayan, tuttur kendini ve tutun o ellere, yarınlarda çok şey var sadece umut da yetmez ama hayat döner durur sadece beklerken gözlerini açık tut, sadece kendini sorgula, bak bakalım hayatın hangi rengine aşıksın...
Şehrin adamı ve de bir kadın vardı, tüm geçmişi unutacaklarına dair birbirlerine sözleri vardı, acılanmaları paylaşıp, güneşin ışıklarını bedenlerinde tutacaklardı ve birbirlerine sevme vaadi yerine birbirlerine dahil olup, hayatı tüm çıplaklığı ile acılanarak ayrı ayrı şehirlerin güneşinden gölge oldular, ayrı ayrı öykülerini yazdılar, ayrı ayrı acılanmalarını yazdılar ve adına yaşanamamış hayatlar dediler ki bir gün geldi tüm yaşamın özlemini çektiler…
Kimsenin kaderi kimseye benzemiyor bu şehirde…Kimsenin kaderi de bu şehre benzemiyor, pür telâş gelip geçen yaşamlar, bu şehirde sadece aceleci yolcular oluyor. Buşehirde yaşayanların birleşitikleri tek yer, bu şehrin ıssızlaşmış kulvarlarında koşuşanların yalnızlıkları var ama gene de birbirlerinden farklı birbirlerine hiç benzemeyen, renkte ve şiddette, nasıl bir şehir bu ki, gülmelerinin yanında kopuşan acıların yallnızlıklarını barındırıyor…
Her günün sabahında, geceden kalmış hasretin özlemlerini avuçlarıma üfleyerek o ten sıcaklığımla, o düşümdeki yangın aleviyle, sönmeyesiye bir mavilikle özlemlerimi yolcu ettim sana doğru…
Başladığından bu güne değin içe gömülmüş hasretler bunlar, avuçlarına yanağımı dayayıp, gözlerine bakıp, mavi bir alevle dalgalanmalı kirpiklerin ve de yüzünde o mavilik dağılmalı, belki de bana göre sonsuz, sana göre tükenmeze koşan bir harla…
Yoksun yaşadığım şehrin surlarında, yoksun bu şehirde esen yelde ve yoksun ellerimi uzatsam uzanabildiğim yerde, oysa o kadar yakın, o kadar içtesin ki, mırıldansam adını cevap vereceksin, oysa hasreti yorgan yapıyoruz, oysa sesin ulaşamayacağı yerlerde nefes alıyoruz, ama bir nefesinin geldiği anda kulak diplerime, yeniden filizleniyorsun yüreğimin hücrasında, sen sevgili gecelerin adsız sürgünü, gecelerin gözcüsü, gecelerde bekleyenim, gün gelecek güneş bizim de omuzlarımıza salacak ışıklarını, ısınacak omuzlarımız ki, bundan sonrası avuçladığım umut olacaksın…
Ve de umut oluyorsun yaşama dahil olmuş nefes alışlarıma…Yüreğimdeki gecenin ismine düşmüş hasret şovalyesi…
Yazmadıklarımız, söylemediklerimiz, söyleyemediklerimizle bu günlerde pişmanlık baskısı ile boğuluyoruz, sanki zamanın arkasında veya zamanın gerisinde kalınmış gibi bedeni sarsan hisler bunlar, hak etmediklerimizi yazmadık mı ki hâlâ geçmişin kıskacına çekilmeye çalışıyoruz, hangi tahammülsüzlük bu ki sonuna kadar ardında durduğumuz sevgiden, sevgisizlikle öteleniyoruz, kaç kıskaç hamlesi bunlar ve kaç verilemeyecek hesabın öksüzleşmiş davranılışına yığılmak, atılmakla, zamansız lafların asılsızlığı ile çarpışıyoruz şimdilerde.
Aslında bunların tümü söylenmemiş sözlerin, söylenmemişliğinden geliyordu başımıza…
Özlemeyi bildik, özleneceğimizi de öğrendik, hayatın tüm salınımlarında kuş bakışı bakarken, düştük, düştükçe derine, derinden de dehlize düştük, yalnızlığı öğrendik, kimsesizliği bildik ki içimize acılar ve de hasretlerle yazdık unutmadık , unutulamayız diye yanıldık ama unutmadık, kaç gecenin sabahına kâbuslarla uyandık, ayrı ayrı düşler gördük ama düşlerimizi de unutmadık, unutulduk diyen çıksa da karşımıza dik kaldık başımız bulutlara doğru uzarken, geri adım atmadan, inkârcılarla iş birliği yapmadan, şarkılara içlendik ama vaz geçmedik duruşumuzdan, vaz geçmedik kimliğimizden ki vaz geçmedik söylenmemiş sözleri bedenimize zıpkınlayanlarla avuç tutma mücadelesinden, ömrü sevgiye adanmış insanlardandı gelen yüreğimizi coşturan şiirler, kimliğimizi göğsümüze yazarak yaşamdan aldıklarımız, söylemedik, söylemek istesek de söylenmemiş sözlerden tek kelimesini, çünkü saygınlık kişiyle ilişmiş sevgiye idi yoksa şirin görünmek istediğimiz sevgiliye değildi ki nankörlüğü de sadece ona bıraktık demekle de tüm cümlelere geçit vermedik…
Evet sevgili biz severken yorulduğumuz hâlde , sevgiden de yorulduk demedik hiçbir yerde, çünkü “devran döner, döner, merkeze döner” sözünü yüreğimizden hiç çıkarmadık…
Aşk, iki kişiden kalan acılarla birikmiş hüzünlerdir sevgili, biri ben olsam, diğeri sen giden olsan ki, geride kalan tüm hüzünler bana yapışmış demektir sevgili...
Mustafa yılmaz
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.