- 800 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
Yağmur Damlaları I-
Yağmur çocuk ruhlu, sevimli ve sempatik genç bir kızdı. Gençliğinin en güzel yıllarıydı yaşadığı yıllar. Yirmi beş yaşında gerçekçi, mantıklı ve sevgi dolu yaşam tarzıyla çevresinde sevilen, haşarı bir çocuk gibiydi. Kızmak mümkün olmazdı, alınırdı bazen… Yağmur yüklü bir buluttu. Dokunsalar boşalacak, yağacak, akıtacaktı içini. Duygusaldı. Aslında yaşadığı, acı veren hüzünleri vardı omzundaki küfesinde. Okumayı ve yazmayı seviyordu. Her yazı ile yeni bir pencere açılıyordu içinde. Uykusuzluğunun başlangıç noktasında imdada yetişiyordu tertemiz beyaz sayfalar. Hayatı her karesiyle yazmak ve paylaşmak istiyordu. Duygularına derman bulamayan düşünceleri kendini bulmak istiyordu dize ve satırlarda. Bir soğuk savaş misali direniyordu gece olunca. Bu direniş uyuyamamasına mı, uyutmayan düşüncelerine mi yoksa yüreğinin çırpındığı duygu selinden mi tartışmalı bir konuydu gece ile arasında. Bir çok soruya cevap ararken, her soruda yeni cevaplarla karşılaşıyordu. Sonra yeni cevaplar farklı sorular sorduruyordu Yağmur’a. Saatlerce yazacak güç buluyor ve azimle devam ediyordu yazmaya. Uyumak yerine aslında uyuyamadığı her gece, okuduğu her yazı ve şiirde kendini buluyordu. Dehlizin içinden hızla geçerek yükselmek gerçeğe ve orada boğulmaktan kurtulmak istiyordu. Anlam yüklemek gibi bir çabası yoktu yaşadığı anlamsız dakikalara. Zaten yazmasının sebebi de anlam aramak değildi. Yazmak ve yazdıkça yaşadığını hissetmek istiyordu. Halen düşünebilen beynini ve yazabilen parmaklarını boşta bırakmak istemiyordu.
Bulunduğu zaman diliminde, dünya üzerinde savaş nedeniyle aç susuz kalan insanları düşündü. Hatta savaş olmadığı halde sefalet içinde sokakta yatan aç, korku içinde ölümün pençesinde mücadele veren sayısını bilmediği yüreklerin acısını hissetti kalbinde. Bunun yanında çocuk, genç, yaşlı demeden öldürmek için bomba yapanlar aklına geldi. Birkaç kişi bir araya gelmiş, yüzbinlerce hayatı sona erdirecek kararlar alıyor diyerek içini çekti. Neden bu hüzünlü karmaşa anlam veremiyordu. Mantığı, duyguları ve düşünceleri düşünmekten yorgun düşmüştü. Mantıklı bir cevap arıyordu ama bulamıyordu.
Yağmur düşüncelerine engel olamıyordu. ‘Minicik bebekler, ölümün pençesinde çaresiz hastalıklarla mücadele ediyor ve ben yazmakla yetiniyorum’ diye suçluluk hissetti. ‘Hastalıklarda bebek, genç ve yaşlı ayrımı da yok ya neyse…’ diyerek birçok hastalığı getirdi aklına. ‘Şeker, kalp, tansiyon, romatizma, böbrek, ciğer, obezite, felç, tiroid, kanser, tümör ve benzeri nice hastalıkla direniş içinde yaşamaya çalışıyoruz. İlle de yaşamak diyoruz ve yaşamak için her şeyi yapacağım diyerek başlıyor direnişimiz. İsmimi Yağmur koymuşlar... Keşke yağabilsem ve temizlesem içimdeki hüznü’ diye düşündü.
Yaşamak ya da en güzel haliyle insanca yaşamak. Hayatını seviyordu. Ailesini ve dostlarını da seviyordu. Yine de içinde buruk ve ağır sancılı hüzünlü bir ölüm senfonisi minik minik sesini yükseltiyordu. ‘Bir yanım ölüme gebe’ dedi yüksek sesle. Sonra irkildi. En yakın arkadaşı aklına geldi. Dert ortağı. ‘Şu an yanımda olsa Murat, döksem içimi ona, yağsam ve şu satırlar yerine birlikte ağlasak...’ demekle yetindi.
Sevilmek istiyordu ve yeniden doğmak. Bu sefer mutluluğa gebe kalmak ve insanca yaşamaktı düşlediği. Acı veriyordu yaşanmış bitmiş, yarım kalmış tüm mutlulukları. Tanımı yapılmamış, anlatmak isteyip anlatılması güç olan, her kelimenin yetersiz kaldığı o anı yaşıyordu. ‘Saat kaç oldu?..’ diye düşündü. Aklında ertesi gün yapması gereken işler vardı. Aynasının önünde duran saatine bakmak için masasının başından kalktı. O saat onun için başka anlamlar içeriyordu. Özel ve anlamlı doğum günü hediyesiydi. İki yıl önceki doğum gününde sevdiği dört arkadaşının birlikte hediye ettikleri saatini eline aldı ve ‘saat iki’ dedi. Bir saattir kalemi elinde sayfalarla sevişiyordu. Daha yazmak istediklerinin binde birine varamadığını düşündü. ‘Hep, zaman benim önümde’ diye hayıflandı. Ne yaşadıklarında ne yazdıklarında derman bulamamıştı zaman dilimlerine. Yarışmak gibi bir iddiası olmamasına rağmen neden zaman bu kadar gaddardı kendisine?.. ‘Biliyorum. Gülüyorsun şu an...’ dedi karşısında Murat var gibi. ‘Sana değil ki herkese aynı diyorsun bana. Haklısın yaşayan tüm canlılar için doğum anından itibaren geriye sayım başlıyor. Hadi diye kovalıyor bizi zaman. “Ölüme çeyrek kaldı, yap yapmak isteyip de yapamadıklarını.” Kulağa hoş bir şans gibi görünüyor. Şikayet edecek değilim’ yazdı önünde duran boş sayfaya Murat’a cevap yazar gibi. ‘Şükürler olsun ki sunmuş bu şansı’ diye cevapladı yine, tasdikledi iddiasını. Yağmur’un tarzıydı bu şekilde davranmak. Ne yaparsa yapsın hatasıyla günahını da iyi bilirdi. Göz ardı etmezdi kendisini eleştirmeyi. Kendisini tanıyordu. ‘İyi ki de vermişsin bu şansı. Hastalık niye, savaş niye, sevgisizlik niye?..’ diye isyan etti bir an boşta bulunarak. ‘Verdiğin zaman diliminde bazı şeyler benim elimde olsaydı...’ diyerek yaşadığı acı hatıraları düşündü. ‘Her şey güzel de niye bu şans dönüyor işkenceye?..’ diyerek içini hüznün derin sularına bıraktı.
Merak ediyordu mutluluk neredeydi. ‘Biliyorum mutlu olmak için başka birisine ihtiyacın yok diyorsun, sen kendi kendine yetersin’ diyerek yine Murat ile dertleşmeye başladı. Murat ile tartışsa bile onun yeri bambaşkaydı hayatında.
An gelir kardeşinden yakın olurdu Yağmur’a. Murat Yağmur’un mutluluğunda ve en acı günlerinde yanında olmuştu. Yağmur yine Murat’ın söyleyeceğini tahmin ettiği cümlelere cevaplar üretiyordu kendince. ‘Hadi yettim ve mutluluğu yaşıyorum diyelim kumdan kalemde, yeryüzünde ben tek değilim ki, ille de birisi çıkar mutluluğuma mutsuzluk tohumu ekmeye’ diyerek yine iddiasının haklılığını kanıtlamaya uğraşıyordu. Sınırı yok ki yaşanılanların. Ne kadar sevgi dolu olursan ol, ne kadar iyi niyetli olursan ol yine de elinden gelenin en iyisini yapmaya çalışsan da bir an gelir ki engel olamadığın acı ve hüzün kalbindeki diğer duyguların yerine çöreklenir minicik yüreğine.
Yılanlar için kullanılır çöreklenmek kelimesi. Kıvrım kıvrım tüm soğukluğuyla yusyuvarlak çörekleniverir gizliden gizliye. Yağmur o an içinde yaşam sevincinin yerine koskocaman bir boşlukta çöreklenmiş bir yılanla direnişte olduğunu düşündü. ‘Biliyorum...’ dedi kararlı bir ses tonuyla. ‘Yazacağım ve atacağım onu içimden. O gitmeğe mecbur kaldığında, ben de yazıhanemin başından kalkıp yatağıma yöneleceğim. Uzanıp başımı yastığa koyduğumda şükredeceğim Tanrı’ya. Huzur ve mutluluk içinde sabaha karşı yeni doğan güneşle yeni umutlarım olacak. Yenik düşmeyeceğim zamana!’ diyerek yeni bir perde araladı Yağmur, tertemiz sayfalarda. Hayal dünyasının sınırlarını zorlamıyordu. Gece yarısı iki buçukta uyuyamayıp düşünceleriyle dans eden genç bir kızın o saatlerde ne yaptığının canlı örneğiydi. Saçma ya da anlamsız ama Yağmur’u yansıtıyordu. Deli ya da akıllı olduğunun tartışma konusu olabileceği bir saat diliminde olmadığını düşündü. Açıkçası mantığı ile de çelişiyordu yaptıklarını düşününce. ‘Aklı başında, mantıklı bir insan bu saatte neden yazar ki?..’ diye düşünmeden edemedi. Neyse ki bunlar düşünmek istediği konular arasında öncelikli değildi. ‘Boşuna zihin bulandırmayayım’ diyerek yazmaya devam etti. ‘İçimde anlatamadığım, düşüncelerimden parmaklarımın ucuna doğru süzülen ve yazmanın dahi acı verdiği anılarım var.’
Yağmur iyice duygusallaşmıştı ve kendi dışında başka insanların da neler yaşamış olabileceklerini düşündü. ‘En basit şekliyle, hayal kırıklığı ile son bulan, sevip değer verdiğimiz insanlardan ayrıldığımız anlar’ diyerek içini çekti gözlerini tavana dikerek. Ne zaman düşünmek istemese ve aklı karmakarışık olsa gözlerini odasının tavanına diker ve birkaç dakika öylece bakardı. ‘Şimdi bunca kelimeden sonra sen buna mı takıldın diye düşünme!’ diyerek çıkıştı yine Murat’a. ‘Durup niye ayrıldım, neden olmadı polemiğine girmeyeceğim. Gücüm de yok zaten!’ cevabını da verdi o arada. ‘...Olmadı bitti. Hani en basit şekliyle üç cümle ile kapatabilirim bu konuyu. Mantığıma göre değmeyen insanlardan bahsetmenin ne yeri ne de zamanı!’ diyerek hayıflandı. Yağmur yine de ‘bu yürek nedense incinmiş’ demekten de kendisini alamadı. Nedenlerini biliyordu aslında da tekrar duymaya ve yazmaya tahammülü yoktu. O nedenle alelacele geçiştireceği bu konuya: ‘uzatmaya niyetim yok, sabrım hiç yok!’ diyerek noktayı koyuverdi. Aradan daha birkaç dakika geçmeden ‘sen kendi kendini kandıramazsın Yağmur!..’ diyerek içinden geçen asıl hissi ‘Acı çekiyorum!..’ diye haykırdı. Yağmur kendi kendisiyle konuşmayı, çözümler üretmeyi seven bir kişilik. ‘Direnişim yine başladı’ diyerek... Yağmur az sonra yağmaya başlayacaktı. Bu düşünceler dakikalar sonra gerçekleşecek duygu patlamasının çığlıklarıydı. Tüm gün boyunca benliğine hükmediyor yaşamak mutlu, huzurlu olmak için yoluna en iyi düşüncelerle devam ediyordu ve “gece” olunca işte o geceler var ya çok soğuk geçiyordu. Üzüntüsü de aslında ayrıldı diye değildi. Kimden ayrıldığının da önemi kalmamıştı yaşamında. Tüm bu yaşanılanlar umutlarını ve hayallerini söndürüyor bu nedenle üzülüyordu. İçindeki tertemiz duyguların körelmesinden korkuyor ve endişe ediyordu. Yaşadığı hayal kırıklıklarının kalbinde derin kapatılmaz yaralar açmasından endişe ediyordu.
İnandığı ve savunduğu değerler yara almıştı birer birer. Sevgiye olan inancı, insanlara olan güveni sarsılmıştı. Yüzüne baktığında çizgiler belli oluyordu. Gözleri bile bir başka bakıyordu. Ya gönül gözü nasıl bakıyordu hayata?.. Gerçi bu sorunun cevabı da açıktı. Saat üçe geliyordu ve Yağmur tüm güzel ve iyi duygular adına insanca yaşamak ve kalbindekileri görebilmek umuduyla mücadele ediyordu zamanla. Aslında o kalp hiç de eskisi gibi değildi. Gerçek, Yağmur’un kalbinin paramparça oluşuydu. Bu nedenle yazmıyor muydu zaten gecenin üçünde? Çünkü o doğarken verilen ufak şans vardı ya “hadi ne yapacaksan yap öleceksin” çağrısı... İşte geri kalmak istemediğinden ‘acı çekmeyi bırak, umutlu ol içindeki acıyı atacağız’ diyordu kendi kendisine. Bu nedenle de ne var ne yok yazıyordu. Adeta kendi kendisiyle yüzleşiyordu. ‘Sanırım gerçekten aklım başımda değil’ diyerek ‘saçmalamaya başladım’ yazdı.
‘Hangi noktada başladım ve hangi noktadayım?.. Yorgunum ben!..’ diye yüksek sesle bağırdı. Birkaç saniye içerisinde kendini topladı ve yüksek ses nedeniyle ailesinin uyanmamış olması için dua etti. Kendisini yenik düşmüş hissediyordu. Son üç yıldır sevmek ve sevilmek adına yorgun düşmüştü.
Seçimini yapıp sevdiği insanla umutla yürümeye başladığı bir yolda ya yolun başında ya ortasında ya da ne fark eder ki yarı yolda kalmıştı hep. Oysa Yağmur ona verilen o kısacık zaman vardı ya... O zaman diliminde; annesinin babasını, babasının da annesini sevdiği gibi sevilmek, huzurlu ve mutlu bir yuva kurmak, kendi canından hayata can vermek istiyordu.
Kimse ona sormadı aldatırken! Kimse ona sormadı terk ederken! Kimse ona sormadı değer vermezken!
Her hayatına giren kendi bildiğini yaptı... Sevdiler kendilerine göre ama kimsesi dönüp bakmadı Yağmur’un yüzüne. Seçim hakkı hiç olmadı. Yapıp ettikten sonra günah çıkarır gibi “seni seviyorum” asılı kaldı havada. Son kararı bekledi hepsi. Oysa onlar seçimlerini yaptıktan sonra zaten Yağmur’un seçim hakkı yoktu ayrılıktan başka. Yağmur onurlu, namuslu ve gururlu genç bir kızdı. Söz tutulacaksa verilebilirdi onun kitabında. Doğarken ‘bir ismim var benimle olan, ölürken de sadece o gidecek yanımda!..’ diyebildi. ‘Ne var ki ondan başka?’ diye de düşündü. Onurlu yaşayamadıktan sonra ne anlamı vardı sevmesinin ya da sevilmesinin. Boyun mu eğmeliydi tüm yaşadıklarına? Aldatılıp, yalvarmalı yürümeli miydi o yolu? İnadına, terk edenin peşine mi düşmeliydi yoksa ona değer vermeyen bir adamın kucağına mı atmalıydı kendisini?..
Hayır, hayır!..
‘Bu, huzur ve mutluluk yolu değil ki?!.’ diyerek isyan etti. ‘Mutluluğun yolu bu mu yoksa?..’ düşüncesiyle dehşete kapıldı. ‘Olamaz, olmamalı!..’ dedi. ‘Seven insan aldatır mı, dokunur mu başka ellere?.. Terk eder mi durduk yere anlamsız nedenlerle?.. Seviyorum derken üzer mi bile bile.? Sevmek de göreceli oldu ya ben ne diyeyim artık?!.’ diyerek sakinleşmeye çalıştı.
Yağmur’un geleceğe dair umutları ve hayalleri vardı. Yağmur, huzurlu ve mutlu günlerinin kalıcı olmasını istiyordu. Yüreği bir yüreğe değer verip sevmişken, sevilmek ve değer görmek hissini yaşayabilmek onun da hakkıydı. Yağmur bir insanın güvenini sarsmak kadar adi bir davranışın aklına gelmediğini düşündü. Neden niçin sorularını sormak ve tekrar başa dönmek arzusunda değildi. Sadece insanca yaşamak ve insanın kendi kendini kandırmaması neden zor, anlayamıyordu... Dürüst olmak, sevmek, değer vermek, içten; tüm benliğiyle sevdiğini kendinden görmek bu kadar zor muydu? ‘Ben neden yapabiliyorum o zaman ve karşımdaki yapamıyor?’ diye düşünüp durdu yağmur yürekli Yağmur kızımız.
Bilemiyorum.
Yağmur’un o kadar çok sorusu ve asılı kalmış cevapları var ki?!. Kendinin bulduğu cevaplar dahi bir noktadan sonra anlam ifade etmiyor nedense. Son üç yılda her giden “seni seviyorum”, “Senin gibi birisini tanımadım” gibi cümleler söylüyordu kıza. Ama davranışlara baktığında, bu cümleler bir anlam ifade etmiyordu Yağmur için ve havada asılı kalıyordu. “Neden herkes her şeyi basit yaşamak istiyor?..” sorusuna cevap bulmak istedi. Huyuydu... Zaten hem sorar, hem yanıt arar hem de bulduğu cevaplara Murat’ın gerçekçiliğini katardı.
‘Seviyorum demek bu kadar kolay mı?’ diye düşündü. ‘Birkaç kelime ile mi sevgi oluyor sanıyor bu insanlar?’ dedi hırçın bir çocuk edasıyla. ‘Neden ben o sevgiyi davranışlarında hissedemiyorum ve bana kendimi değersiz hissettiriyorlar yaptıklarıyla, neden ben bir an geliyor ve sevilmediğimi düpedüz görüyorum?..’ sorularıyla buruk bir hüzün sardı odasını.
‘Ne yazmalıyım satırlara?’ diye düşündü. Hayata dair anlam veremediği, cevap bulamadığı binlerce sorusu vardı. Neden insanoğlu kendi kendisini kandırıyordu? Oysa onun küçücük bir dünyası vardı ama koskocaman yüreğiyle sevgi doluydu her davranışı, sözü ve tüm benliği... Kalpten gelen sevgisine denk sevenini bulmak istemişti de bulamamıştı. Güvenip elini kime uzatsa sadece kolu değil tüm benliği ateş gibi yanmıştı. “Öyle biri var mı?” sorusunun cevabını da bilmiyordu. ‘Mutlaka vardır…’ diye düşündü, sorusuyla peşi sıra... Takdir edilecek insanca güzel huyları olmasına rağmen, kendisini övmeyi sevmezdi. ‘Sanki ben mükemmelim, her şey tam da bana layıkı yok!!!’ diyerek kendini eleştirmeyi seçti. Olay bu değildi aslında. Kendisi de mükemmel olmadığını biliyordu. Sadece istediği, davranışları ve sözleri tutarlı birisiydi. Sevgisine sahip çıkıp mertçe, adam gibi karşısında durabilecek hayat arkadaşını istiyordu yanında. Neden yolun bir noktasında tutarsız, dengesiz, sevdiği insana yakışmayan davranış ve sözlerle yüz yüze geliyordu ki?..
Nedense Yağmur son üç yıldır her seferinde “pes” demişti, hatta arkadaşı Murat, ‘çıkar birisi karşına bu fikrin değişir...’ demişti de ‘sanmam...’ diyerek çıkışmıştı tüm bilmişliğiyle Yağmur kızımız. ‘Bana göre değil sevmek...’ demişti Murat’a ve inatla mutlu olabilmek adına şu anki noktada.
Saat dört.
‘Değer miydi?..’ tartışmasına girmeyeceğini yazıyor Yağmur bembeyaz sayfalara. ‘Pişman değilim. Yaşanması gerekiyordu, yaşandı ve bitti. Tanrı’ya şükürler olsun ki daha çok yıllar geçmeden bu zaman dilimi içinde gerçeklerle yüzleştim. Acı verse de hayal kırıklığı; mutsuz olacağımı bile bile yolu yürümemek, Tanrı’nın verdiği bir işaret sanki bana: Şükürler olsun...” diyerek savunmasını da yapmadan cümleyi sonlandırmıyor Yağmur’ umuz.
Yağmur yürekli kızım benim.
Uslanmaz sevda kurşunum.
Bunca kelime kalabalığından sonra Yağmur’un mantık ve ruhu aynı dengeye geldi sayılır. İçinde yayılan huzuru hissedebiliyor. Benliğindeki sessiz fırtınaların yerini hafif bir esintinin almış olduğu andaki dinginliği yaşıyor. Yüzünde hafif bir tebessüm var. ‘Sabaha az kaldı. Yeni bir gün seni bekliyor’ diyor. ‘Yaşıyorum. Nefes alıyorum. Sırtımdaki ağrı da geceden kalma bana. Yazmaya başladığımdan bu yana ilk kez esnedim. Acaba bu, uykum geldi mi demek?.. İnşallah öyledir. Gözümü kapayıp saniyeler içinde uyumak istiyorum.’ diyor Yağmur. Her zaman, uykum yok dediğinde Murat’ın cümlesi aklına geliyor. “Sen asla uykun gelse de kabul etmedin ki !!!” Yüzünde hafif bir tebessüm Yağmur’ un. ‘Ben de robot değilim. Uykumun geldiği anlar da vardır ama o an şu an değil Murat...’ diye yine cevabını anında veriyor.
Yağmur uyandığında her şey farklı olacak... Yazsa da aslında her şeyin yine aynı olacağını biliyor ve kendi kendisini kandırmıyor. Her şey aynı olacak ama Yağmur’un bakış açısı farklı olacak. Aynaya gülümseyerek bakacak. Aynanın karşısında durduğunda ve gözbebeklerine baktığında canlı bir ruh görecek. Kırık dökük ya da ezik iki tane siyah zeytin görmek istemiyor ki çakıstes gibi, paramparça olmamalı. Kendini tanıyabilmeli. ‘Bu kim?’ demeden bakabilmek kendine.
Ruhunun en derininden, parmaklarının ucunda gidip gelen kelimeler durmak istemiyor. Düşüncelerinin her zerresini yazabilmek, Yağmur’u rahatlatıyor. Bir gün gelecek, acı veren tüm hatıralar mazi olacak hayatında. Şu an olduğu gibi gülümseyecek yaşama. Her şeye rağmen nefes alıp verdiğine, yaşadığına ve daha zamanının olduğuna şükredecek. Henüz o şans bitmedi. ‘Bir gün değil O gün bugündür! Öyle değil mi? Hadi gülümse...’ diyor Yağmur bize. ‘Daha zamanımız var. Kötümser olmaya gerek yok. Bu dünya sabrımızı deniyor. Biz insan kalmaya ve “iyi” olmaya devam edeceğiz. Her şeye rağmen acı verse de yaşanılanlar, ben insanlığımı kaybetmeyeceğim. Her şey bizim için değil mi? Mutluluk ve hüzün de. Pes etmeye niyetim yok!..’ diyerek umutla geleceğine yön vermeye devam ediyor.
Sabah yeni doğacak olan güneş yeni umutlar için bir şans. Yağmur, güneşi göremeyecek olsa da orada olduğunu ve doğacağını biliyor. Başlangıçta neredeydi bilemiyor olmasına rağmen tüm benliği ile minicik yüreğindeki çığlıkları tertemiz sayfalara nakış gibi işledikten sonra nerede olduğunu ve ne yapması gerektiğini biliyor duruma geldi. Yağmur yazdıkça, içini akıttıkça sayfalara yorgun düştü. Lambasını söndürdü, yatağına uzandı ve gözlerini kapadı. Tüm insanlık adına barış, sağlık, huzur, mutluluk ve sevgi için dua etti. Sonrası Allah’ın takdiri diyerek de veda etti.
iyi geceler ve tatlı rüyalar, Allah rahatlık versin hepinize...
Saat 05:20 ve uyku saati...
Yağmur Damlaları...
16.09.2006
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.