- 352 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Kelimeler
Kelimeler...
Kelimeler, kelimeler... Kafamın içinde hoplayıp zıplayan kelimeler.. Bir an bile olsun durulmayan kaosun, fırtınanın çocukları kelimeler. Ne zaman kafamın içine girdiler ne zaman yerleştiler oraya hatırlamıyorum artık. Sanki benden önce bile oradalarmış gibi. Benden çok sahiplenmişler kafamın içini. Dilediklerince bağırıp çağırıyor; bir araya gelip hikayeler, hayaller kuruyorlar sonra bu hikayelerin ve hayallerin peşinden beni sürüklüyorlar ve hiç bilmedigim, görmediğim bir yerde buluyorum kendimi. Ben konuşurken cümlelerimin aralarına girip dilediklerince yönlendiriyorlar onları. Bir an bile susmuyorlar. Özellikle ben susunca veya etraf sessizleşince başlıyorlar kocaman kocaman harflerle dan dan dan, kafamın içinde bağırıp çağırmaya. Önceleri bunun geçici bir durum olduğunu düşünüp idare etmeye çalışıyordum. Belki bir süre sonra kendilerine daha uygun bir kafa bulurlar ve beni rahat bırakırlar diye umuyordum hep. Ama onlar ben bekledikçe daha da çoğaldılar değişik ülkelerden değişik dillerden arkadaşlarını da getirdiler. Ve hiç te gitmeye niyetleri yokmuş gibi görünüyorlar.
Ne zaman buna bir son vermek için kafamın içine gitsem; ‘buyursunlar, hoş geldinizler’le karşılarlar ve kafamın içinin gerçek sahipleri olduklarına beni inandırmak istercesine “lütfen lütfen, yabancılık çekmeyin” türünden yapmacık ama bir o kadar da ustaca hamlelerle beni bir güzel ağırlarlar ve beni gerisin geriye eli boş gönderirler. Çoğu zaman oraya neden gittiğimi bile unuttururlardı bana. Türlü türlü hikayeler anlatırlar, son derece garip ve bir o kadar da enteresan oyunlara oynarlar kendi aralarında ve beni oyunlarının merkezine alıp bir güzel oyalarlar.
Bir keresinde konuyu açmayı başardım. Artık kafamın içini onlarla paylaşmak istemediğimi söyledim. Aniden derin bir sessizlik oldu. Sanki hepsinin bildiği ama birbirlerinden bile gizledikleri bir gerçeği çok ta patavatsız bir şekilde söylemişim gibi başlarını önlerine eğip sağa sola salladılar. Uzunca bir süre hepsi birlikte sessizce bekledikten sonra birbirlerine bakıp onaylar gibi başlarını salladılar birbirlerine. Sonra içlerinden çok çelimsiz birisi kalkıp odadan çıktı. Sanırım bir şey getirecek veya birisini çağıracaktı. Ben neler oluyor diye sorar gibi ellerimi açtım; hiç bir şey söylemeden “sabret şimdi şimdi görürsün” der gibi başlarını salladılar. Bir süre öylece bekledikten sonra ayak sesleri duyulmaya başladı. İki kişi geliyordu sanırım. Az önce odadan çıkan önde, arkasında beli iki büklüm olmuş sakalları neredeyse yere değecek kadar uzamış hepsinden yaşlı birisi girdiler. Hepsi gözleriyle beni işaret ettiler yaşlıya. O da bu tür sorunlarla daha önce de karşılaşmış ve hepsini de tereyağından kıl çeker gibi halletmiş birinin özgüveniyle tamam şimdi hallederiz dercesine gülümseyip geldi tam karşıma oturdu. Eski ve rengi solmuş ceketinin içinden eski kağıttan padişah fermanlarına benzeyen bir rulo çıkardı ve pat diye gürültülü bir şekilde masanın ortasına koydu. Diğerleri sanki bunu ve olacakları daha önceden görmüşler gibi kıkırdamaya parmaklarını ağızlarına götürüp garip sesler çıkarmaya başladırlar. Bir heyecan ve neşe kapladı sanki hepsini. Birbirlerine bakıp gülümseyip vızır vızır sesler çıkarıyorlardı.
Yaşlı kelime bir eliyle kağıdın ucunu masaya bastırıp diğer eliyle iterek ruloyu açtı. Rulo hızlı bir şekilde yuvarlanıp ilerlemeye başladı. Hiç bitmeyecekmiş gibiydi. Gitti gitti ve ileride karanlıkların içinde yok oldu.
Yaşlı kelime ayağa kalktı ve kollarını açıp öyle bir gerildi ki sanki içinden bir fırtına ya da yanardağ patlayacak gibiydi. Diğerleri daha da hareketlenmeye parmaklarıyla yüzlerini, başlarını kaşımaya ayaklarını yerlere hızlı hızlı vurmaya başladılar. Sanırım yaşlı kelime büyük bir konuşma yapacaktı. Çelimsiz kelime kollarını açarak herkese susmaları yönünde işaret etti ve bir anda bıçak kesmiş gibi sessizlik çöktü.
“ Ey Adem!” diye başladı yaşlı kelime.
-Öncelikle kendimi tanıtayım. Benim adım İsim. Sana garip gelebilir adım ama sizin de çok garip adlarınız var değil mi? Sizler kendinize öyle garip adlar veriyorsunuz ki, kendinizin bile bu garip adlara alışmanız bazen aylar bazen yıllar alıyor. Hele duygularınıza taktığınız adlar... bu adları anlamsız ve gereksiz yere kullanmalarınız, bizleri ne kadar zor durumlara soktuğunuzun farkında bile değilsinizdir eminim. “Açıkçası siz kendi kendisine bile yalan söylemeyi becerebilen tek canlı türüsünüz.”
Neyse konumuz bu değil sanırım. Bizden şikayetinizin olduğunu söyledi arkadaşlarım. Kafanızın içinin size ait olduğunu ve artık gitmemiz gerektiğini söylemişsiniz. Aslında size verilecek en güzel cevap canınız cehenneme deyip sırt dönmek olurdu ama kafanızın büyüklüğünü ve ortak geçmişimizi göz önünde bulundurunca size açıklama yapma gereği duydum. Açıkçası bir çözüm yolu bulabileceğimize dair büyük ümitler besliyorum. O yüzden size masada gördüğünüz ve sizin ve sizden öncekilerin tarihini anlatan belgeyle geldim. Sizler ne dersiniz: “Söz uçar yazı kalır.” Umarım yazılı belgelerle konuyu daha kısa sürede çözüme kavuşturabiliriz.”
Sonra çelimsiz kelimeye dönerek: “ Evladım adem beye tanrı sözünü oku hemen 13672. bölümün başında.”
Çelimsiz kelime görev verilmenin mutluluğu içinde bir çırpıda istenilen bölümü bulup okumaya başladı.
“Tanrı insanoğlunu yarattı ve ona kelimeleri öğretti.” Okumasını bitiren çelimsiz kelime ve diğerleri gözlerini bana dikip, işte gördün mü dercesine baktılar.
Yaşlı kelime, kendi deyimiyle İsim, devam etti:
“ işte Adem bey sizin de gördüğünüz gibi biz evrende sizlerden çoook hem de çok önce vardık. Siz nerden çıktınız neden yaratıldınız açıkçası sizin dışınızdaki bütün varlıklar hayretle karşıladık ve çoğumuz sizin pek te zararlı bir varlık olacağınız konusunda hemfikirdik.
Açıkçası sizden çok önce varoluşumuzu bir övünç kaynağı veya size bir üstünlük olarak görmediğimizi belirtmek isterim. Ancak bütün anlamanızı istediğim şu: Varlığınızı etle kemikle veya sahip olduğunuz şeylerle temellendirme yanılgısına düştüğünüzü hepimiz biliyoruz. Oysa siz ne onlarla varsınız ne de onlarsız yok olursunuz. Varoluşunuzu bizimle tamamladığınızı, bizsiz varlığınızın bile bir anlamının olmadığını kavramanızı ve bunları hiç bir zaman aklınızdan çıkarmamanızı istiyorum. Yoksa burada gördüğünüz tüm arkadaşlarla beraber soğukta perişan olsak ta açlıktan ölsek te sizi terk ederiz ve siz de perişanlıkların en acımasızını, yok oluşların en karanlığını tatmak zorunda kalırsınız.”
Yaşlı kelime sözünü bitirir bitirmez bütün diğerleri bir anda çığlıklar atarak onu alkışlamaya bağırıp çağırmaya başladılar. Büyük bir zafer kazanmış gibi omuzlarına alıp odanın dört bir yanında dolaştırıyorlardı yaşlı kelimeyi. Anlamadığım bir çok dilden sevinç gösterileri yapıyorlardı. Bu saçmalıklara daha fazla tahammül edemezdim. Var gücümle masaya vurdum ve avazım çıktığı kadar “yeter “ diye bağırdım. Bütün kelimeler odanın dört bir yanında kaçışmaya ve buldukları her şeyin arkasına saklanmaya başladılar.
“ Yeter artık. Sizi istemiyorum artık. Gidin lütfen gidin. Bırakın beni. Var olmak bu kadar acıya katlanmaksa onu da istemiyorum. Lütfen rahat bırakın artık beni.”
ve; söz bitti, her şey bitti...
karanlikhikayeleristanbul.blogspot.com.tr/
EMRAH-2012 istanbul
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.