- 493 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Yaşasın Devlet
Bir işiniz varsa çalışıyorsunuz. Üç beş kuruş kazanıyorsunuz, karnınızı doyuruyorsunuz ve açlıktan ölmüyorsunuz. Ağır aksak olsa da yaşayıp gidiyorsunuz…
Toprağınız, tezeğiniz yok ama iki eliniz, başınız içinde beyniniz, sağlıklısınız gücünüz kuvvetiniz yerinde verebileceğiniz bir emeğiniz var, bu şekilde uzun yıllar çalıştınız…
Çalışırken işgücünüz karşılığında bir gelir sağladınız. Geliriniz ölçüsünde de yasaların öngördüğü biçimde verginizi ödediniz…
Bağlı olduğunuz bir sosyal güvenlik kurumunuz vardı. İşçiyseniz, Sosyal Sigortalar Kurumu. Devlette memursanız, Emekli Sandığı… Esnafsanız belli ölçüde, Bağ kur…
Çalıştığınız sürece bu kurumlara belirlenen miktarlarda pirim ödediniz para olarak. Çalışırken sağlık hizmetlerinden yararlanmak, yaşlanıp emekli olunca maaş alabilmek için vs…
Her şey çok güzel!
Verdiğiniz emeğin karşılığını alabildiniz mi bu tartışılabilir tabii.
Her ne ise…
Verdikleriniz, veremedikleriniz var. Aldıklarınız, alamadıklarınız var. Eğer istemişse seçilmiş otoriteler onlara inanmış, güvenmişsinizdir ve siz de bazı fedakârlıklar edip bazı gerçekler adına halinize şükretmişsinizdir. Çoluk çocuğunuzun geleceği için sabretmiş, umudunuzu yitirmemişsinizdir.
Hepsi güzel…
Zaten dünya hızla değişiyor, tabii ki ayak uydurmak zor! Bu kadar hızlı değişime yetişebilmek zor, bu gerçek yadsınamaz. Bir yarıştır almış başını gidiyor. Tabii birçok şey gibi yönetenlerin yönetim biçimleri de doğru mudur yanlış mıdır diye de tartışılabilir. İdeolojilere, biçimlere, şekillere, sistemlere girmek istemiyorum şimdi. Şu izm, bu izm falan demek istemiyorum. Bunlar oldukça zor şeyler. Ne kadar kızsam etsem de mevcut düzen genel manada insan değil de kapital diyorsa ve bu şekilde işliyorsa bu ülke sınırları içinde bir veya birkaç kişinin, dünya yüzünde de tek bir ülkenin baş edebileceği bir iş değildir. Yani zor. Bunu biliyorum ve kesinlikle kabul edebiliyorum. Haa sistemde bir aksaklık, yani bir yanlışlık var ise bu da kesinlikle biliniyor. Buna da inanıyorum. Ama bir sistemi eğer ki insancı değil de kapital bir düşünce yönetiyor ise tabii ki bazı şeylerin değiştirilip düzeltilmesine izin vermiyor. Asıl meselemiz bu olsa gerek...
Yanış şeyler var da ondan dönülüp doğruyu bulmak için hiçbir şey yapılmıyor mu? Tabii ki yapılıyor kuşkusuz ama gene mevcut sistemin elverdiğince. Yani müsaade ettiğince…
Anlatmak istediğim asıl konuya gelmek gerekir ise; bilindiği gibi yıllarca beğenmediğimiz birçok şeyden yakınıp durmuşuzdur. Birçok şeyden memnun değildik hepimiz. Mutsuzduk her şeyden önce. Sistemin bozuk işleyişi bizi üzüyordu. Bu sistem bizi d/üzüyordu amiyane tabirle. Öyle diyorduk.
Neyse…
Bir işiniz var çalışıp emek sarf ediyorsunuz ve karşılığında da yaşam adına bir şeyler istiyorsunuz…
Ya da uzun yıllar çalıştınız ve emekli oldunuz. Çalışamaz duruma geldiğinizde de doğal olarak çalışırken verdikleriniz karşılığında bir şeyler istiyorsunuz.
Hakkınız değil mi?
Eğer ki sistemde bir yanlışlık var ise, demokrasi ile idare edilen bir ülkede talip olmuş ve seçimle işbaşına gelmiş seçilmiş kimseler, yani hükmedenler boş mu duruyorlar sanki?
Hayır…
Mesela çalışıp çabalamışlar, arayıp taramışlar ve yanıp yakındığımız birçok şeye çareler bulmuşlar.
Demişler ki; izmler mizimler fasa fiso, hikâye. Amerika’yı yeniden keşfetmeye ne gerek var? Liberal sistemli global bir dünyada görmüş, geçirmiş, çokbilmiş çok kimseler var. Onlar neyi nasıl yapıyorlarsa biz de öyle yapalım. Yenidünya düzeni böyle diyor. Ve akılları erdiği, güçleri yettiğince bazı şeyleri yapmışlar. Yani değiştirmişler. Değiştirmeliler de…
Sistem devletçilik mi taslıyor; olmaz! Yanlış. Devletin parayla, pulla işi olmaz. Tarlası, bağı, bahçesi olmaz; devlet toprak ağası mı? Fabrikası olmaz; devlet iş adamı mı? Devlet darülaceze mi? Yuva mı, yardım evi mi? Fakir fukara babası mı; devlet devletliğini, millet milletliğini bilecek.
Ve daha düne kadar en büyük sorunlarımızdan birisi sağlık sorunu değil miydi? Devlet hastaneleri olsun, SSK hastaneleri olsun yıllarca hep sorun olmamışlar mıydı hem devlete hem bize? Problemi çözüp halletmişler. Hep şikâyet ediyor, çare bulsunlar istemiyor muyduk? Bulmuşlar, alın size çare!
Şimdi özel hastaneler var. Hasta mı oldunuz; anlaşmalı bir hastaneye gidiyorsunuz. Gerçi bu hastanedeki doktorları daha önceden biliyor, tanıyorsunuz ama… Sözümüz kesinlikle doktorlarımızın şahsiyetlerine değildir sakın yanlış anlaşılmasın! Mesele sistem. Mesele düzen. Mesele işleyiş…
Hastasınız. Yani herhangi bir yerinizden şikâyetiniz var. Mesela bacaklarınız ağrıyor. Kemiklerinizden veya eklemlerinizden şikâyetiniz var. Bilemiyorsunuz, belki kas, belki damar, belki sinirdir…
Gidiyorsunuz özel bir hastaneye. Mesela ortopedi doktoruna muayene olacaksınız. Kayda giriyorsunuz, gerekli belge ve bilgileri verip randevu istiyorsunuz. Tamam. Memur on lira istiyor sizden muayene ücreti olarak. On lira da devlete, katkı payı. Yirmi lirayı peşin peşin veriyorsunuz. Bu arada size bir de kâğıt imzalatıyorlar. Bu ne diyorsunuz. Çalışan genç bayan gayet güler yüzlü, size bilgi veriyor. “Bu…” diyor, “eğer film çekilecekseniz veya kemik erimesi gibi bir tahlile girecekseniz onun için” diyor. Bu hizmetlerin para olarak karşılığı ne ise yüzde yetmişini devlet ödüyor, yüzde otuzunu da siz veriyorsunuz. İster kabul et ister etme! Yapabileceğiniz bir şey var mı? Özel hastaneye gitmeyin öyle ise…
“Yaşasın devlet” diyorsunuz garip bir şekilde gayri ihtiyarı. Çalışan görevli de sizi çok iyi anlıyor ve o da garip bir şekilde tebessüm ediyor gayri ihtiyari. Yani gülümsüyor. Bu sefer de siz onu anlıyorsunuz ve garip şekilde tebessüm ediyorsunuz, gayri ihtiyari…
Sıranız geliyor ve muayene oluyorsunuz. Ama eklemlerin durumu için film çekilmesi, kemik erimesi var mı diye de test yapılması lazım. Fiziki bir muayeneyle hemen teşhis konulamaz ki, bunu siz de biliyorsunuz. Aslında istiyorsunuz da kendi içinizden, çünkü bu sizin hakkınız.
Ve doktorunuzun işaretlediği kâğıdı alıp çıkıyorsunuz. Gidiyorsunuz başka bir memura. Kayıttaki memur genç bir bayandı, bu ise genç bir erkek… Bilgisayarın karşısında, klavye parmaklarının altında bir şeyler yazıp çiziyor ve sizden otuz lira istiyor. Para peşin, kırmızı meşin! Parayı veren düdüğü çalar misali ödüyorsunuz otuz lirayı. Yapacak başka bir şeyiniz var mı? Yok. “yaşasın devlet!” diyorsunuz gene. Bu sefer de genç erkek memur sizi anlıyor ve o da garip garip tebessüm ediyor gayri ihtiyari…
Filminiz çekildi, tahliliniz yapıldı. Bu işler çabuk yapılıyor bak, bu çok güzel! Raporları alıyorsunuz ve gidip doktorunuza gösteriyorsunuz. Doktorun yüzü gayet güleç, size izah ediyor. Güleç bir yüzle, ne güzel!
Kemik erimesi yok diyor. Çok güzel. Eklemlerde biraz daralma var ama bu yaşınızın gerektirdiği bir şey, sorun teşkil etmez siz için. Fazlaca bir kireçlenme yok. Kalsiyum kullanmanıza da gerek yok…
Her şey çok güzel, bir sorun yok sevinmeniz lazım ama “e acıdan ölüyorum ben, geberiyorum doktor bey!”
Bazı ilaçlar yazacağını söylüyor ve ekliyor; “egzersiz yap, kilo ver, beslenmene dikkat et.” diyor. Diyor ama “Eee ben yürüyemiyorum bile ki doktor bey!”
Konumuz bu değil tabii…
Doktorunuza inanıyorsunuz ve güveniyorsunuz. Yazdığı ilaçları alıp kullanacaksınız, ne diyorsa onu yapacaksınız. Gayet normal…
Reçetenizi alıyorsunuz. Size “iki hafta sonra, ya da bir ay sonra kontrole gel” diyor. “Filmde göremediğimiz bazı şeyler olabilir, o zaman bir de MR çekeriz” diyor. “Bu ilaçları kullanın bakalım, gerekirse eklem içine yapılan iğnelerden yazarız…”
Doktorunuza teşekkür ediyorsunuz ve çıkıp eczaneye gidiyorsunuz. İlaçlarınızı alıyorsunuz. Aktif çalışma hayatınız devam ediyor ise ilaç ederinin para olarak yüzde bilmem kaçını peşin peşin ödüyorsunuz. Eğer ki emekliyseniz, “yüzde onu maaşınızdan kesilecek” diyor eczacı.
Emekli maaşınız topu topu kaç para ki? Bugün altmış lirası uçup gitti zaten. “Yaşasın devlet!” diyorsunuz.
Eczacı sizi gayet iyi anlıyor ve garip garip tebessüm ediyor gayri ihtiyari…
Haline şükret hasta kadın! İyi ki önemli bir şey çıkmadı, iyi ki fazla bir şeyin yokmuş!
Ya menüsküs olsaydın?
Ya kireçlenme olsaydı dizlerinde?
Ya eklemlerin susuz kalıp kurumuş olsaydı?
Ya romatizmalı bir durum…
Ya da enfeksiyona dayalı bir hastalığın olsaydı da dizin su toplamış olsaydı? Mesela bir ameliyat gerekseydi ne yapacaktın? Para olarak karşılığı bin ise; hakkına düşen üç yüz lira! İki bin ise, ödeyeceğin para altı yüz lira! Üç bin lira ise mesela…
Aman sinirlenmeyin, kızmayın efendim, her şey para mı?
Koca bir devlet, yanlış kimseler tarafından yanlış yönetiliyor ise ne suçu, ne günahı var ki! Allah ona zeval vermesin. Eksikliğini göstermesin. Hep başımızda olsun ki, o bize çok lazım. Yöneticiler gelip geçici, biri gider öbürü gelir ama devlet bakidir…
Yaşasın devlet!
Tevfik Tekmen. 17/Mart/2009 Lüleburgaz
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.