- 1658 Okunma
- 3 Yorum
- 2 Beğeni
Mor Yumurta Turşusu
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Alışveriş merkezleri o kadar da kötü yerler değilmiş. İçerisi ferah ve temiz. Şimdi anladım insanların buralara neden bu kadar çok geldiğini. Kendini önemli ve zengin hissediyor insan. Halk olarak en büyük ihtiyacımız bu galiba. Bir gülümsemeye, ufacık bir ilgiye aç ırkım; parasını veriyor, gülücük ve önem satın alıyor kendine.
Asansörün önündeki kuyruğu görünce, yukarı çıkan merdivenin yerini keşfetmek için hızlıca göz gezdirdim. Merdivene ulaşmak için, neredeyse zemin kattaki tüm dükkanların önünden geçmek zorunda kaldım. Güzel bir pazarlama stratejisi bence. Merdivenler yürümeye, ben durmaya başlayınca;
Karımın, sabah çıkarken elime tutuşturduğu çantanın içindeki pusulayı çıkardım.
"Yürüyen merdivenle 3. kata çıkınca hemen sola dön bebeğim. 6 dükkan sonra (7 de olabilir canım :)) sağ tarafta Zara’yı göreceksin. Deniz Katmer’i bulacaksın. Ben kendisiyle telefonda konuştum. Çantayı ver, diğer çantaları alıp gel bebeğim.
Not: Bana hediye almak istersen, hemen yandaki dükkandan olabilir AŞKIM.
Seni seviyorummm"
Evlilik, aşkı öldürüyor derler. Katılmıyorum. Bu eskilerin söylediği saçma sapan bir söz. Aşkın bitmesi için insanın evlenmesi gerekmez bence. Aşk elde edince biter, yerini saygıya ve sevgiye bırakır.
İlk katta, bir belgeselde gördüğüm yumurta turşusu standı karşıladı beni. Yumurta şeklinde mor bir stantta, mor yumurta turşuları satıyorlardı. Standın başında duran genç kadın, gözünü telefonundan alabildiği dakikalarda, farkında olmadan bu yumurtaları burada kimse yemez bakışları atıyor, gülümsemek için aldığı paranın hakkını, telefonuna gelen mesajlara gülümseyerek veriyordu. ’Dönüşte mutlaka uğrayacağım gülüşü’ atmak için yüzüne baktım ama sevgilisi benden önce davrandı ve bir mesaj daha geldi. Okudu. Biraz daha çalıştı/gülümsedi ve yeni mesajı yazmaya koyuldu.
Son merdivenden çıkınca dükkanları saymama gerek kalmadan Zara logosunu seçtim. Altıncı dükkan. Hemen içeri daldım. Can Dündar’ ın belgesellerinde gördüğüm tüp ve yağ kuyruklarını anımsatan bir kuyruk vardı kasada. Kasaya doğru yaklaşırken, ödeme yapmak için sıraya girmiş canı sıkkın kadınlar, kasaya kadar gözleriyle bana refakat ettiler. Kasada söz almam epey sürdü ama çanta değişimini Amerikan filmlerindeki uyuşturucu kaçakçıları kadar hızlı yaptık. Tek sorun artık dört tane çantam vardı. Bir çanta verip dört çanta alışımı, ödeme yapmaya hazırlanan sabırsız kadınlarla beraber hayretle izledik. Deniz Bey soru sormama imkan tanımadan, nişan atan bir genç kız kadar hızla uzaklaştı yanımdan.
Umarım karın içip içip seni döver Deniz!
Dükkandan çıkar çıkmaz, merdivenlerin yerini artık bildiğimden hemen rotamı çizdim. Aşağıya inerken turşucu kızın yavaştan toplandığını fark ettim. Yürüyen merdivenler gittikçe yavaşlıyor, mesajcı kız standın altından aldığı kolileri bir delikanlının taşıması için kucağına istifliyordu. Gidiyorlardı. Bu turşuların burada satılmayacağından emin olduğum için yakın zamanda bu stantla karşılaşmayacağımdan da emindim. Standa vardığımda kıza yeni bir mesaj gelmişti. Mesajı okumasını bekledim ve yumurta turşularından almak istediğimi söyledim. Mesajın hak ettiği gülümsemenin bir kısmını benimle paylaşarak; özel kutuları araca yüklediklerini, istersem zavallı japon balıklarının taşındığı poşetlere benzer bir poşetle verebileceğini söyledi. Üzerime dökülmeyeceği konusunda beni ikna ettikten sonra bir poşet yumurta turşusunu bana uzattı. Standın bu kadar ıssız olmasının sebebini anladığımda, aile bütçemizin surlarına elli liralık mor bir yumurta topu çoktan saplanmıştı.
Bir elimde sevgili karımın çantaları, diğer elimde mor japon yumurtalarımla döner kapıdan geçerken telefonum çalmaya başladı. Japonları kucağıma aldım, çantalarıda aynı elime geçirip telefonu açmak için bir elimi boşa çıkardım.
Modern insanın sadece iki elinin olması ne acı.
Telefonu elime aldığımda susmuştu. Cevapsız aramaların arasından karımı seçtim ve arama tuşuna bastım. Telefonla ateş ettiğimi düşündürecek kadar harika bir zamanlamayla bir silah sesi duyuldu. ’Umarım birini vurmamışımdır’ diye düşündüm istemsizce. İçeriye giren ve dışarı çıkan tüm insanlar o kadar güzel ve aynı anda durup kaldı ki, silah sesini duymayan biri müthiş bir dansın birazdan başlayacağını düşünebilirdi. Çok kısa bir zaman sonra insanlar var güçleriyle alışveriş merkezine girmek için koşmaya başladılar.
Gelmiş geçmiş en büyük kampanya vardı AVM’ de; İçeri girenler ölmüyordu!
Koşmanın insanı hedef haline getireceğini bütün filmlerde gördüğümden olsa gerek, sakinliğimi korumaya, düşünmeye çalışıyordum. Birkaç saniye sonra yanımda kimse kalmamıştı. Karım telefonu açmıştı. Daha önce de telefonum cebimdeyken aramışlığım vardır. Kapatıp tekrar aramamasının sebebinin çığlıklar olduğundan eminim.
Bütün kötü şeyler iyi insanların başına gelir, evet ama bana genelde hepsi aynı anda gelir. Sol göğsümün altında mor japon turşularımın suyunu hissediyordum. Dünyanın en pahalı turşu suyu üzerime dökülüyordu. Kafamda işleri sıraya koyup eyleme geçmenin vakti gelmişti. Gözlüklerimin gözümde olmasına rağmen artık çok net göremiyordum. Telefonu kulağıma götürürken, Hacı Şakir sabunun kıvraklığıyla elimden kayıp yere düştü. Sonra turşu paketini gördüm yerde. Sapa sağlamdı. Whatsapp Kız’ı haklı çıkmıştı. Akan şey turşu suyu değil, benim suyumdu.
Japon arabaları çok sağlam olur derdi babam.
Kafamı aşağıya çevirdiğimde, gondola bindiğimde olan, yürek hoplamasına benzer bir pıtırtı oldu içimde. Durum vahimdi. Mermi, kanla dolu barajlarımın kapaklarını açmıştı.
Kanım, özgürlüğünü ilan etmişti.
Yere ne zaman düştüğümü hatırlamıyorum. Sağ omzumun üzerine düşmüştüm. Dikkatinizi çekti mi bilmiyorum ama gerçekte ölen insanlar, filmlerde ölenler kadar karizmatik pozisyonlarda ölmezler. Bunun nedenini şimdi çok iyi anladım, kımıldayamıyordum. Kaslarımın yönetimini, kanımın başlattığı isyanda kaybetmiştim. Vücudum beni dinlemiyordu. Sizin için yemediğim künefeler haram zehir olsun.
İnsanlar! Modern bilim! Teknoloji! Bill Gates! Ipone’um! Biri bir şey yapmazsa öleceğim!
Şu an beni mutlu edebilecek tek şarkı, ambulans sireni. Telefonum, ağzına yastık bastırılmış bir maktul arifesi gibi inliyordu. Yanağım titriyordu. Telefonumu yüzümün altından çıkartmak için bir hamle yapmak istedim ama yapamadım. İçimde bir Hande bir de kucak dolusu meltem vardı artık. Meltem, merminin açtığı delikten giriyor, dışarı çıkmıyordu.
Rüzgarlı günlerde vurulmamak gerek.
Telefonum yanağımın altında titrerken, gözlerimi biraz yukarı kaldırdığımda iki sandalet gördüm. Bu kadar güzel ayakları olan bir kadın yanıma gelmeye nasıl cesaret etti diye düşünürken, ayaklarının yanına bir silah düştü. Küçücük bir tabanca. Neredeyse şirin bile denilebilir. Kadın eğildi. Mini eteğinin arasından görünen külotu bir an için dikkatimi dağıttıysa da, ölen birinin ciddiyetini takınmam çok uzun sürmedi.
Kadın, evladını kaybeden bütün annelerin ağlamalarının toplamından daha şiddetli ağlıyor, özür diliyordu. Göz yaşları, yere cömertçe yayılmış kanımda küçük tsunaminler yaratıyor, bu afet yalnızca beni öldürüyordu. Dünyanın en korkunç sıvısını benim kanım ve bu afetin gözyaşıyla az önce yapmıştık.
Yanlışlıkla vurulduğumu anlamıştım. Bu kadar güzel bir kadının benim için bunca zahmete gireceğine ölsem de inanmam zaten. Yanağımın altında titreyen karımı düşünmem gerekirken neler düşünüyorum? Erkek milleti değil miyiz? Değiliz! Yani ben değilim. Artık siz erkek milletisiniz. Ben ölüyorum arkadaşlar. Bütün güzel kadınlar sizin artık. Birinci sınıf bir alış veriş merkezinin önünde "did" oluyorum. Umarım "geç kalan ambulanslar için mi vergi ödüyoruz biz bu devlete" diyen bir amca vardır yakınlarda, biri bunun hesabını sormalı!
Gözümü tekrar açtığımda kadın telefonu önüme koymuştu. Iphone’ um kanımın içindeydi. Beni vurduğu yetmiyormuş gibi telefonumuda bozmak niyetindeydi afet. Ses çıkarmadan ağlamaya çalışan bütün insanlar gibi daha fazla korkutucu ses çıkarıyordu kadın. Teselli etmemek için kendimi zor tutarken, ’Eyvah karım!’ hissini içime atacak bir ses duydum. Telefon açıktı ve Hande konuşuyordu. Afet, öleceğimden emin olacak ki, karıma son sözlerimi söylememi istiyordu. Ölüp ölmeyeceğimi en iyi bilecek insana güvenmem doğru olandı ama kelimeler ağzımdan bir türlü çıkmıyordu. ’Geleceğim.’ demeye çalışıyordum. ’Geleceğim karıcığım. Düşündüğün gibi değil.’ demek istiyordum. Ölürsem yanlış anlayacak çünkü, eminim. ’Benim bu kadınla bir alakam yok’ demek istiyordum. ’Alışveriş merkezinden çıkıp yuvamıza geliyorum.’ demek istiyordum. Tam bu sırada içime sığmayan rüzgarın bir kısmı ağzımdan çıkmayı uygun görmüş, son nefesime dönüşmüştü.
-Japon yumurtası aldım Hande.
Sercan Korkuç
@kilarkkentim
YORUMLAR
ikiekmekbimaltepe
Selamlar.
Sercan.
mor yumurta turşusu
bi kere ismi çok ilginç daha önce hiç duymadım ve görmedim ne yalan söyleyeyim…
görüntüsü de çok hoşmuş…
nasıl yapılıyor acaba bu turşu…
haşlanmış yumurtalar şalgam suyuna mı bastırılıyor…
yoksa Japon tavuklarının marifeti mi bu…
neyse turşuları bir kenara bırakalım
yazı gerçekten çok ilgi çekici…
sürükleyici, heyecanlı…
aralara serpiştirilmiş öyle güzel mesajlar içeren cümleler vardı ki hani heyecanlı bir film izliyorsundur da ekranın aşağısından son dakika haberi geçer büyük harflerle…
bir anda dikkatin dağılır ve alttan kayan yazıya odaklanırsın… buradaki tek fark okuyanın dikkatini dağıtmıyor o alt yazı niteliğindeki cümleler… olayın içine içine çekiyor insanı...
işte onlardan iki tanesi:
* modern insanın sadece iki elinin olması ne acı.
*gelmiş geçmiş en büyük kampanya vardı avm’ de; içeri girenler ölmüyordu!
son zamanlarda ilgiyle okuduğum ender yazılardan biriydi…
gözünüzden kaçmış bir iki küçük klavye densizliğini saymıyorum bile gerçekten kusursuzdu…
e onları da söyleyeyim bari ilki ‘’straje’’ …
ikincisi:
*karımın, sabah çıkarken elime tutuşturduğu çantanın içindeki pusulayı çıkardım çantanın içinden.
cümlesindeki ‘’çantanın içi’’… biri fazla mı ne…
bir de ‘’ikiekmekbimaltepe’’ çocukluğumda hemen her gün sabahları bi koşu mahalle bakkalına gidip de aldığım üç şey… ( sigaraya o kadar erken yaşta başlamadım tabi ki, annem içindi… )
demem o ki sizin deyiminizle insanların kendini önemli ve zengin hissettiği şık bir avm(olmasalar da olurdu da şık mağazalardaki şık kutular bazen çok işe yarıyormuş!) ile çocukluğumun tozlu mahallesinde gidip geldiğim ve bana zaman kavramını unutturan harika bir yazıydı…
kutluyorum sizi saygımla...
ikiekmekbimaltepe
Selamlar. :)
Sercan.
ikiekmekbimaltepe
Selamlar. :)