- 7202 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
TÜRKİYE'MİZDE SABATAYCI -YAHUDİ-AVDETİ-DÖNMELER GERÇEĞİ......
İspanya’daki Yahudi soykırımında yakılan yahudi Milletine 1492 lerde Osmanlı Sultanı 2.Beyazıd Han kucak açmış,gemilerle Osmanlı topraklarına kabul etmiştir.
Yahudiler başta Selanik,Manisa,İzmir,İstanbul,İskenderun başta olmak üzere Ege şehirlerinde iskan edilmişlerdir.Osmanlı topraklarında azınlık olarak yaşıyan Yahudilerin yaşam tarzlarına müdahele edilmediği gibi hiç bir şekilde asimilasyona tabi tutulmamışlardır.
Yahudi vatandaşlarımız dini inançlarında özgür bırakılmışlar,ticaret faaliyetlerinde bulunmuşlar kısa zamanda zengin,varlıklı insanlar olarak Osmanlı tebeası olmuşlardır.Yahudi göçünün 500 cü yıldönümünde Türkiye Cumhuriyetine şükranlarını sunmuşlardır.
Osmanlı İmparatorluğu zamanında kimin ne olduğu ,ırkı,milliyeti biliniyordu.Gayri müslim vatandaşlarımız askere alınmıyor,önemli Devlet makamlarına getirilmiyordu.
Zamanla bu topraklarda yaşayan her millet birbirine karıştı,kimin has Türk kimin kim olduğu belirsiz oldu.Cumhuriyetin ilanından sonra herkes soyadı edindi,adı Türk,müslüman olan ama gerçekte arı Türk olmayan melez bir nesil türedi.
Babamla mal almak için 1980-1995 arası İstanbula Mahmutpaşa’ya giderdik bana alış veriş yaptığı insanların yarıdan fazlasının yahudi,Rum olduğunu söylediği zaman şaşırmıştım.Ticarethanelerinde Arapça hat yazıları vardı ve adları Türk-müslüman adıydı.
Rahmetli babam bunlara güven vermiş,uzun vadeli açık hesapla kendisine mal verdiklerini söylemişti.Cumartesi ve pazar günü bazılarının kapalı olacağını Kiliseye, Havraya ibadete gittiklerini söylemişti.
Mevzumuza konu olan Yahudiler içinde Sabetay Sevi adlı meşhur bir Hahamdan bahsetmek istiyorum.Burdan sonrası Ali Uğurun-İsrail kitabından ilgili başlıktan bir özettir.
***
Yahudilerin kutsal Mesih inancını kullanan Sabatay Sevi 1626 da İzmir’de Mordehay Sevinin oğlu olarak dünyaya gelmiştir.Yahudi hahamı olarak yetişmiş,
1648 de kırk sekiz yaşında iken kendisine gaipten haberler geldiğini söyleyerek kendisini yahudilerin Mesihi ilan etmiştir.
İstanbul-Selanik-Atina Mısır hattında mekik dokuyarak taraftar toplamıştır.Bektaşilerde ona mürit olmaya başlamışlar,Havrada Padişahın aleyhinde konuşmalar yaptığı tesbit edilmiştir.
Sabatay Sevi yakalanmış,İstanbulda gözetimde tutulmuş,sorgulamadan geçirilmiş,sorgu sonucunda idamına karar verilmiş,idam sırasında Mesihe yahudi Kutsal kitabına göre ok geçmez demişler tam kendisine ok atılacağı sırada Sabatay Sevi bir kurnazlık düşünerek İhtida ettiğini,müslüman olduğunu ileri sürmüştür.
Sabatay Sevi son anda ölümden dönmüş ve Aziz Mehmet adı ile kendisine Kapıcıbaşılık vazifesi deruhte edilmiştir.Sarık giyen,Devletten maaşlı olan Sabatay Sevi yine gizlice yahudilik faaliyetiyle beraber müritleri üzerinde otoritesini sürdürmüştür.
Sabatay Sevinin Nizamnamesinin 18 maddesi şöyledir:Namazı,orucu tutun,kurbanı keser gibi görünün,hergün Tevratı okuyun.Müslüman kız ve oğlanlarla asla nikah yapmayın.Adınızı müslüman adı olarak alın ve müslüman gibi görüntü verin,içinizde yahudiliği gizleyin..
Demiş ve bunlar aynen müritlerince asırlar boyu uygulanmıştır.
Osmanlıda o yıllarda İstanbul,İzmir,Edirne,Bursa,Antep,Ankara ve İskenderun’da çok sayıda avdeti adı verilen Sabataycı dönme yaşıyordu.1900 lerin başında Selanik şehrinin 100.000 olan nufusunun çoğunluğu Sabataycıydı diyebiliriz.
Hareket Ordusu 31 Mart Hadisesinde İstanbul’a gelmiş,Meşru Halifeyi hal etme cüretini kendinde bulmuştur.Hareket Ordusu Mahmut Şevket Paşa dahil tamamen Sabataycı Taburlardan oluşmaktaydı.
Osmanlının yıkılışında İttihat Terakkinin içine sızmış Sabetaycı Dönme kadrolar rol oynamışlardı.Osmanlıda Lale Devrinde Masonlar ilk Localarını açtılar.İlk müntesipleri Avdeti denilen Dönmelerdi.Dönmeler
basın,yayın,tiyatro,sinema,iktisat alanı,ticaret,borsayı tekellerine almışlardır.Rotary ve Lions Klüpleri ile iktisadi alanı ellerinde tutmaktadırlar.
Türkiye’de 1920 lerde sayıları 15.000 kadar olan Dönmeler zamanla artan nufusları ile tehdit oluşturmuşlardır.İlk Meclisde bunların ülkenin dört bir tarafına dağıtılması,sürgüne gönderilmeleri tartışılmıştır.’
Ali Uğur-İsrail..
***
1626’da İzmir’de yahudi bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Din adamı olarak yetiştirilen Sabetay Sevi, 39’uncu yaşının eşiğinde yoğun bir mistisizme saplandı.
Toplumu kurtarabilecek ilâhi bir güce sahip olduğunu söylemeye başladı ve 31 Mayıs 1665 tarihinde Mesih olduğunu ilân etti. Yahudi inancına göre Mesih (kurtarıcı), kendilerine bu günkü İsrail topraklarında bağımsız bir devlet kuracak ve dünyanın dört bir yayına dağılmış olan Yahudiler’i bir araya toplayacaktır.
Sabetay Sevi, haham olarak sinagoglarda ateşli konuşmalar yaptı ve taraftarlarının sayısını her gün arttırdı. Avrupa’dan Yemen’e, Kuzey Afrika’dan Anadolu’ya kadar geniş bir coğrafyada yaşayan insanlar arasında dalgalanmalar, kaynaşmalar oldu.
Bunun sonucunda heyecan kasırgası ile Yahudiliğin resmî tutumundan ayrı, yeni ve radikal bir akım doğdu.
Bu akım, Hristiyanlar arasında etkileşimlere, Müslümanlar arasında ise sert ve ciddî tartışmalara yol açtı. İnsanlar, Sabetay Sevi’ye tapmaya, sinagoglardaki konuşmalarından sonra taşkınlıklar yapmaya başladılar. Kimse, neler olabileceğini kestiremiyordu.
Sabetay Sevi, oluşmasına yol açtığı heyecan seline kapıldı. Taraftarlarıyla birlikte Osmanlı Devleti’nin başşehri Istanbul’a doğru yürüyüşe geçti. Bu olay üzerine Sevi tutuklandı ve yargılandı.
Sultan Dördüncü Mehmet, çok uzun süren yargılamayı perde arkasından takip etti. Yargılama sonunda Sabetay Sevi’nin önüne iki seçenek kondu: İddialarından vazgeçmezse öldürülecek, Müslümanlığı kabul ederse, hayatı bağışlanacaktır.
Sevi: "Bu can bu bedende olduğu sürece Müslüman’ım." der, Aziz Mehmet Efendi adını alır.
Taraftarlarının bazıları bu ihaneti kabullenmez ve intihar ederler. Çoğunluk ise Müslümanlığı kabul eder. Mesih, yâni kurtarıcı, kendisini kurtarabilmek için dinini değiştirmiştir.
Bir müddet sonra da taraftarları arısındaki intiharları durdurabilmek ve insanları kendisine çekebilmek için bir çıkış yapar: Cübbesinin içine bir kuş yerleştirerek topluluğunun huzuruna çıkar.
Burada cübbesinin önünü açarak sakladığı kuşu uçurur. "Can bedenden çıktı." Diyerek, eski dinine döndüğünü îma eder.
Sabetay Sevi ve yandaşlarına, dinlerinden döndükleri için, ’dönme’ veya ’avdeti’ denilir. Fakat onlar, İslâmiyet’i kabul ettiklerini söylemelerine, görünüşte Müslüman gibi hareket etmelerine rağmen, gerçekte Musevîliğe inanmaktadırlar.
Bu durum, yetkililerin gözünden kaçmaz. 1676 yılında Arnavutluk’a sürgüne gönderilirler ve Sabetay Sevi, aynı yıl Arnavutluk’ta ölür.
***
Osmanlı Paşası,Cevad Rıfat Atilhan merhum da Büyükdoğu Mecmuasının 26.ocak 1951 sayısında,sayfa 12.de yeralan -Şeni ve Deni manevra-isimli yazıda aşağıdaki şekilde Sabatay Sevi ve masonlardan bahsetmektedir.
’Evet; itiraf etmelidir ki bizde irticaında,ırkçılığında hususi bir zümre elinde,en bayağı,en adi ve en iğrenç tipleri ve teşkilatı,uzun senelerden beri pervasız bir faaliyet halindedir.
Milletimizin yüksek necabeti ve alicenaplığıyla,müslümanlığın müsamaha faziletini suistimal eden bazı asaletsizler,bize bu iki ölçünün en çirkin ve necabetsiz tezahürlerini göstermekte,ekmeğimizi yemekte,sayemizde ve süngülerimizin himayesinde lordlar gibi yaşamaktadırlar.Bunlar daima bize yabancı ve uzaktırlar.
En büyük memurlukları,bütün ticaret,sanayi ve iş sahasını igal ettikleri halde;kendilerinden en küçük bir yakınlık ve dostluk,tarih boyunca görülmüş değildir.Bunlar dönmelerdir.
Bizim yüksek müsamahamız,daha doğrusu kayıtsızlığımız sayesinde bu koyu ırkçı insanlar(Türkçülük yüzlerindeki maskedir.)mağaza ve tezgahlarında bir tek Türk çocuğuna kuru bir ekmek parası dahi kazandırmazlar.
Kendilerinden bir kızın bir Türk çocuğuyla evlenmesini hazmedemiyecek ve bunu utanmadan,velvelerle ilan edecek kadar su katılmamış ırkçılardır.
Bizden kız alıp vermedikleri ,bizimle alış veriş yapmadıkları,bizimle dostluk temas etmedikleri ,müslümanız demelerine rağmen ölülerini bile bizim mezarlığımıza gömeyecek kadar taassup gösterdikleri halde,acaba kötü ve menfi manasıyla ırkçılık onların ölçüleri midir,bizim mi?’C.R.ATİLHAN.-Büyükdoğu Mecmuası.
Hatırlamayanlara ben hatırlatayım!Sabetaylar 1 Ocak’tan, Mart 22’ye, yani baharın birinci gününe kadar asla kuzu eti yemezler. Her eti yerler kuzu eti yemezler.
Kuzu 22 Mart’ta özel merasimle yenir. O güne kuzu bayramı denilir.22 Mart akşamı Kadınlar iyi giyinmiş ve süslenmiş oldukları halde sofra hizmetinde bulunurlar.
İkisi erkek ikisi kadın olmak şartı ile evli dört kişinin bulunması şarttır. Bu çiftlerin sayısı arttırılabilir.
Yemekten sonra biraz eğlenilir ve muayyen zamanda ışıklar söndürülerek karanlıkta kalınır...
Orada herkes birbirinin karısıyla zina eder. (İstanbul’da bir başka yerde ise Katılanlar arabalarının ve evlerinin anahtarlarını masaya bırakırlar.Herkes aldığı arabadaki kadınla onun evine giderek yatar.)Kendi eşiyle ilişki yasaktır.O geceden doğacak çocuklara bir nevi kutsiyet atfedilir. Ona ’Dört Gönül Bayramı’ adı verilir.
(Gövsa, Sabatay Sevi, S. 69)
***
Yeni İstanbul Gazetesi başmuharrirlerinden M.Nermi namlı zat,Almanyadan gönderdiği 2-3 Haziran 1934 sayılı Vakit Gazetesinde çıkan makalede şunları yazmıştır,bir kısmını aldım.
’Türkler beraber yaşadıkları unsurlara karşı öteden beri en küçük bir düşmanlık göstermemiş,onları yalnızca erkekçe korumuştur.Bu hususta Türkün ikinci bir eşine ratlanmaz.
Biz henüz temsil edilmemiş Yahudilerin yarın bizim için faydalı birer unsur olacağını zannediyoruz...Öyle zannediyorum ki,eğer mümkün olursa,Yahudileri temsil etmek,Türkleştirmek bir mucize olacaktır.
Çünkü,kendilerini İspanyol afetinden kurtardığımız halde yahudiler,asırlardan sonra dahi dilimizi(Osmanlı Devlet dilini) öğrenmemişlerdir.
Dünya Savaşında Filistin rüyasını gerçekleştirmek için,Çanakkaleye Osmanlı ile savaşmak maksadıyla binlerce gönüllü göndermişlerdir.
Balkan Savaşlarında Türk toprakları işgal edilirken,Türk bayrağına ihanet etmişlerdir.T.Hertzelin Türklük aleyhine dünya yahudiliğinde yaptığı tahribat hiç de ehemmiyetsiz değildir.’Vakit-2.3 haziran M.Nermi.
***
’Endülüs, Müslüman fatihlerin İspanya’ya verdikleri isimdir. İspanya, 711’den itibaren Müslümanların hakimiyetine girmiş, zaman içinde coğrafi sınırları daralmakla birlikte, sekiz asır boyunca İslam ülkesi olarak kalmış, bu süreçte tüm Avrupa’ya ilmin ışığını saçmıştır.
O kadar ki, Avrupalı kralların çocukları Endülüs üniversitelerinde eğitim görürdü.
Avrupa’da papazlar dışında okuma yazma bilen insan bulmak neredeyse imkânsızken, Endülüs’te eğitim faaliyetleri en üst noktaya çıkıyor, halkın neredeyse tümü okuma-yazma biliyordu.
Ekonomisi mükemmeldi. Mimarisi örnek alınacak üstünlükteydi. Ayrıca devletin başkenti Kurtuba (Cordova) bir diplomasi merkezi haline gelmiş, sağlanan hoşgörü ortamı sayesinde cami, kilise ve havra kavgasız-gürültüsüz biçimde yan yana yaşamaya başlamıştı.
Özet olarak Endülüs, Avrupa’nın en güçlü, en seçkin, en zengin devletiydi. Fakat zamanla zayıfladı. Dış saldırılara eklenen iç ihtilaflar yüzünden kendi içine büzüldü. Sonra da çözülüp dağılma sürecine girdi.
“Tevaif-i Mülük Dönemi” (1031-1090), “Murabıtlar ve Muvahhidler Dönemi” (1090 - 1228) derken, Hıristiyan İspanya, Endülüs toprakları üzerinde hızlı bir işgal hareketi başlattı.
Kendilerini savunacak gücü kaybeden Endülüs güneydeki Gırnata, Malaga ve Meriyye dışındaki toprakları kaybetti.
1231 yılında Nasriler Sülalesi elde kalan topraklarda bağımsızlıklarını ilan ettiler. Böylece “Gırnata Sultanlığı”, (1231-1492) doğdu ve yürüttüğü usta siyaset sayesinde iki buçuk asır ayakta kalmayı başardı.
Gerek İslam gerekse dünya mimarisinin en gözde eserlerinden biri olan Elhamra Sarayı işte bu dönemde inşa edildi.
1490 senesinde Hıristiyan orduları tarafından kuşatılan Gırnata, 1492’de yapılan bir anlaşma ile Müslümanların dini ve medeni hakları garanti altına alınması şartı ile teslim oldu.
Böylece, İspanya’da sekiz asırdır devam eden İslam hakimiyeti son buldu.
Basiretsiz yönetimi yüzünden ülkesini İspanyollara teslim etmek zorunda kalan son Gırnata Sultanı Ebu Abdullah, gözyaşları arasında İspanya’dan uzaklaşırken ağlıyordu. Bunu gören annesi şöyle azarlamaktan kendini alamadı:
“Ağla alçak ağla! Erkek gibi vatanını savunamayana kadın gibi ağlamak yaraşır.”
Sonuç olarak Gırnata Sultanlığı yıkıldı. İspanya’nın Katolik KralıFerdinand ile Kraliçeİzabella, Müslümanlarla daha önce yapmış oldukları anlaşmayı hiçe sayarak Müslümanların zorla Hıristiyanlaştırılmasına karar verdiler.
Bir cinnet dönemi açılmıştı: Müslümanları kapalı mekânlara doldurarak üzerlerine vaftiz suyu serpiyor, sonra da Hıristiyan oldukları ilan ediliyordu.
Kur’an-ı Kerim ve diğer Arapça eserler toplatıldı, kütüphaneler boşaltıldı, yahut yakıldı, Müslümanların öteden beri giydiğigeleneksel kıyafetler yasaklandı.
Çocuklarına Arapça öğreten herkes cezalandırıldı. Camiler kiliseye çevrildi. Karşı gelenler Engizisyon Mahkemeleri’ne sevkedildiler.
(Kimi İspanyol kaynaklarına göre, Engizisyon, en az üç bin Müslümanın kazığa oturtularak, ya da yakılarak öldürülmesine hükmetti) Kalanını da 1609 yılı itibariyle sınır dışına çıkardı. (BU YAPILANLAR SİZE DE TANIDIK GELDİ Mİ)Öte yandan, aynı topraklarda Yahudiler de kendi dramlarını yaşıyorlardı.
Egice Başpiskoposu’nun çalışmalarıyla başlatılan Yahudi aleyhtarlığı, (1391) çok sayıda Hıristiyan papazın da destek vermesiyle yayılmıştı.
Yahudiler varlıklarını sürdürebilmek için Hıristiyanlığı kabul etmiş görünerek inançlarını gizi yaşıyorlardı. Bir süre sonra papazlar, kendilerine “Marrano” (dönme) dedikleri Yahudi asıllıların Hıristiyanlıklarından şüphe etmeye başladılar.
1464 yılında devlet ile kilise bir araya gelerek Yahudi asıllı Hıristiyanların gerçekten Hıristiyanlığı kabul edip etmediklerini test etmeye karar verdi. Bu amaçla üç kişilik bir engizisyon heyeti oluşturuldu ve mahkemeler kuruldu. Çok sayıda Yahudi ağır şekilde cezalandırıldı.
O dönemde baş engizitör olarak tayin edilen Thomas de Toquemada’nın kararıyla pek çok Yahudi yakıldı. En son Kraliçe İsabella’nın kararıyla 31 Mart 1492 tarihinde bütün Yahudilerin İspanya’yı terk etmelerini isteyen bir ferman çıkarıldı.
Aynı yılın Mayıs ayında yürürlüğe sokulan ferman ülkedeki bütün Yahudilerin 2 Ağustos 1492 tarihine kadar İspanya’yı terk etmelerini istiyordu.
İşte bu Yahudiler kendilerine yeni bir yurt bulabilmek için birçok Avrupa ülkesinin kapısını çaldılar, ama kapılar suratlarına kapandı.
Sadece Osmanlı Devleti çaresiz kalan Yahudilere kapılarını açtı. İspanya’dan sürgün edilen Yahudilerin 150 bin kadarı ilk etapta Osmanlı Devleti’ne getirildi. Diğerlerinin de önemli bir kısmı Polonya ve Rusya yoluyla Osmanlı topraklarına sığındılar.
Kendilerine “Sefarad” adı verilen bu Yahudilerin büyük çoğunluğu Selanik ve İstanbul’a yerleştirildiler. Göç olayının yaşandığı sırada Osmanlı Padişahı olan Sultan II. Bayezid Yahudilerin iyi karşılanmaları için bütün illere emirnameler göndermiş, hatta bunlara zarar verenlerin idamla cezalandırılacaklarını duyurmuştu.
Yavuz Bahadıroğlu
***
ROBERT KOLEJ’DEN BOĞAZİÇİ ÜNİVERSİTESİ’NE, KİMLER MEZUN OLMUŞ?
Misyoner Okullarından Mezun Olup, Ülkenin Yönetiminde ve Ekonomisinde Söz Sahibi Olan,
Devletin Bürokrasisini Ele Geçiren, Saklı Seçilmişler, Azgın Azınlıklar, Beyaz Türkler, Sabetayist Yahudiler ve diğerleri...
Cumhuriyet Kurulduğunda Anadolu İnsanının Değerlerinden Uzak, Bu Topraklara Yabancı, İslam’a, Osmanlı’ya, Ecdada Bu Kadar Düşman Nasıl Ortaya Çıktı?
“Robert Kolej, Türklere karşı kurulmuş bir misyoner ocağıdır. Kolej, görünürde New Yorklu, Fransız Protestan tüccar Rochelle ailesi üyelerinden Christopher Robert tarafından kurulur. Robert aynı zamanda Amerikan Misyonerler Kurulu’nun sayman üyesidir. Görüntüde Robert var ise de gerçekte arkasındaki güç, Robert’in de üye olduğu misyonerler teşkilatıdır.
Türk halkının yeni bir hayat ve eğitim tarzıyla tanıştırmak istiyordu.” “Fransız ve Roma Katolik kiliseleri politik ve dinî propaganda amaçlı pek çok okul açmışlardı. Benzer Okullar Osmanlı topraklarında da açılmıştı. Varlıklı birçok aileyi Paris’e gönderme konusunda ikna ettiler. Aslında hikaye belirtildiği üzere 1583’te başlamıştı. 19. asrın sonralarına, 20’nci’ asrında başlarına gelindiğinde işin rengi çoktan değişmiş, Müslüman devşirmeler Osmanlı’nın her yerini sarmıştır.
Bu okulun öğrencilerinin büyük çoğunluğu, Balkanlar da yaşayan Hıristiyanlar ile İstanbullu Rum ve Ermeni ailelerinin çocuklarından oluşmaktadır. Okuldan, 1863’te açılışından itibaren, ilk 40 sene içinde mezun olan 436 kişinin 195’i Bulgar, 144’ü Ermeni, 76’sı Rum, 14’ü İngiliz, 3’ü Alman ve sadece 1’i Türk’tür.
Bulgar isyanlarına, bu okuldan mezun gençlerin liderlik ettiği bilinmektedir. Okulun kurucu Başkanı Cyrus Hamlin’dir. İkinci Başkanı ise George Wasburn’dur. "O ’Türk’ talebe ise Hulusi Hüseyin Efendi adlı kişidir. Bu ilk mezun ’Türk’ ise aynı okulda muallimlik yapar."
Robert Koleji’nin kuruluş amacıyla ilgili, Yeni İstiklal Gazetesi’nin (1950’li yıllarda) 238’inci sayısında, "Bulgaristan’ı Kimler Kurdu? Robert Koleji’nin İç Yüzü’ isimli makale yayınlanır. Bazı kesitler şöyledir..."Dört Amerikalı papaz, 1860 tarihinde (sırf Türkiye’ye karşı bir Bulgar isyanı hazırlamak kastı ile) işe başlamışlar.
Bu mektebin ilk talebelerinden P. M. Mateef diyor ki:" Dr. S. Hamlin, Müslümanlık nereden İstanbul’a girmişse. Hıristiyanlığın da oradan İstanbul’a girmesi için, Rumeli Hisarı’nın en yüksek kulesi üzerinde bir kolej kurmak istiyordu."
Gazete devamla şöyle yazıyordu: “Dr. George Washburn, "Türkiye’de Elli Sene" adlı kitabında da gayelerini saklamaya lüzum görmüyordu: "’Bulgarlar, elli sene evvel, garbı Avrupa tarihlerinden kaybolmuştu. Biz onları meydana çıkardık, garb âlemine tanıttık. Bulgar milletinin rehberleri olsunlar diye, Bulgar gençlerini terbiye ettik. Bu mektebe" Bulgar Koleji" ismi verilmemişti.
Bu mektep, gerek Osmanlı’da, gerekse Bulgaristan’da, Bulgarlığa ait bütün vak’aları idare etmiş, Bulgar milletinin menfaatlerine uygun olarak hareket etmekten çekinmemiştir. Bulgarlar bizim sayemizde İngilizleri, Amerikalıları elde etmeye muvaffak oldular ve bir Bulgaristan ortaya çıktı.” Papazlar, maksatlarına nail olduktan sonra, mektebe bir isim aramaya başlamışlar.
“Washburn diyor ki: "Türkleri kuşkulandırmamak için silik bir isim koymaya karar vermiştik. Bunun içindir ki, teşebbüsümüze yardım eden ve bize birçok para da bulan misyoner Dr. Robert’in ismini verdik. Mekteb, “Robert Kolej’i oldu. "Robert Kolej papazları, mektebin müdürlüğüne papaz Dr. Washburn’u, muavinliğine de papaz Dr. Long’u tâyin etmişlerdi.
Bunlar 1864 tarihinden itibaren, her sene 50 Bulgar gencini mektebe alıyorlar, bir ihtilâl grubu hazırlıyorlardı. Yedi-sekiz sene sonra mektepten çıkan Bulgar gençleri, Balkanlara dağılmışlardı.
Görüldüğü üzere, Rumelihisarı’nın seçilmesi boşuna değildir. Ayrıca isimde rastgele seçilmemiştir. Rumelihisarı’ndaki paha biçilemez alanın “Boğaziçi’ ismiyle değiştirilmesi de tesadüfen ortaya çıkmış bir hadise değildir. Zira bir asırlık tohum yeşermiş ve meyve vermiştir.
Artık “ABD misyonerliğî yerine, Türk görünümlü, Türkiye vatandaşı misyonerlerce işi götürmek daha gerçekçidir. Üstelik maddi ve talebe kaynağını da devlete sağlatarak yapmak akıllıca değil midir? Aradan geçen kırk yıl bu projenin de başarılı olduğunu göstermiştir.
“Misyonerlik faaliyeti dinî bir tebliğ faaliyetinin sınırlarının dışında; kültür yayılmacılığı, ekonomik ve sosyal etki ve nüfuz yayılmacılığı içindi. 1816’da Amerikan Board, Sandwich Adaları’ndaki yerlilerle ilgili raporunda amaçlarını; “dillerini İngilizce yapmak, alışkanlıklarını medenileştirmek, dinlerini Hıristiyanlaştırmak’ olarak açıklıyordu.”
Bu şeytani gayeleri bilen büyük Sultan Abdülhamid Han hazretleri, Rumelihisarı’nın üst tarafında kurulan Robert Koleji adlı misyoner yuvasının arsasının birinci kısmını 16 bin, ikinci kısmını ise 20 bin liraya Amerikalı Protestan misyonerlere satıp, vasiyet olarak da Eyüp Sultan’a gömülmek isteyen Ahmet Vefik Paşa’nın Eyüp Sultan’a defnine izin vermemiş ve “Protestanlara arsa satan adam, kıyamete dek onların çan sesini dinlesin” diyerek, sattığı arsanın hemen önündeki Rumelihisarı Mezarlığına gömülmesini emretmiştir.
“Tomas Fasulyeciyan gibi tiyatrocuları da himaye eden, pek çok taşın altından çıkan bu değersiz Paşa gibi Osmanlı’da baş belası pek çok kişi yetiş(tiril)miş, ne yazık ki devlet bunların ihanetleri yüzünden güçsüz düşmüştür.
’Kan kanı çeker’ derler. “Laikleşmiş Müslümanlar, bazı büyük Hıristiyan hasletlerini miras olarak aldılar. Bunu, açtıkları okullarla yaptılar. Sadece bununla değil, buradan Paris’e, Londra’ya, New York’a, Köln’e götürdükleri gençlerle yaptılar, halen de yapmaya devam ediyorlar.
Kabul edelim ki, çok da başarılılar. Bugün çocuğunu Batı’da okutmayı "şeref" sayan, acınacak halde olanların sayısı azımsanmayacak boyutlarda. Bunu bilen FETÖ de bu örnekleri kopyaladı. Açtığı okullar ve evlerde nasıl insan devşirileceği kitabını/yol haritasını hazırladı. Yani, Batı’nın/Hıristiyanların tecrübelerinden istifade etti.
Boğaziçi Üniversitesi’nin başına ise rektör olarak, eski bir Robert Kolejli olan Prof. Dr. Abdullah Kuran getirilir. Sonrası malumdur. Ağustos 2017’de bir toplantıda, Robert Koleji’nde görev yapan bir öğretmenle karşılaştık. Kendisine, “Robert Koleji’nin diğer okullardan farkı nedir?” şeklinde masum bir sual yönelttim.
Milli Eğitim denetiminde hiçbir farkı olmayan bir okul olduğunu söyledi. Bu bayağı cevap sonrasında suallerimizi artırdık. “Amerikalılar burada hayır faaliyeti mi yapıyor” dediğimiz de pişkince “Evet, başka ne olabilir ki” dedi. Ardından her söylenen için "şehir efsaneleri" demeye başladı. Kim bu kişi diye yaptığımız araştırmada, çok enteresan bir kişilik çıktı karşımıza. Bu kişi, bir haftasını havrada, bir haftasını kilisede, bir haftasını Müslüman muhitlerde geçiren, bir Hıristiyan hanımla evli, İslami çevrelerde ise "İslamcı" Olarak tanınan biri çıktı.
“Kasım Gülek, Bülent Ecevit, Talât Halman, Şirin Devrim, Engin Cezzar, Genco Erkal, Haldun Dormen, Nevra Şirvan, Tunç Yalman. Nüvit Düzdoğru, Meral Taygun, Refik Erduran, Sermet Çağan, Hüsnü Özyeğin, Nihat Berker,
İbrahim Betil, Nuri Çolakoğlu, Emre Eczacıbaşı, Şenes Erzik, Cem Kozlu, Ayşe Kulin, Ömer Madra, Nursuna Memecan, İpek Ongun, Soli Özel, Osman Ulagay, Neriman Ülsever, Cüneyt Ülsever, Gündüz Vassaf, Serdar Bilgili, Cem Boyner,
Halide Edip Adıvar, Agop Dilaçar, Zeki Alasya, Algan Hacaloğlu, Aslı Aydıntaşbaş, Betül Mardin, Behice Boran, Büşra Ersanlı, Celal Şengör, Cem Karaca, İsmail Cem İpekçi, Abidin Dino, Emre Gönensay, Ercan Arıklı, Ercüment Karacan,
Erkut Yücaoğlu, Etyen Mahçupyan, Feyyaz Berker, Gülriz Sururi, Halikarnas Balıkçısı, Halil Berkay, Roni Margulies, Mehmet Emin Karamehmet, Mihri Belli, Mina Urgan, Orhan Pamuk, Nafiz Can Paker, Perihan Mağden, Pınar Kür,
Rahmi Koç, Rahşan Ecevit, Halit Refîğ, Rüşdü Saracoğlu, Nedim Saban, Sevan Nişanyan, Suna Kıraç, Yıldırım Türker, Tansu Çiller, Ömer Koç, Özer Uçuran Çiller... gibi isimler Robert Koleji’nden mezundur."
Kaynak: Gülen Şeytanlar Tarihi "Pavlus’tan Sabetay Sevi’ye, Sion’dan Fetö’ye Kripto Fitnecilerin Tam Listesi", Kemal Özer, sayfa: 263 - 268
#NOT: Sabetayist Yahudilere söylenen şudur: "Onlara (Müslümanlara) benzeme, Onları kendine benzet". Bu Misyoner Okullarından mezun olanların hepsi, Selanikli bir hahamın oğlu olan, öldüğünde Fransa’nın Nice şehrinde Yahudi mezarlığına gömülen, Kemalizmin ideologu olan, Moïse Cohen (Munis Tekinalp)ın ürettiği sloganı atıyorlar...
Alıntı
***
TÜRKİYEDE MİLİTAN SABATAYCILAR..
’Osmanlı İmparatorluğu’nun Adriyatik sahillerindeki küçük Ülgün şehrinde, sürgün edilmiş yalnız bir adam olarak 1676’da ölen ve bugün mezarı bile bilinmeyen İzmirli Sabatay Sevi, modern Türkiye’ye dolaylı olarak damgasını vurmuş önemli bir tarihî şahsiyettir.
Çünkü onun doktrinine bağlı olan iki kimlikli Yahudi Türkler, yahut Sabataycılar, yahut da Selânik Dönmeleri, 1908 İkinci Meşrutiyet inkılabından bu yana ülkemizde gizli, esrarlı, güçlü bir saltanat kurmuşlar ve iradelerini nice önemli kuruma hâkim kılmışlardır.
Türkiye’deki militan, fanatik, hırslı, zorlamacı, direten, dediğim dedik zihniyetli Sabataycıların sayısı kaç kişidir? Bence onlar beş bin kişi kadardır. Kelle sayısı itibarıyla az olan bu grup tahsil, kültür, nüfuz, güç, vasıf, tesir bakımından büyük bir ağırlığa sahiptir.
Bunların çoğu Amerikan ve Avrupa üniversitelerinde okumuş, birkaç yabancı dil bilen, şehir kültür ve görgüsüne sahip, zeki, kurnaz, (en geniş mânâsıyla) politikacı vatandaşlardır. "Büyük satranç" oyununda onlarla başetmek kolay değildir.
Bugünkü dünyada medya birinci güç haline gelmiştir. Bizde Sabataycılar medyanın hemen hemen yarısına, doğrudan doğruya veya dolaylı olarak hakimdirler.
Televizyondan önce de sinema ve film sektöründe tekel kurmuşlardı. Üniversitelerde, büyük hukuk kuruluşlarında, dev finans ve iktisat teşekküllerinde, topluma yön veren önemli mevkilerde, hariciyede ve daha nice önemli ve hayatî kurumlarda köşebaşlarını tutmuşlardır.
Birkaç bin Sabataycı ülkenin yağını, balını, kaymağını yemekte; çok lüks, çok rahat, çok şaşaalı bir hayat sürmektedir. Gazete ve televizyonlarında siyasî iktidarlara akıl hocalığı yapan, İslâm’la ve dindar Müslümanlarla savaşan bir Sabataycının, İngiliz bayrağı taşıyan ve milyonlarca dolar kıymete sahip bulunan lüks ve şahane bir yatı vardır.
Amerika’da, Boğaziçi’nde, başka yerlerde her biri milyonlarca dolar eden villaları, kâşâneleri, mülkleri vardır.
Geçim sıkıntısı çeken, evlâtlarını okutmakta zorlanan bir tek militan Sabataycı göremezsiniz. Hepsinin tuzları kurudur.
Militan Sabataycılar bu ülkeyi, bu halkı, bu devleti severler mi? Elbette kendilerine göre severler. Bir mandracının ineklerini ve mandrasını sevdiği gibi severler.
Ünlü bir Sabataycı bir bankayı ele geçirdi, onun dibini delerek bir katrilyona yakın parayı hortumladı. Türkiye’yi; bu ülkeyi, bu milleti, bu halkı gerektiği gibi ve hakkıyla sevmiş olsaydı böyle yapabilir miydi?
Militan Sabataycılar 70’li yıllarda başlayan islâmî hareketi kendileri için büyük bir tehlike olarak gördüler ve tedbirlerini aldılar.
Bin türlü entrika ile İslâmcıların içine ajanlar ve casuslar sokarak, bir takım ahlâksız ve karaktersiz adamları manipüle ederek islâmî hareketi kirlettirdiler, çürüttüler; Sabataycı güce alternatif olmaktan çıkarttılar.
İslâmî hareketi bitirdikten sonra şimdi Milliyetçi ve Türkçü hareketi çürütmek için sinsî planlar tatbik ediyorlar.Sabataycıların en güçlü tarafı bilinmemeleri, gizlilikleriydi.
Birkaç aydan beri bu bilinmezlik, gizlilik, esrar perdesi aralanmaya başlamıştır. Bundan dolayı çok ama çok tedirgindirler.
Sahte, iğreti bir Türk kimliği ile İslâm, Şeriat, dindar kesime düşmanlık yapmak oldukça kolaydır ama gerçek kimliklerinin Yahudilik olduğu anlaşılınca işleri zorlaşacak, büyük bir muhalefetle karşılaşacaklardır.
Ülkemizdeki birkaç bin militan Sabataycının bu kadar güçlü olmasının ana sebeplerinden biri de, ülkede çoğunluğu teşkil eden Müslümanların kırsal kesim, gecekondu, varoş, köylü, taşra zihniyet ve kültürüne sahip olmasıdır.
Sabataycıların derin devlet üzerindeki tesir ve nüfuzları ne kadardır? Bu hususta kesin bir söz söyleyecek, hüküm verecek durumda değilim.Sabataycılar ülkemizdeki statükonun devam etmesini istiyorlar mı?
Bundan en ufak bir şüphe yoktur.Ülkemizde tam bir demokrasinin olmasını, hukukun üstünlüğü sisteminin uygulanmasını, temel insan hak ve hürriyetlerine hürmet ve riayet edilmesini samimî olarak istiyorlar mı? Onlar bunları asla istemezler.
Sabataycılar Müslümanların arasına sızmışlar, ajanlar sokmuşlar mıdır? Elbette sızmışlardır. Büyük Bektaşî dedelerinden biri Sabataycı idi. Melamilerin bozuk kolu Sabataycılar tarafından idare edilmektedir.
Mevlevî tarikatına da girmişlerdir. Hakikî Mevlevileri tenzih ederim ama, şu anda rakı içen, karı ve kızlara erkeklerle birlikte sema yaptıran adamlar vardır.
Militan Sabataycılar evrensel ahlâk prensiplerine uyarlar mı? Maalesef uymazlar, son banka rezaleti bu konuda ibret verici bir örnektir.
Kendi içlerinde, kendi vakıf ve müesseselerinde bile büyük yolsuzluklar, hortumlamalar olmaktadır. Çoğunun dini imanı paradır.
Sabataycılık konusunu işlediğim, bu iki kimlikli cemaati açığa çıkartmak istediğim için birtakım yazarlar beni engizisyonculukla, din mahkemesi kurmakla, ortaçağ kafalı olmakla suçluyorlar.
Bunlar boş telâşlar ve iftiralardır. Gizli olan bir cemaate ışık tutmak, iki kimlikli ve çok güçlü bir lobiden bahsetmek ne ahlâken, ne de kanunen suçtur.
Onlar benim dinime, şeriatıma, mensubu bulunduğum dindar kitleye savaş açacaklar, hakaretler ve tehditler yağdıracaklar; onların yüzünden on milyonlarca Müslüman vatandaş bu memlekette korku ve güvensizlik içinde titreyecek, bir sürü baskı ve zulüm yapılacak; onbeş yaşındaki başörtülü bir kız çocuğu kırk günden fazla zindanda tutulacak ve ben bu adamları açığa çıkartmak için çalışırsam yaptığım engizisyon olacak... Yağma yok!
Mehmet Şevket Eygi-Gazeteci yazar
***
SOYADI KANUNU iLE iÇiMiZDE } {GiZLENMİŞ, iKi KiMLiKLi SABETAYCILAR
Sabataycıların Temel Prensiplerinden Biri de: #Onlara_BENZEME } #ONLARI_Kendine_BENZET }
Doğruyu #Gördüğü #Öğrendiği Halde #Düşüncelerini Değiştirmeyenler #Cahillikleriyle Mutluymuş Gibi Yaşarlar,,,!
Sabetaylar, Musevi Değiller,,, Sabetaylar, Museviler İçinde Sapkın Bir Mezhep. Sabetay Sevi, Kabala Referanslı Yeni Bir #DiN Oluşturdu Ve O Dinin İlahı Olarak Kendisini İlan Etti. Sabetaylık Nedir Doğru Bilirsek Sanırım Daha Doğru Yorum Yapar ve Daha Isabetli İthamlarda Bulunuruz,,,!
İzmirli Sahte Mesih #SabataySEVi’nin (1626-1676) Dinine Dağlı Olan Yahudilere Sabataist, Selanik Dönmeleri, Avdeti Denilmektedir. Bunların Iki Kimlikleri Vardır. Hüviyet Kartlarında Türk ve Müslüman Oldukları Yazılıdır. Bu Bir Aldatmacadan İbarettir. Asıl Kimlikleri Yahudi-Sabataist Kimliğidir,,,!
#LOZANantlaşmasına Göre, #Türkiye’de Yaşayan Rumların Yunanistan’a Orada Yaşayan Türklerin de Türkiye’ye Gönderileceği Maddesi Konulmuştu. Sadece İstanbul Rumları ile Batı Trakya Müslümanları bu Mübadeleden Muaf Tutulmuştu,,,!
#Osmanlılar Zamanında Selanik Dünyanın En Büyük Yahudi Şehriydi. Oradaki Yahudilerin Bir Kısmı Açık Musevî, Diğer Kısmı İse Sabataist idi. Bunlar, Balkan Harbinden Sonra Selanik Yunanistan’ın Eline Geçtikten Sonra da Orada Kalmışlardı,,,!
Selanik Sabataistleri Zengin, Okumuş, Güçlü Bir Cemaatti, Mübadele Maddesi Mucibince Türkiye’ye Göç Etmek İstemediler. Yunan Hükümetine ve Meclisine Dilekçe Vererek "Biz Her ne Kadar Zâhiren Türk ve Müslüman Gibi Görünüyorsak da, Aslında Yahudiyiz, Binaenaleyh Mübâdeleye Tâbi Tutulmamamız, Yunanistan’da Bırakılmamız Gerekir" Dediler.
Yahudileri Sevmeyen Yunan Makamları Bu İsteği Kabul Etmedi ve Onları da Türkiye’ye Gönderdi. Bu Mübadele Sabataistlerin Kurtuluşuna Vesile Olmuştur. Çünkü İkinci Dünya Savaşı Sırasında #NaziAlmanya’sı #Yunanistan’ı İstilâ Etmiş, Yahudileri Toplama Kamplarına Göndermiştir. Sabataistler Orada Kalsaydılar Yok Olacaklardı,,,!
#1924Türkiye’si Birinci Dünya Savaşından ve #MilliMücadele’den Yorgun Çıkmıştı.Ülkenin En Değerli Evlatları Savaşlarda Kaybolmuştu. Selânik Dönmelerinin İçinde Avrupa Ulkelerinde Yüksek Tahsil Yapmış Kültürlü, İşbilen, Başarılı İnsanlar Bulunuyordu. Bunlar Boşlukları Doldurmuşlar ve #CumhuriyetTürkiyesinde Büyük Rol Oynamışlardır,,,!
Sabataycıların Bir Türk-Müslüman İsimleri, Bir de Kendi Aralarında Yahudi Isimleri Vardır. Sabataycıların Gizli Bir Hahambaşları, Gizli Sinagogları { Havraları } ve Kendilerine Ait {#BülbülderesiMezarlıkları } Vardır. Ölülerini, Mason Sembolleriyle Süslenmiş, Yunan Kiliselerini Andıran Teşvikiye Camisinden Kaldırırlar. Sabataycılığın Birinci Prensibi Gizliliktir. Gerek #TürkiyeMusevileri Hahambaşılığı, Gerekse #İsrailHahambaşılığı Sabataistleri Yahudi Olarak Kabul Etmemektedir. Sabataycılar Kendi Aralarında Üç Kola Ayrılmışlardır,,,;
1- Kapancılar veya Kapani’ler2- Karakaş’lar3- Yakubi’ler
Sabatayistler { Görünürde } Senden Daha Müslüman, Senden Daha Türk, Senden Daha Kürt, Senden Daha Milliyetçi Gibi Görünürler. Bunlar Devletimizde Bugün Eniyi Yerlerde Bulunup, Pakraduniler (Ermeni Yahudidileri) ile Birlikte 5.5 Milyon Civarında Olduğu Tahmin Ediliyor,,,!
1920’li Yıllarda Türkiye Basınında Sabataycılar Hakkında Hayli Yayın Yapılmıştır. 1930’dan Sonra Matbuat { BASIN }, Rejim Tarafından Gemlenmiş, Bu Gibi Münakaşalar da Son Bulmuştur. 1950’den Sonra İslâmî Gazete Ve Dergilerde Sabetaycılar Hakkında Yine Yayınlar Başlamış, Bu Mevzuda Hayli Makale, Polemik Yazısı Kaleme Alınmıştır. Çünkü "O" Devirde Gazetecilik Yapan Necip Fazıl, Eşref Edib, Cevat Rıfat Gibi Şahsiyetlerin Kültürü Sabataycılığın Mahiyeti, Önemi, Türkiye’nin Gidişatı Üzerinde Tesir ve Gücünü Anlayacak Seviyedeydi.
1970’lerden, 80’lerden Sonra Sabataistler Hakkındaki Yayınlar Kesildi. Çünkü Müslüman Kesim Gittikçe Köylüleşiyor, Bir Gecekondu Kültürüne Doğru Yöneliyordu,,,!
1990’1arda Sabataizm Konusu Cılız da Olsa Yine Tazelenmeye, Eşelenmeye Başladı. Bunda, Sabataist Olan Araştırmacı Ilgaz Zorlu’nun Büyük Emeği Olmuştur. Bu Zat, Sabataistlerin Kendilerinden Bahsetmemek, Gizli Kalmakta Diretmek Prensiplerine İsyan etmiş, Mensubu Bulunduğu Esrarlı Cemaat Hakkında Yaptığı İlmî Ve Tarihî Araştırmaları Dergilerde Yayınlanmıştır.
Sabatay Sevi ve Dönmelikle İlgili Gizli Arşivlerin Belgelerin Büyük Kısmı Şu Anda İsrail’de Bulunmaktadır ve İsrail Makamları, Araştırmacılara Bu Bilgileri Serbestçe Vermemektedir. Zaten Şu Anda Gösterilse Bile Fazla Kıymeti Olmaz. Çünkü Bunlar Bizde Uzmanı Bulunmayan İbrani ve Ladino Lisanlarıyla Kaleme Alınmıştır. Öncelikle İbraniceyi, Kadıköyü, Yiddişçeyi iyi Bilen, Bu Dillerle Yazılmış Eski Belgeleri Okuyup Anlayabilen Uzmanlara İhtiyacımız Vardır.
Kaynak: Yahudi Türkler Yahut Sabetaycılar, #MehmetŞevkiEygi
NOT: Türkiye Cumhuriyeti’nin İşgalci İsrailDevleti’ni Tanıması Adına 24/3/1949 Tarihli Bakanlar Kurulunda Alınan Kararın Altında Imzası Bulunan 16 Bakanlar Kurulu Üyesinden 11 Tanesi Sabetay Akrabalık Zinciri Bulunan isimler,,,!
***
SABATAYCILARDAN ŞUNU İSTİYORUZ:
1. İki kimlikli olmaktan vazgeçmelerini istiyoruz. Müslüman olmadıkları halde Müslüman görünmeleri bizim hukukumuza bir tecavüzdür. Yahudiliklerini açıkça ilan etsinler.
2. İslâm’a, Müslümanlara açmış oldukları gayr-i meşru savaşı durdurmalarını istiyoruz.
3. Türkiye’yi ülke, halk ve devlet olarak samimî bir şekilde sevmelerini ve korumalarını, yücelmesi için çalışmalarını istiyoruz.
4. Çok küçük bir azınlık olmalarına rağmen ülkeyi ve delveti tekellerine almak, kendi cemaat iradelerini millî iradenin üzerinde görmek, tarihî devamlılığa ters düşen bir tarihî ârızanın sürmesi için çalışmak, millî kimliği erozyona uğratmak, ülke üzerinde gizli bir saltanat ve hükümranlık kurmak gibi emellerden vazgeçmelerini istiyoruz.
Büyük ölçüde onların hırsları yüzünden bu ülkede on milyonlarca Müslüman çoğunluk hürriyetsizlik, güvensizlik, baskı, korku, eziyet, zulüm içinde yaşıyor. Bu hal böyle devam edemez.
Her kemâlin bir zevâli vardır. 1924 mübadelesine kadar ülkemizde milyonlarca Rum yaşıyordu. Yanlış ata oynadıkları için bu topraklarda varolma hakkını yitirdiler. İyonya ve Pontus Rumları Türkleri, Müslümanları, Osmanlı Devleti’ni desteklemiş olsalardı, işgalci Yunan kuvvetlerine Türklerle ve Müslümanlarla birlikte karşı çıkmış olsalardı; İzmir metropoliti Hrisostomos işgal kuvvetlerini takdis etmemiş olsaydı onlar Türkiye’de var olacaklardı. Tarihten ibret almak gerekir.’
Mehmet Şevket Eygi-Gazeteci yazar
***
’’Türkiye’deki Gizli Yahudiler..
Kaçınız Tansu Çiller, Rahşan Ecevit, İsmail Cem gibi bazı siyasilerin, Çevik Bir, Aytaç Yalman gibi bazı generallerin, Kemal Gürüz, Nur Serter gibi bazı üniversite yöneticilerinin, Eczacıbaşı, Dinçkök ve Şahenk gibi bazı işadamlarının, Dinç Bilgin gibi bazı medya patronlarının ve bir çok dışişleri bakan ve bürokratlarının, MİT müsteşarlarının, mason üstad-ı azamlarının, sosyetenin önemli bir bölümünün Müslüman kimlikli Yahudi asıllı bir guruba mensup olduğunu biliyorsunuz? Kaçınız ülkenin Müslüman kimlikli bir Yahudi mezhebi olan sabetayistlerin kontrolünde olduğunu biliyorsunuz?
Araştırmacılar tarafından ortaya konulan bazı siyasetçiler ve eşlerinin, dışişleri bakanlarının, generallerin, MİT müsteşarlarının, mason maşrık-ı azamlarının, üniversite rektörlerinin, gazetecilerin, işadamlarının sabetaycı (Müslüman kimlikli Yahudi) oldukları doğru mudur? Ortaya konulan bu yapılanma devletimiz tarafından araştırılmış mıdır?
Türkiye’de derin devletin gerçekte sabetaycılar olduğu araştırılmış mıdır? Derin devleti oluşturduğu söylenen Sabetaycı gurubun yurtdışındaki Musevi lobilerin bir uzantısı olarak çalışması ve neticede Türkiye’nin " İsrail’in rezerv devleti " olarak görülmesi milli egemenlik ilkesiyle ne kadar örtüşmektedir?
Büyük çoğunlukla kendilerinden olan insanlarla evlenen, isim ve soyadlarını Yahudi isimlere benzeterek alan ve Yahudi geleneklerini sürdüren sabetaycıların “ benzeme-benzet ” ilkeleri gereğince Türk kültürünü yabancılaştırmaya ve dezislamize etmeye çalıştıkları doğru mudur?
Bu kapsamda söz konusu araştırmacıların verdiği örnekler devletimiz tarafından araştırılmış mıdır?Türk kimliğinin neresinde olursanız olun vatandaşlık sorumluluğunuz adına Türkiye’deki sabetaycı yapılanma hakkında kendinizi ve yakın çevrenizi bilinçlendiriniz, fiyat-kalite eşitleri arasında sabetaycıların ürünlerini tercih etmeyerek tavır alınız.
Ne Yapmalı? Sabetaycılık ve sabetaycı yapılanma konusunun halk tarafından öğrenilmesi için mevcut kitapların ve bizim bilinçlendirme çalışmalarımızın ötesinde medyada sabetayistlere açık sorular yöneltilmesi gerekmektedir.
Protestan bir islamı savunan Can Paker’e, anti-islamcı Coşkun Kırca’ya, 28 Şubatçı Çevik Bir’e, Ayasofya’da konser düzenleyen Şakir Eczacıbaşı’ya, laiklik kisvesiyle anti-islamcılık yapan Kemal Gürüz’e ve diğer sabetaycılara, gerek basın gerek televizyon yayınlarında bu görüşleri savunuyor olmalarının sebebinin Yahudi köklerinden kaynaklanıp kaynaklanmadığı sorulmalıdır.
Ki halk da bunları duyarak aydınlansın. Her Türk vatandaşı ülkemizdeki sabetaycı yapılanmayı derinliğine öğrenmedikçe Türkiye mutlu ve başarılı insanların özgür iradelerince yaşadığı adil bir ülke olamayacaktır.
Sabetaycı yapılanma, halk tarafından öğrenildiği ölçüde gücünü yitirebilir ve ülke demokratikleşebilir.Arı Grubunun sabetaycı Sinan Ülgen’in editörlüğünde çıkardığı ve Türk dış politikasını yönlendirmede bir kanaat aracı olarak kullanılan Turkish Policy Quarterly dergisinin danışma kurulu üyelerinin dörtte üçü Amerikalı Yahudiler ve Türkiye’den Yahudi ve sabetaistlerden oluşmaktadır.
Yakın çevresi Asaf Savaş Akat ve Bülent Eczacıbaşı gibi sabetaycılardan oluşan sabetaycı Kemal Derviş’in ( eşi Catherine Yahudidir ) bu grupla yakın ilişkisinin örneğin Kasım ortasında Avrupa Birliği büyükelçileriyle İtalyan Büyükelçiliğinde yaptığı toplantıya bazı grup üyelerini de götürmesinin sebebi bu bağlantıdır.
CNN Turk’te salı günleri Türk dış politikası üzerine yayınlanan Ufuk Turu programının katılımcıları Cengiz Çandar, Emre Gönensay ve Özden Sanberk sabetaycı, Sönmez Köksal ( Eski MİT Müsteşarı ) ise masondur. CNN Turk’un anchorman’i Mehmet Ali Birand güneri civaoğlu ve dış politika danışmanı Yalım Eralp de sabetaycıdır.
Bu yazının sonunda ünlü sabetaycı yazar Orhan Pamuk’un New York’ta bir özel sohbette " Bizim bir devlete ihtiyacımız vardı. Önce Müslüman olduk ve uzun maceralardan sonra Türkiye’yi elimize geçirdik " diyerek neyi kastettiğini, Okan Bayülgen’in İstanbul kökenli olmayan insanları neden hor gördüğünü, Yalçın Küçük’ün neden “ Türkiye İsrail’in rezerv devletidir ” ve “ bu ülkede bir yere gelebilmek için sabetaycı olmak gereklidir ” dediğini anlayacaksınız ..
Günümüzde dini vecibeler eskisi kadar yerine getirilmiyor olsa da inançlar muhafaza ediliyor ve ırk da bozulmamıştır Halen de cemaat içinden evlenenler Müslümanlarla evlenenlerden çok daha fazladır.
Sabetaycı inanışa göre bir müslümanla evlenmek dinsizlik ve kirlenmişliktir.’’Yılmaz sağdıç
***
ÜSKÜDAR BÜLBÜLDERESİ MEZARLIĞI
Sabataycı mezarlıkları gerek ilk dönemde yogun olarak yasadiklari Selanik’de, gerek daha sonralari Türkiye’nin basta Istanbul olmak üzere izmir ve Bursa gibi sehirlerine yerlestikten sonra ölülerini ayri mezarliklara defnetmeyi tercih etmislerdir.
Selanik’te mahalle olarak da diger dinlere mensup insanlardan ayri bir yerlesim düzeni kurmuslar.
Sabataycılar üç cemaate ayrılırlar.Karakaşlar(genelde kuyumculuk yaparlar)-Yakubiler-Kapancılar..
1924 ahali mübadelesi geregi geldikleri Türkiye’de de belli merkezlere yogun olarak ilgi göstermis ve içe kapanik bütünlüklerini böylece korumaya çalismislardir.
Ancak zamanla farkli mahalle ve sehirlere yerleserek bir nevi fiziki asimilasyona ugramakla birlikte cemaat yapilarini koruduklari görülmektedir. İzmir Karşıyakada yoğun bir şekilde varlıklarını devam ettirirler.
İzmir Karşıyakada Latife Hanım,Zübeyde Hanımın mezarı da burada yer alır.Uzun yıllar ve halen de İzmirin Belediye başkanları ve valileri sabataycı ailelerden seçilmişlerdir.Efendi isimli kitabı okumanızı öneririm.
Istanbul’da, Karakaslar cemaatinin mezarligi, Üsküdar Bülbülderesi’nde yer aliyor. Sabataycılığı sürdürme konusunda diger cemaatlerden daha aktif oldugu belirtilen bu cemaatin mezarlik konusunda da hassas davrandigi görülmektedir.
Ferikoy Mezarlığında az sayida da olsa bazi Kapancilar’in yer aldigi belirtiliyor. Yakubiler ise Maçka’daki mezarliga ölülerini defnetmektedirler. Yakubiler’in yogun olarak Izmir’de yasadiklari belirtiliyor.
Medya patronlarindan birinin ailesi bu gruba mensuptur. Kapancilar cemaatinin ise Feriköy mezarliginda satin almis olduklari ayri bir bölüme ölülerini defnettikleri biliniyor.
Sabataycıların mezar şekli ve taşların işlemesi tamamen farklı.
Genellikle seramik üzerine çıkartma resim bu mezar taşlaıinda yer alir. Yazilarin üslubu da farklilik arzediyor. Dikkat çeken nokta ise Ey zair diye baslamasi.
Sekil olarak da dönem dönem farklilik arzetse de kendilerine özgü çiçek islemeler ve müslüman mezarlarindan farkli geomektrik sekil vermeler dikkat çekmektedir.
Selanikliler’in önyargısız ve antisemit gerçek hikayesini öğrenmek için İbrahim Alaeddin Gövsa’nın "Sabetaycılık" kitabının rehberliği gerekiyor.
Bülbülderesi-Fevziye Hatun Cami’sinin avlusundan başlayarak ta Fıstıkağacına kadar tırmanan yokuşun sağında özel bir mezarlık bu...
Kimler yatmıyor ki burada... Azra Erhat orada, Yusuf Atılgan orada, "İzmir’de Yunana ilk kurşunu atan" Hasan Tahsin de orada...
Meşrutiyette ve Cumhuriyette sanatta, sinemada, basında (Selanik-İzmir Yeni Asır-Sabah), tekstilde, tütün ticaretinde, külliyen ithalatta başı çeken ünlü aileler de orada; İpekçiler, Dilberler, Bezmenler...
Mısırlı, Bilgin, Kaptana, (Katibi Umumi Mithat Şükrü) Bleda, Boran, İrişik, (Elçin-Ergin) Telci, İnsel, Ogan, Somay, Duhani, Öğütmen, Kapancı ailelerinin yedi ceddi bu mezarlıkta uyuyor.
Abdi İpekci Milliyette yazmış,İsmail Cem İpekci dış işleri bakanlığı yapmış,İsraile Türkiyeyi yaklaştırmış,Cem İpekci de Türk kızlarının ahlakını bozmaya çalışmış bir eş cinsel olarak hafızamızda izler bırakmıştır.
İsmail Cem İpekci soyadını gizleyerek kullanmamış,iki kızını Iraklı ve Suriyeli sabataycı damatlara vermiştir.
Mezartaşlarının hemen hemen hepsi resimli. Kahverengi-beyaz sepya fotoğrafların çoğunda "Foto Osman Hasan" imzası okunuyor. 1930-1950 yılları arasında çok misafir kabul etmiş bir mezarlık bu.
Şimdilerde ayda yılda bir gömüleni var.
Selanik’ten, Şam’dan, İzmir’den, Mısır’dan, gelip de orta hallileri Selamsız, Fıstıkağacı, Bağlarbaşı gibi Üsküdar’ın iç semtlerini mesken tutan, zenginleri ise, Bakırköy, Nişantaşı, Teşvikiye’de takılan "Dönmeler"e ait özel bir mezarlık bu.
Kitabeti de hitabeti de farklı, "fatiha" talep etmeyen, şekli şemali bir olmayan, "fotoğraflı" bu mezarlıkta halen tükenmemiş bir tarikatin 300 yıllık tarihi uyuyor.
Selanik mezarlığına Şeyh Mahmud Hüdai hazretlerinin müridi, 1627 tarihli "Asadar Baba" yatırının arkasına gizlenerek kuruluyor,Asadar Babanın buradan alınmasının doğru olacağını düşünüyorum.
Mezarlığın altından yukarı doğru tırmanan yokuşun adı da Selanikliler sokağı. Mezartaşlarının çoğunda ortak şu "itiraf" var:
" Sakladım, söylemedim derdimi, gizli uyuttum..." Ve kitabeleri genellikle "Ey zair (ziyaretçi) ben Selanikli falanca..." şeklinde başlıyor.
Kimilerinde ölünün mesleğini temsil eden semboller kazınmış:
Gemi çapası, berber makası, pergel, makas (Terzi Ayşe Hanım 1953)... kimilerine ise, kelebek, pancar, buhurdanlık, kırlangıç, yılan motifleri işlenmiş. Bir tanesi var ki, sigara paketi şeklinde hayli ilginç.
*Herkesi içeri almıyorlar iki defa girmek istedim almadılar..
Türkiye ve Osmanlı ne çektiyse dıştan müslüman görünüp içerden yahudi olan dönmelerden çekti çekmeye de devam ediyor.
Hangi birini sayayım hepsi dönmeydi,İstiklal mahkemesi üyeleri,ordu komutanları internette girin bakın milletin anasını ağlattı bunlar..
Cumhuriyetin ilk yıllarında sayıları 15.000 di.
Bunları atalım sürgüne yollayalım dedilerse de başaramadılar.
Başımıza dert oldular,ne kötülük geldiyse bunlardan ve azınlıklardan geldi.12 Eylül,28 şubat,1960 Darbesi hep bunların eseri,her konuda köşebaşlarını çoktan ele geçirmişler kolay pes edecekleri de yok.
Yerli arabayı yaptırmayanlarda,uçak fabrikasını batıranlarda,MKEK yi iflas ettirenlerde hep bunlar..
Gazetelerin önde gelenleri,finans dünyası,büyük holdingler hep bunların tekelinde..
Bir bir deşifre edilmeli bunlar,müslüman olmayanların din hanesine yahudi diye yazılmalı diyeceğim bunlar bizden fazla müslüman görünen,mevlit okutan,hacca giden sosyete müslümanları zor kardeşim,ayrık otu gibi kök salmışlar,örümcek gibi ağlarını örüp bizi sarmaya başlamışlar çoktan..
Bizi bize düşman edenler de,Hacıyı Hocayı kötü gösterende,ekonomimizi çökertenlerde hep bu dış güçlerle irtibatlı,İsrail ve ABD ye sermayelerini gönderen yahudiler olmuştur.
Sabaycı dediğimiz Avdetiler-Dönmeler Türkiye’nin bir gerçeğidir.Bugün oldukça artan bir nufusa sahip olan bu vatandaşlarımız her sahada faaliyet göstermektedirler.Sanat,sinema,tiyatro,basın,medya özellikle ticarette bir numara olmuşlardır.
İnternette bu konuda oldukça geniş bir malumat vardır.
Üzerinde araştırma yapmak gerekir.
12.02.2014//KIRIKKALE
HİDAYET DOĞAN OSMANOĞLU***
YORUMLAR
hem allah deyip, ve hem de hiç mi korkmadığınız nasıl da belli muhteremden!
sizin inandığınıza neden inanayım söylesenize
ve hem de ölülerin arkasından konuşmayın derken inanmadığınız gerçekler !
cem ipekçi değil, cemil olacak !
osmanlı dediğiniz düzenin maliyesini, siyasetini kurup ve dahi ata dediğiniz onlarca padişahınıza analık eden kim , müslim ve Türk'mü? çokça merak ederim sonra.
acıyla gülümsediniz mi hiç? ya da o duyguyu bilir misiniz?
örnekleyelim elbette; vatandaş denilen süzme sokağa kola döküp israili protesto ederken onca cahilliğiyle, pirinizin o fabrikayı açması mesela? utanmak erdem demez mi sizin kitaplarınız!
beni merak etmeyin muhterem, sizden daha çok dünyaya yakın, Türkmen kökenli Türküm !