Makyavelizm
‘’Gerçeği olduğu gibi görenler ‘’bilge’’ olan değil, kaybedecek bir şeyi olmayanlardır.’’ (Kaybedeceği cenneti, şanı ve malı yoktur.) Cumali Celayir
Makyavelizm İtalyan düşünür ve politikacı Niccolò Machiavelli’nin düşünceleri üzerine kurulu siyasi, sosyal, dünyevi bir siyasi yaklaşım biçimidir. Devlet yönetimi ile ilgili düşüncelerinin temelini Prens adlı kitabında anlatmıştır. Devleti yöneten ‘’prens’’in duygularına kapılmadan ve acıma duygularını bir kenara bırakarak devleti yönetmesi gerektiğini belirtmiştir. Gerektiğinde bir insanın devlet tarafından öldürülmesinin çok daha fazla insanın yaşamasını sağlayacağını belirterek ‘’prens’’e öğütler vermektedir. Temelinde bu görüşlere paralel olarak başka bir bakış açısı da "Amaca ulaşmak için her türlü araca başvurmanın uygun olduğu." savıdır.
Nicola Machiavelli, 1469- 1527 yılları arasında yaşamış ‘’iyi niyetli’’ bir düşünür. Babası soylu idi ama kendisini ‘’fazla soylu’’ olarak kabul etmemiştir. Döneminde düşünceleri doğru olarak okunmamıştır.
İstanbul alan Fatih’in çıkardığı Kanunname’nin de düşünce itibariyle aynı fikirlerden beslendiği bir gerçektir. Devletin varlığı önemlidir, kutsaldır. Devletin geleceği için yapılan ahlak dışı eylemlerin dine veya dinden bağımsız etik değerlere uyması gereksizdir. Her şey halk için değil, her şey devlet içindir. (Günümüzde iktidar olan siyasi düşüncenin sahiplerinin dile getirdikleri ‘’Devlet halk içindir’’ anlayışına inanmadıklarının kanıtıdır. Türkiye Cumhuriyeti’nin son başbakanının ‘’Devletin mahremiyeti vardır’’ söylemi Makyavelizm düşüncesine bağlı olduğunun göstergesidir.)
Cumhuriyetin kurucularının da ‘’Her şey devlet içindir’’, söylemine sahip olduklarını bu uğurda yapılan ahlakdışı uygulamaların gerekliliği üzerinde durmuş, tarih kitaplarımıza böylece Makyavelizm girmiş, devlet felsefesi olmuştur. Cumhuriyet kurulduktan sonra bile İstiklal mahkemeleri muhalefeti cezalandırmak için çalışmalarına devam etmiştir. Bu geleneği İkinci Cumhuriyetin kurucularının da sürdürdükleri görmekteyiz (örnek: Silivri tutukluları).
Yine de Birinci Cumhuriyetin kurucularının İkinci Cumhuriyetin kurucularından daha az günahkâr olduklarını söyleyebiliriz, cezalandırmaları daha ağır olmasına rağmen. Bu gerçekleri söyleyebilecek birkaç tarih yorumcumuz olmasına rağmen kendileri havalı şekilde gözlüklerinin üstünden topluma aşağılayıcı bir bakışla bakmayı tercih etmektedir. ‘’Gözlükleri’’ ile de kitaplara bakmaktalar… Bunların en önde geleni İlber Ortaylı’dır. Bir insanın dokuz dili ve tarihin tüm ayrıntılarına inecek kadar bilmesi bazı şeyleri itiraf etmesi için yeterli olmuyor demek ki. Burada şöyle bir söz uydurmak gerek: ‘’Gerçeği olduğu gibi görenler ‘’bilge’’ olan değil kaybedecek bir şeyi olmayanlardır.’’
Bu görüşün önde gelen temsilcileri: Kabaca tüm gelmiş geçmiş siyasiler ve yöneticiler. Henüz Makyavelizmin ötesine geçmiş değil dünya toplumları. Bu, içe kapanık, komünist toplumlar için de geçerlidir. İran İslam Cumhuriyeti için de... Bir nebze bunun ötesine geçmeyi başaranlar Kuzey Avrupa ülkeleridir.
Bu görüşün siyasi temsilcilerinin ve toplumlarının özellikleri:
1-Devlet kutsaldır,
2- Yöneticiler güçlü olanı över kapalı kapılar ardında. Açıktan ise güçsüz olanı över.
3-Doğru olan değil, havalı olan söylemler ön plandadır ve kutsallığa yöneliktir.
4- Başarılı kişiler dürüst olmayan kişilerdir.
5-İyi işleri kendisi yapıyormuş gibi davranır, yaptığı kötü işler için aracılar kullanır. Zamanı gelince onları içeri atar, cezalandırır.
6- Her şey araçtır para için.
7- Din adamlarını, sanatçıları, edebiyatçıları, toplum öncülerini kullanır; zamanı gelince onları yerin dibine batırır. Halk düşmanı ilan eder. (Devlet ve kendi menfaatleri için feda edilmeleri gereklidir bu insanlar.)
8- En önemlisi bizleri kendine çekmek için ilgi çekici ve sağlam projeler üretirler. Üretilen bu eserlerin görsellikleri hayatımızın değiştiğinin kanıtı olur. Oysa değişen bir şey yoktur. Şeytan melek kılığında bize bir şeyler sunmuştur.
9- Dini ve milli duygular her zaman araçtır menfaatler için.
10- Her şey vatan içindir, her şey!
Birinci Cumhuriyetin kurucularının birçok eylemi yukarı da geçen maddelere uymamasına rağmen gene de bu akıma dâhildirler. Makyavelizmin gerçek temsilcileri İkinci Cumhuriyetçilerdir. Sebebi: Para, din, sermaye, ticaret, başarılı liberal uygulamalardır.
YORUMLAR
Oldum olası Bu Makyevalizm'den hiç hoşnut olmadığım gibi karşı durduğum bir kavramdır.
Yöneticiler devletin, halkın kutsalığını, koltuğun kutsalığına inanmış olsaydı, halkı istedikleri(kendi çıkar doğrultuları) gibi eğip bükmezlerdi.
Makyavelizm: Politikada, amaca ulaşmak için ahlaka aykırı da olsa, her türlü aracı hoş gören anlayış, Makyavelizm.
Bu kadar açık olan bir sözü, halk için olduğu asla düşünenmem. Menfaat kokan bu kıytırık sözü bazen ağır eleştri olarak kulanırım. Yönetenler adil bir yönetim şekli mi isterler?
Sevgili Sabiha dostumuz uzun uzun yazmıştır. Yöneticiler gelip okusunlar.
Bu kavramla daha önce tanışmıştık bizim değerli siyasetçilerin sayesinde, bir kez daha öğrenmek faydalı oldu sanırım.
Teşekkürler Cumali...
Selamlarımla
"KURAN VE YÖNETİM
Uydurulan dinin kullanıldığı ve çok büyük istismarların yapıldığı alanlardan diğer bir tanesi yönetimdir. Kendi şahsi görüşlerini hakim kılmak isteyenler, Allah’ı ve dini kullanarak insanlığı yönetmeye kalkışmışlardır. Örneğin Kuran’a göre kadın cumhurbaşkanı da, yönetimde etkin bir role sahip de olabilir. Kuran bu konuda bir yasak getirmemişken, geleneksel İslam bu konuda da Kuran’ın getirmediği bir yasağı getirip, insan neslinin yarısı olan kadınları yönetimdeki etkin görevlerden mahrum etmiştir. Ayrıca “Liderler Kureyş’tendir” şeklinde bir uydurma hadisle, insanların tek bir kabileden çıkan insanlar tarafından yönettirilmeye çalışılması da geleneksel İslam’ın uydurmalarından biri olmuştur. Daha ileriki yıllarda, şeyhülislamlara birçok konuda istedikleri gibi siyasi fetvalar verdiren Osmanlı halifeleri de mezhepçi din anlayışının esaslarını uygulatmışlar, mezhepçi yaklaşımdaki kimi izahları kendi tahtlarını sağlamlaştırmak için kullanmışlardır. Ne yazık ki Sunni ve Şii mezhepçi yönetimler ve onların baskıcı idareleri altında “din” adına sayısız istismarlar sergilenmiştir.
YÖNETİMDE TEMEL İLKELER
Kuran’da açıklanmayan hususların insanların inisiyatifine bırakıldığını daha evvel gördük. Bunlar, insanların, akıllarını çalıştırmalarıyla ve Kuran’ın koyduğu temel prensipleri gözetmeleriyle doldurulmalıdır. Fakat şurası unutulmamalıdır ki insanların bu tercihleri Kuran’ın hükümleri gibi değerlendirilemez. Örneğin belli bir devlet yönetimi veya halifelik gibi uygulamalar, Kuran’ın bir hükmü olarak gösterilemez. Kuran’ın koyduğu hükümler evrenseldir; mekanın ve zamanın değişmesi ile Müslümanlar bu hükümlerden vazgeçemez. Örneğin Kuran’ın bir hükmü olmayan halifelikten vazgeçilebilir, ama Kuran’ın hükmü olan “şura” ve “adalet” gibi yönetimde önemli ilkelerden zamanın ve mekanın değişmesiyle vazgeçilemez. Kuran’da geçen ve yönetimde dikkat etmemiz gereken evrensel bazı ilkeler şunlardır (Bu konuda özellikle şu kitaptan faydalandık: Prof. Dr. Beyza Bilgin, Prof. Dr. Rami Ayas ve diğerleri, İslam Gerçeği):
ŞURA: “Şura” ile, yönetim konusunda ilgili tarafların fikirlerinin alınması ve yürürlükteki yönetimin danışma mekanizmasını kullanması kastedilir.
Onların iş ve yönetimleri aralarında şura iledir.
42-Şura Suresi 38
Allah’tan bir rahmet sayesindedir ki sen onlara yumuşak davrandın. Eğer kaba saba, katı yürekli olsaydın, senin çevrenden kesinlikle dağılır giderlerdi. O halde bağışla onları, af dile onlar için, iş ve yönetim konusunda da onlarla şuraya git.
3-Ali İmran Suresi 159
Ali İmran Suresi’ndeki ayetten göreceğimiz gibi “şura” Peygamberimizin bile uygulaması gereken bir kurumdur. O zaman hiç kimse kendisini şura üstü görüp, insanlara danışmaya ihtiyacı olmadığını, keyfince insanları yönetebileceğini söyleyemez. Ayrıca aynı ayetten “şura”nın yumuşaklıkla, merhametle beraber olduğunu; kaba sabalıkla, katı yüreklilikle beraber olmadığını anlıyoruz. “Şura”nın, bir sistem olarak değerlendirildiğinde, cumhuriyet ve demokrasi sistemine yakın yönleri olduğu düşünülebilir. Şunu da unutmamak gerekir ki Kuran’da “şura”nın şekli ve yöntemi gösterilmemiştir. Bu demektir ki şekil ve yöntem zaman ve şartlara göre belirlenecektir. Kaçınılmaz olan şudur; yönetimin ve birlikte yaşamanın her seviyesinde “şura” esastır.
ADALET: Kuran’ın birçok ayetinden “adalet” ilkesinin önemi anlaşılır. Bu, ikili ilişkilerden yönetime kadar gözetilmesi gereken çok temel Kurani bir ilkedir.
Ey inananlar! Adalet ve dürüstlüğün tanıkları olarak Allah için kollayıp gözetenler olun. Bir topluluğa kininiz, sizi adaletsiz davranmaya asla itmesin. Adaletli olun. Bu korunup sakınanlar için daha uygundur.
5-Maide Suresi 8
Allah sizi din hakkında sizinle savaşmayan ve sizi yurtlarınızdan çıkartmayan kimselere iyilik etmekten, onlara adaletli davranmaktan men etmez. Allah adaleti ayakta tutanları sever.
60-Mümtehine Suresi 8
EMANETİN EHLİNE VERİLMESİ: Kuran emanetlerin ehline verilmesini emreder. En önemli emanetlerden biri ise toplumun yönetim kademelerinde yer almaktır. Demek ki bu kademelere becerikli, dürüst, işini iyi bilen kimselerin getirilmesi, Kuran’ın koyduğu temel ilkeler açısından da gözetilmesi gereken bir sorumluluktur.
Şu bir gerçek ki Allah size emanetleri ehil olanlara vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğinizde adaletle hükmetmenizi emrediyor.
4-Nisa Suresi 58
YÖNETİCİLERİN YÖNETİLENLERDEN OLMASI: Müslümanların itaat etmesi gereken yöneticilerin kendi aralarından olması gerektiği de belirtilmiştir. Bunlara “ulul-emr” denilmiştir ki bunlar toplumun yönetiminde emir yetkisini elinde bulunduran kişilerdir. Bunlar Allah’a inanan, Allah sevgi ve korkusunu içinde taşıyan kişiler olursa; tüm toplum bunun hayrını görür. Toplumsal yaşamanın kaçınılmaz olarak bir hiyerarşiyi gerektirdiğini tüm sosyal bilimciler bilir, toplumsal yaşamın kaostan çıkması, toplumsal yönetimin getirdiği bu hiyerarşinin danışma, adalet gibi ilkeleri uygulamasına ve hiyerarşide yönetme pozisyonunda olanların bu vazifeye uygun kişilerden seçilmelerine bağlıdır.
Ey inananlar! Allah’a itaat edin, Allah’ın elçisine ve sizden olan ulul-emre (yöneticilere) itaat edin.
4-Nisa Suresi 59
DİNDE ZORLAMA YOKTUR
Mezhepçi İslam’ı benimseyenlerin, Kuran’la çeliştikleri noktalardan önemli bir tanesi; dini hükümlerin, baskı ve şiddet kullanılarak uygulatılmasını savunmalarıdır. Oysa bu, Kuran’ın birçok ayetine aykırıdır. Bu tutumu yasaklayan ayetlerden biri şöyledir:
Dinde zorlama yoktur. Gerçek şu ki doğruluk ve sapıklık birbirinden ayrılmıştır.
2-Bakara Suresi 256
Kuran, mezarlıklarda okunan, evin duvarında asılı olup rehber edinilmeyen, sözde saygı gösterilen, fakat mezhep kitaplarının açıklamasıyla anlaşılabileceği iddia edilen bir kalıba sokulmuştur. Kuran’ı bu kalıba sokanlar, Kuran’ın “Dinde zorlama yoktur” hükmünü gözardı etmişler; namaz kılmayanlara, oruç tutmayanlara çok şiddetli cezalar öngörmüşlerdir. Din adına sergilenen bu zulümler sonunda bazı kimseler, yanlış adrese giderek bu zulümden kurtulmaya çalışmışlar ve dinsizliğe sığınmışlardır. Böylece “din” adına yapılan zulüm de dinsizlik adına yapılan zulüm de insanların yaratılışına aykırı yollara götürmektedir. Kuran’ın ortaya koyduğu din, bu iki zulüm yolundan da kurtuluşun reçetesidir.
PADİŞAHLIK SİSTEMİ KURAN’LA UYUŞMAZ
Kuran yönetim için önemli olan şura, adalet, dinde zorlamanın olmaması, emanetin ehline verilmesi gibi temel ilkeleri belirlemiş; birçok hususu ise kişilerin insafına ve zekasına bırakmıştır. Bu açıdan olaya baktığımızda dünyadaki krallık, padişahlık gibi rejimlerin Kuran’a uygun olmadığını anlarız. Çünkü Kuran emanetin ehline verilmesini ister, bu da devletin yönetiminin en becerikli kişilere verilmesini gerektirir (kadın erkek ayrımı yapılmadan). Oysa padişahlık, krallık gibi sistemlerde yönetim en becerikli ve ehil olana değil, falancanın en büyük erkek evladına veya bir yakınına verilir. Ne yazık ki dine referans vermeyen birçok yönetim, “Dinde zorlama yoktur” ayetine, kadınlarla erkeklerin birbirinin elbisesi olduğunu söyleyen ayete, yönetimde danışmayı ve emanetlerin ehline verilmesini söyleyen ayetlere; İslam adına insanları yönetmeye kalkışmış birçok yönetimden daha çok uymuştur.
Kuran’ın hükümleri ne Sunni şeriatına eşitlenebilir, ne de halifelik diye bir müessese Kuran’da geçer. Bugün insanların “şeriat” denildiğinde anladıkları Kuran’ın anlattığı İslam’dan çok Sunniliktir. “Şeriat” kelimesi “yol, tarz, metot” gibi manalara gelir ve Kuran’da hiçbir zaman için dinimizin adı olarak kullanılmaz. Kuran’a göre dinimizin adı “İslam”dır. İslam dışındaki Şeriat, Sunnilik, Hanefilik, Şiilik, Şafilik, Alevilik tanımlarının inancımıza karşılık kullanılması dinimizden sapmalardır. (Müslüman kelimesi İslam ile aynı kökten gelir ve İslam olan kişi manasında olduğu için aynı İslam gibi doğru bir kullanımdır.) Dinimizin sahibi bir tek Allah, kaynağı bir tek Kuran, Peygamber’i bir tek Hz. Muhammed, ismi ise bir tek İslam’dır.
MEZHEPLERİN SAHTE YUMUŞAK YÜZÜ
Kendi hegemonyalarını sürdürmek ve kadın sömürülerine devam etmek isteyenler, geleneklerini uygulamakta erdem görüp akılcı düşünceden korkanlar, ne yazık ki Kuran’a dayalı İslamiyet’in en büyük düşmanlarıdırlar. Kuran’a göre İslam’ı anlatanlara, ateistlerin göstermediği düşmanlığı, bu kesim sergilemektedir. Bunun sebebi basittir: Kuran’a göre İslam, bu kesimin sömürü aracı olarak kullandıkları “din”in sundukları gibi olmadığını; yönetim şekillerini, kadına bakışlarını, baskıcı idare biçimlerini Kuran’a göre değil örflerine, heva ve heveslerine, Arap geleneklerine göre oluşturduklarını göstermektedir. Bu kesim, sömürü araçları olan “din” ellerinden alınınca, bunu alanlara “yahudi, mason, sapık, ajan” gibi sözlü ve fiili saldırılarda bulunmakta ve güneşi balçıkla sıvamaya çalışmaktadır.
Bugün biz Sunni mezheplerin sahte yumuşak yüzüyle muhatabız. Ortamları müsait olursa gerçek yüzünü de görürüz, merak etmeyin. Sunni düşünce tam anlamıyla iktidara gelse, yönetimi ele alsa ne yapacağını merak mı ediyorsunuz? O zaman bir Afganistan’a bakın, bunun örneğini göreceksiniz. Sunni mezheplerde; haremlik selamlığın da, peçenin de, kadının toplumdan tamamen soyutlanıp köleleştirilmesinin de, müziğin ve resmin yasaklanmasının da dayandırılabileceği izahlar vardır. Afganlılar kafalarından yeni mezhep uydurmadılar. Sunniliği uyguluyorlar.
Hanefi mezhebine göre namaz kılmayan, kılmaya başlayana kadar dövülür, diğer üç Sunni mezhepte namaza başlamayı reddederse öldürülür. Sunniliğin İslam görüşüyle çelişenlerin, örneğin Kuran’a dayalı İslam’ı savunanların akıbeti Sunni mezheplerin yönetiminde öldürülmeleri olabilir. Oruç zorla tutturulur… Tüm bu fetvalar, Sunni mezheplerce tespit edilmiş belli hükümlerdir. Bu mezheplerin yönetiminde kadının başının açık gezmesini bırakın, yüzünü gösterip gösteremeyeceği şüphelidir. Araplar’ın Emevi ve Abbasi yönetimleri dönemlerinde oluşturulup, o dönemlerdeki örflerin ve hayata bakış açılarının dondurulması olan bu mezhepler; Kuran’ın anlattığı dinin anlaşılmasındaki en büyük engellerdir. Ne yazık ki dini iyi bilmeyen kitleler bu mezhepçi yaklaşımların izahlarını din sanmaktadırlar. İnşallah herkesin katkılarıyla, Kuran’ın anlattığı dini, bu mezhepçi anlayıştan kurtarmayı başarabiliriz."
http://www.kurandakidin.com/30-kuran-ve-yonetim/
“Nicola Machiavelli, 1469- 1527 yılları arasında yaşamış ‘’iyi niyetli’’ bir düşünür.”
“İstanbul alan Fatih’in çıkardığı Kanunname’nin de düşünce itibariyle aynı fikirlerden beslendiği bir gerçektir.”
Üzerinde düşünmeye tartışmaya değer bir çalışma teşekkürler değerli Cumali dost..:)
Machiavelli den çok önce 1069-1070 da (11.yy) da polika üzerine yazılmış çok değerli bir hazine var
Yusuf Has Hacib tarafından kaleme alınan “Kutadgu Bilig”
“dilegim benden sonra geleceklere kalacak bir söz söylemek idi.” Yusuf Has Hacib
Yusuf Has Hacib tarafından kaleme alınan “Kutadgu Bilig”
“Ilk Türk-Islam eseri Türklerin en önemli politik teori hazinesi “
temel devlet felsefesi…
“Yusuf’un o günden ileriyi nasıl
görmemizi istedigini arastirmayi ve bugünkü politik yapilanmalara bakarak
Kutadgu Bilig’in temel devlet yapisi konusunda ne söyleyebilecegini ortaya
çikarmayi amaçlar. Asil önemli olan Kutadgu Bilig’in 1069/1070’deki siyasi
ve toplumsal çevre açisindan degil, bugünkü çevre ve bugün için
yorumlanmasidir. Zaten,Yusuf da eserde bize söyle seslenmektedir: “dilegim
benden sonra geleceklere kalacak bir söz söylemek idi.”2
Iste Kutadgu Bilig’e bu açidan yaklasildiginda görülmektedir ki, Yusuf
bugün dahi gerçeklestiremedigimiz bir devlet sistemini aslinda o günden bize
vermistir. Kutadgu Bilig’de öngörülen devlet, demokratik, laik ve sosyal bir
hukuk devletidir. Eserinin adindan da anlasilacagi gibi, her iki dünyada
insanlari mutluluga ulastirmayi amaçlayan Yusuf, ideal devletin nasil olmasi
gerektigini ele almis ve büyük bir ileri görüslülükle Türk-Islam toplumlarinin
yapilanmasi üzerine önemli tavsiyelerde bulunmustur. Yusuf’un 1069/1070
yilinda söyledikleri Bati toplumlarinin politik felsefesinde yaklasik alti yüz
yil sonra ilk defa ele alinacaktir.
Bu görüslerimizi açiklamak için öncelikle bugüne kadar eser hakkinda
söylenenlerden bazi örnekler verecegiz, sonra eserin incelemesine geçerek
demokratik devlet, laik devlet, sosyal devlet ve hukuk devleti kavramlari
üzerinde duracagiz. Bu açiklamalari yaparken, okuyucunun Kutadgu Bilig’in
konusunu ve hikaye örgüsünü az-çok bildigi farz edilmistir. Ancak
okuyucuya eserin temel karakterleri ve bu karakterlerin neyi temsil ettigi
konusunda kisa bir animsatmada bulunmak yararli olabilir.
Kutadgu Bilig, dört ana karakter arasinda geçen diyaloglardan
olusmaktadir. Eserdeki bu dört ana karakterin her birinin belirli bir sosyal
rolü vardir ve her biri belirli bir degeri temsil eder. Küntogdi hükümdardir ve
hukuku temsil eder; Aytoldi vezirdir ve saadeti temsil eder; Ögdülmis de
vezirdir ve akli temsil eder; Odgurmis ise asetiktir ve akibeti temsil eder.3
Eserin öyküsü söyle özetlenebilir. Aytoldi devlet hizmetine girmeyi çok
istemektedir. Bir yakini araciligiyla o dönemin has hacibi ile tanisir ve hacip
Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi Sayi : 12 Yil : 2002 (127-158 s.)
129
kendisini hükümdarin huzuruna çikarir. Hükümdar, Aytoldi’dan hoslanir ve
kendisini vezir yapar. Bir süre sonra Aytoldi ölür ve geriye tek oglu
Ögdülmis’i birakir.4
Hükümdar Ögdülmis’in yetismesini ve egitimini üstlenir.
Akilli ve bilgili olan Ögdülmis, hükümdarin gözüne girerek bir süre sonra
vezir olur. Ögdülmis’i çok seven ve onu kaybetmekten korkan hükümdar, ona
yardim edebilecek ve gerekirse onun yerini alacak akilli ve bilgili bir kisi
daha arar. Bu amaçla Ögdülmis arkadasi Odgurmis’i hükümdara tavsiye eder.
Hükümdar bu kisiyi kendi hizmetine almak istese de, basarili olamaz.
Odgurmis, insanlardan uzak bir yerde ibadetine devam etmek ister. Daha
sonra, Ögdülmis de devlet hizmetinden çekilip kendini tamamen ibadete
vermek ister; ancak, Odgurmis buna karsi çikar ve herkesin yerinde kalmasini
ve topluma en iyi hizmeti bu sekilde verebileceklerini söyler. Bir süre sonra,
Odgurmis ölür ve geride müridi Kumaru’yu birakir. Vezirleri ve Odgurmis’in
ögütleri sayesinde hükümdar, iyi kanunlar yaparak memleketi düzene koyar
ve ülke refaha kavusarak halk mutlu bir yasam sürer. “
Yrd. Doç. Dr. Nejat DOGAN
http://sbe.erciyes.edu.tr/dergi/sayi_12/sayi_12_09_n_dogan_127_158.pdf
ccelayir
Sabiha KÜÇÜKTÜFEKÇİ
1069 da ... ileri görüşlü Yusuf Has Hacib
Kutadgu Bilig de " ideal devlet" kavramıyla dünya ve ahiret mutluluğunu hedefler "Türk-Islam toplumlarinin ideal yapilanmasi üzerine bulunduğu tavsiyeler
batı toplumlarının politik politik felsefesinde bundan 1069 yılından
yaklasik alti yüz yil sonra ilk defa ele alınır..:)
..."köre ne görene" ..:)
tekrar teşekkürler...