- 1124 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
374 - BEKA
Onur BİLGE
Beka sonsuzluk… Ölümsüzlük… Ölümlünün idrak edemeyeceği kadar muazzam bir özellik… Allah’a ait, Allah’la mümkün… Hayatın varlığı gibi… Ölümün gerçekliği gibi… Hakikatine varamamış olsak da ölüm gerçeğini defalarca görmüş, anlamış ölümlü varlıklarız. Sonsuza dek yaşamayı kavramakta güçlük çekmemiz gayet doğal…
Allah, kadim ve ezeli, bâki ve ebedîdir. Kıdemi sabit olanın, haliyle bekası da vâciptir.
Hüvelbaki… Bu sözü ilk defa mezar taşlarından okumuştum. Dedem öldüğünde de sık sık duymaya başlamıştım. Babam, içi yandıkça tekrarlamış, onun için beynimde yer etmişti. Anlamını sorduğumda:
“Hüve tanrı demek… Tek tanrı vardır, O da Allah’tır. Baki ise kalıcı demektir. Hüvelbaki de yalnız Allah’ın ölümsüz olduğunu, her nefsin ölümü tadacağını belirten, teselli için kullanılan bir sözüdür. Beka, kalıcılık demektir. Sonsuza kadar yaşamak, ölümsüzlük…” demişti.
Ben ölümü yeni öğreniyordum, ölümsüzlüğü masallarda duymuştum. Yedi başlı devler vardı onlarda. Kes kes bitmeyen başlar… Ölümsüzlük iksiri içen kahramanlar… Lokman Hekim vardı. Az gider uz gider, dere tepe düz giderdi. Tarlalar dağlar gezer, otlar toplar ezerdi. Kaynatır, damıtır ab-ı hayat arardı. Bazen bulur bazen bulamazdı. Masalın akışına göre değişirdi. “Ölümsüzlük şerbeti içmiş!” derlerdi şehitler için. Onlar ölü değillerdi. Öldükleri sanılsa da diriydiler. Hep diri kalacaklardı.
Ben de var olmuştum bunca var olan arasında ve sonsuza kadar var olacağım zannındaydım. Yaşamayı öğrenmeye çalışıyordum. Yaşadığımı hissetmeye… Ölümden bihaberdim. Etrafımda hep diriler vardı. Ölüler nasıl olurdu? Ölmek nasıl? Hayvan ölüleri görüyordum. Artık kıpırdayamıyorlardı. Oradan anlıyordum öldüklerini. Sonra kuruyup, dağılıp gidiyorlardı. Sinekler, kelebekler, çeşitli böcekler… Solucanlar ölmüyordu ama. Onlar bölünüp bölünüp kıpırdamaya devam ediyorlardı. Ablam, bölündükçe çoğaldıklarını söylüyordu. Yedi canlı mıydılar? Bir de kediler için yedi canlı deniyordu. Nereden düşerlerse düşsünler dört ayak üstüne düşerlermiş. Onun için düşünce ölmezlermiş.
Dedem, sülalemizden ilk ölendi, benim için. Diğer akrabalarım öldüğünde dünyada değilmişim. O zamana kadar ölen yakınlarımdan da habersizdim. Ya duyurulmamış bana ya da ben idrak edemeyecek kadar küçükmüşüm. Gördüğüm ilk ölü, arkadaşımın üstü örtülü cesediydi. Benden küçük ve kısaydı ama ölünce ne kadar da uzamıştı! Ürkütücüydü. Hiç kıpırdamıyordu oysa. Örtünün altında olduğu için mi bana öyle gelmişti? Örtü, ölümün sırrını mı gizliyordu? Altında korkunç bir şey mi vardı? Hafızama korkunç bir şey olarak kaydolmuş olmalı ki o imaj günlerce gözümün önünden gitmedi. Uzun süre üstüme beyaz çarşaf örtemedim. Sanki ölen benmişim gibi geliyordu ve ben asla ölmek istemiyordum. Ölmek… Yani onun gibi olmak… Yani kıpırdayamamak, konuşamamak, yiyememek içememek, oynayamamak… Ölüm, soğuk bir şeydi. Kötü bir şey… Yaşamaya taban tabana zıt, hayata aykırı… Uzak durulması gereken… Yokluk gibi bir şey, varlığa inat…
Ölümün nasıl bir şey olduğunu, onu görünce anlamıştım. Bir süre bekletildiğini, yıkandığını, gömüldüğünü… Onun gittiğini ve bir daha asla geri gelmeyeceğini… Bir daha hiç göremeyeceğimi… Kesin bir ayrılıktı!
Bahçe duvarımıza bitişik, duvarları yığma taş ve çamurla örülmüş evin yere yakın küçücük penceresinden seyretmiştim faniliği. O karanlık odanın ortasında, çarşaf başına çekilmiş halde yapayalnız, kaskatı kesilmiş bir halde yatan küçücük arkadaşım, herkesten cesur, bilgili ve öndeydi. Çünkü o ölmüştü. Ölümün nasıl bir şey olduğunu, o olayı yaşayarak öğrenmişti. Menzile bizden önce varmıştı. Onu bir daha göremeyecektik.
Allah Baki’dir. Varlığının sonu yoktur. Hep ve her zaman vardı ve hep var olacak. Varlığı ve yokluğu yaratan O’dur. Yaratan sonsuzdur. Sonsuzluğu yaratandır. Yaratılışımıza sonsuzluk duygusunu programlayan da O’dur.
Baki ile beka bulmaya çalışmalıyım. Hiçbir şeyin gerçek sahibi değilim. Sahip olduğumu sandığım hiçbir şey benim değil. Ödünç olarak kullandırılan varlıkları sahiplenmeye kalkmamalıyım.
Fani dünyada kalıcı bir saltanat kurmak mümkün değil. Eninde sonunda yıkılacak bir evde sonsuza kadar oturulamaz. Fakat insan, yaratılıştan sonsuzluğa programlı, hayata âşık… Hayatla beraber çok şeye sevdalı… Güzelliğe ram… Fakat her ihtiyaç duyduğuna ulaşması mümkünken sonsuza kadar yaşama arzusunun tatmini, bu gereksiniminin karşılanması bu geçici dünyada olanaksız… Orada, hardal tanesi kadar iyilik ve kötülüğün karşılığı tam olarak verilecekken bu yalan dünyada tam anlamda bir adaletten bahsetmek de mümkün değil.
Baki olan hayatımızı fani dünyada hazırlamaktayız. Ölümlü hücrelerimiz, kalıcı hale getirilecek. Her şeyin yaratılış amacı sonsuzluktur. Bütün unsurlar fena bulacak ve bekaya erecektir. Hayat, tohumdan ağaca, ağaçtan tohuma döne döne sonsuzluğa uzanmaya çalışmaktır. Tohumdaki programlanma ağacı, ağaçtaki programlanma tohumu oluşturmakta bu böyle sürüp gitmektedir.
Tohuma koca bir ağacın yazılımını yükleyen, insanı oluşturacak en küçük birleşime de onun yazılımını yüklemiştir. O kişi hangi evrelerden geçerek gelişecek, ne zaman, nasıl, nerede doğacak, nasıl yetişecek, neler yapacak, nerede ve nesil ölecek, hepsi o yazılımdadır. Baki olan, faniyi bu şekilde yaratmış, az bir irade vererek iyi veya kötü ne yapacağını kendisine de göstermek amacıyla ona bir süreliğine hayat bahşetmiştir.
Dünyada birbirinden ayrılanlar, ahrette hem birbirlerine hem de Allah’a kavuşmaktalar.
Gafletten kulluğa dönüş, halktan yüz çevririş, Hakk’a yöneliştir. Zamanla sevgi aşka dönüşür. O aşk, bitimli bir aşk değildir. Allah aşkıdır ki ona aşk-ı beka denir.
İsim, sıfat ve filleri kullanmakta ve Zât ile var olan insan, Baki sıfatıyla da ruh ve bilince sahiptir ve Dar-ül Beka’da yine Zât ile beka bulacaktır. Mutlak olan bekadır.
Vahidiyet sınırsızdır. Vahdet, İlahi âlemde tadılır ve yaşanır. Beka âlemindeki mutluluk da doyurucu ve kalıcıdır.
Allah vardır ve Baki’dir, O’nunla beraber hiçbir şey yoktur. Baki sıfatının açığa çıkması için ölmeden önce ölmek, benliği yok etmek gerekir.
Ka’be kavseyn veya ev edna makamında kişi rabıtada, benliğini boş bir şişeye benzetip onu da taşa çalarak yok etmesi ve sadece bütün esma ve sıfatlarıyla yeteneğince idrak ettiği Allah’ın Baki olduğunu hissetmesidir ki o hale urûc etmek yani kulun miracı denir. O anda görünen yalnızca Vechullah, yani Cemal’dir.
Allah’ı hakkıyla idrak edebilmek için isim ve sıfatlar idrak edilmeye çalışılmalı, fiilleri sahibine teslim edilmelidir. Çünkü gerçekte hiçbir şey, yani hiçbir şeyin bağımsız bir varlığı yoktur. Sadece Allah vardır. Cemali ve ikramı… Baki, ezelden ebede vardır. Yoktan var ettiklerini yok edecek ve tekrar var edecek, onlara ruh ve şuurları gibi ölümsüzlük bahşedecektir.
Allah indinde zaman, yani ezel ve ebed aynıdır. Onun için suretlerde değişiklik olmayacak, yeniden yaratılışta kişiler parmak uçlarına kadar düzeltilecekler.
Esma perdesi her bir esmanın anlamını kabiliyetince idrakle birer birer kalktıktan sonra yakîn hâsıl olur. Yani Allah’ın Baki olduğu ve O’nunla ayakta olunduğu ve O’nunla beka bulunacağı apaçık ortaya çıkar ki o zaman, doya doya Cemal setretmek mümkün hale gelir. Allah, âlemlerden Gani’dir. Bekâ Billah, zekâttır.
Görünen görünmeyen, iç ve dış gerçekler Hak’tır. Tek Hakikât vardır. O da Allah’tır!
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 374