- 611 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
SİNEMACI fikret - 40
Heyecanla ve hevesle uyandı. Ayak üstü yaptığı bisküi- çay kahvaltısı sırasında film almak için para istedi babasından.
’ Becerebilecek misin oğlum ; biliyor musun filmcileri sen ? Paranı falan kaptırma oralarda. İstanbul, başka bir memleket ; İzmit’e falan benzemez. ’
’ Sen hiç merak etme baba. Maça ağabey ile bir kaç kez gittim, öğrendim hepsini. ’ Tereddütle elini cüzdanına uzattı adam.
’ Kaç para lâzım peki ? ’
’ Filmler, elli liradan başlıyor. Üç dört günlük, ya da haftalık kiralanıyor. ’ Az para değildi. Oğluna güvenmiyor da değildi. Çekirdekten esnaf yetiştirmişti onu. Yetmiş lira uzattı çocuğa.
’ Yol parası da lâzım olur herhalde. Yalnız çok dikkat et bak. İstanbul’un yankesicisi eksik olmaz. Bir kere işkillemesinler sende para olduğunu. ’
’ Evvelallah baba ; bende yankesiciye para kaptıracak göz mü var ? ’ Kapının önünde duran minibüsü görür görmez koştu heyecanla. Yine kahvelerinin sahibi İbrahim ağanın oğlu Hasan’ın arabasıydı.
’ Hayrola Fiko ? Yine artist olmaya mı yoksa ? ’ Keyifliydi çocuk. Biraz espri yapmak istedi.
’ Evet Hasan ağabey. Bu defa basbayağı artist olmaya gidiyorum. Hem de babamdan haberli. ’ Şaşırdı adam. Yirmili yaşlarda, iri gövdeli, esmer, kıvırcık saçlı, pala bıyıklı, sert bakışlıydı. Çocuğa doğru öyle bir baktı ki ; basbayağı korktu ve söylediklerine pişman oldu.
’ Şey Hasan ağabey ; ben sinema makinesi aldım Maça ağabeyden. Yani sinemacı oldum artık. Şimdi de İstanbul’a film almaya gidiyorum. ’ İnanamadı adam. Onlarda sinema makinesi alacak kadar para olamayacağını çok iyi biliyordu. Kahveci , cüzdanında her zaman, en çok , yüzyirmibeş lira bulunması ile meşhurdu. Her hatırlandığında, özellikle İbrahim ağa, çıkarttırıp saydırırdı kahvecinin parasını. Elle koymuş gibi, her zaman, en fazla, yüzyirmibeş lira bulunurdu adamın cüzdanında. Yani, sinema makinesi alabilmesi mümkün değildi.
’ Nasıl oldu o iş ? Parayı nereden buldunuz ? ’
’ Parasız aldık Hasan ağabey. Yani peşinatsız, taksitle. Aydan aya beş yüz, beş yüz ödeyeceğiz. Toplam altıbin lira.
’ Şüpheyle önüne dönüp başını salladı.
Eski patronundan öğrendiği gibi, trenle Haydarpaşa’ya, oradan vapurla Karaköy’e geçti. Alt geçidin sonunda, yüksek kaldırımda bekleyen dolmuşlara binerek Galatasaray’da indi. Dolmuş duraklarına en yakın, Galatasaray Lisesi’nin yan tarafında, ’ darfilm ’ vardı. Orada hem onlarınki gibi, seyyar 16mm.lik makineler, hem de büyük sinemalarda kullanılan 35mm.lik büyük makinelerin satışı yapılır, hem de 16mm.lik filmler kiraya verilirdi. 16mm.lik film kralama üzerine, en büyük, en ciddî kuruluş orasıydı. Hem depozito almadan film alamazdı oradan, hem de o köyler için Şeyhli muhtarı ve ortağı Özcan beyler aboneydi ’darfilm’e. Aynı köyler için ikinci bir kişiye film kiralamazdı orası.
Daha ileride, Bursa Sokak’ta, Park Film ( Bostancı Lunapark’ının sahiplerinin ), Savaş Film ve Konak film vardı. Bir de solda, Yeşilçam sokakta Nuş Film. En çok Nuş Film’i ve orada çalışan Hüseyin beyi iyi tanıdığı için, doğruca oraya gitti. Solda Emek Sineması, sağda Yeni Ar sinemalarını geçtikten sonraki köşenin sağ tarafında, çok eski, viraneyi andıran bir binanın ikinci katındaydı Nuş Film.
Hiç tereddüt etmeden, seçme şansını da çocuğa bırakarak, istediği bir filmi paket yapıp verdi Hüseyin Bey. Dört günlüğüne de elli lira aldı. Sevinçle uzaklaştı çocuk elindeki film paketiyle. Okul saati gelmeden Pendik’e varmıştı. Sabahleyin okul çantasını bıraktığı, öğlenleri yemek yediği lokantaya bu defa da film paketini emanet bırakarak doğruca okula koştu.
Okulda aklından ne sinema makinesi ne de aldığı film bir türlü çıkmıyor, derslere dikkatini veremiyordu. Bir an önce akşamın olmasını bekledi. Zil çalar çalmaz koşarak çıktı okuldan ve koşarak gitti filmi bıraktığı lokantaya. Kahvelerine vardığında heyecandan eli ayağına dolaşıyordu.
’ Alabildin mi film ? Becerdin mi ? ’ Babası, halâ tereddütlüydü. Çünkü İstanbul’u az çok biliyor, çocuğun parasını çaldırmasından korkuyordu.
’ Aldım babacığım aldım. İşte bak burada. ’ Heyecanla paketin bağlı olduğu ipi kesip, afişleri çıkarttı. Bitişikteki bakkla koşup raptiye aldı. Gururla astı ilk afişini kahvenin penceresine. Daha sonra kahvenin bir köşesine, tahta masalardan birini yerleştirip, üzerine de sağlam bir sandalye koydu. Makinenin yüksekte olması gerekiyordu. Yoksa ışık insanların kafasına çarpar, perdeye yansımazdı. Trafoyu masanın üzerine , opörlörü de bahçe duvarının üzerine koyup kabloları uzattı ve yerlerine bağladı. Beyaz perdesi, pikabı ve bir kaç plâğı bile vardı. Para kazandığında, en yeni en güzel plâkları almayı çoktan kafasına koymuştu. Küçük bir de mikrofon vardı ; anons yapılması için.
İlk önce mikrofonu takıp anons yapmaya başladı. O akşam, o kahvede, sinema olduğunun ilân edilmesi gerekiyordu.
’ Dikkat, dikkat ! Bu akşam , bu kahvede, son yılların en muazzam filmlerinden biri : Horoz Nuri ! Baş rollerde Vahi Öz, Öztürk serengil, Mualla Sürer, Necdet Tosun, Sami Hazinses...Sinemamız saat tam sekizde başlayacaktır. ’
Daha sonra plâk çalmaya başladı. Biraz sonra tüm kahvelerde ve mahallelerde, İncirli’nin kahvesinde ,o akşam sinema olduğu duyulmaya başlamıştı bile.
Gelen insanlar, Fikret’in bir sinema makinesi sahibi olduğuna hem şaşırıyorlar, hem seviniyorlar ve hayırlı olsun diyorlardı. Oyunların çabuk bitirilmesi, masların toplanması için acele ediyordu. Kimi kızıyor kimi de anlayış gösteriyordu çocuğa. Zaman yaklaşınca, son anonsları yapmaya başladı.
’ Dikkat dikkat ! Sinemamız başlamak üzeredir; lütfen acele edelim. Bu akşam sinemamzıda , son yılların en muazzam filmi, Horoz Nuri. Dikkat , dikkat !....’ Vakit gelmiş, oyunlar toplanmış, masalar kahvenin köşesine asılan beyaz perdenin altına taşınmış, bahçe duvarındaki opörler de içeriye, perdenin altındaki bir masanın üzerine konmuştu. Işıklar söndürülmüş ve Fikret , Bismillâh deyip filmi başlatmıştı. Yaklaşık kırk tane adam, beş- altı da çocuk gelmişti o akşam. Film başladıktan bir süre sonra, dolaşarak sinema paralarını toplamaya başladı. Büyükler bir lira, çocuklar elli kuruştu. Film başladıktan sonra sigaralar söndürülmüş, dumanın azalması sağlanmıştı.
Film iki makaradan ibaretti. Birincisi bittiğinde, beş dakika ara verildi. Işıklar yakıldı. Tüm tiryakiler sigara paketlerine sarıldı. Dumanın dışarıya çıkması için, kapı üstlerindeki pencereler, hatta kapılar bile açıldı. Arada babasıyla birlikte, çay, gazoz ve kuruyemiş servisi yaptı müşterilere. Film bittiğinde kahve çöplüğe dönmüştü.Önce makineler toplandı. Sonra da çocuk kahveyi süpürürken babası da ocaklığı ,bardakları ve çaydanlıkları temizledi. Hasılat baba- oğulu sevindirmiş ve umutlandırmıştı.
Devam edecek.
Fikret TEZAL
YORUMLAR
Lise de bir arkadaşımız artist olmaya İstanbula gitmişti o geldi aklıma.Tebrik ederim saygılarımla.