- 942 Okunma
- 2 Yorum
- 1 Beğeni
Ben yedi yaşındaydım o zamanlar..belki de altı..
Evimizin mutfağında tel dolabın en alt rafında, çilek reçeli kavanozunun arkasında duran, bugün bile parmaklarımı geçirip birbirine benzemez büyüklükteki karelerini içiçe dolamayı sevdiğim, ince iplerle birbirine bağlı filelerden ikisini kapar koşardım hadi pazara dediğinde babam.
Taze meyve ve sebzelerin gürültülü bir hengame icinde satıldığı mütevazı semt pazarındaki dolaşmalarımızın keyfinden çok, eski oynak şarkıların güftelerine oya gibi işlenmiş nakaratların ahengine benzeyen bu her Çarsamba alışkanlığında, şimdi bile adını koyamadığım bir heyecan vardı içimi kıpır kıpır eden.
Babamın o zamanlar ne de büyük gelen avucunda kaybolan elimi, babamın sıkıca tutmasıyla yetinmez, olur da babam bir bos anında bırakır ve beni çingeneler önce çalar, sonra kolumu kesip en sonra da yerlerde dilendirir diye, o zamanlar böyle korkuturlardı çocukları, gücümün yettiği kadar babamın eline yapıştırırdım.
Yazsa karpuzu, kışsa patates soğanı en sona bırakırdık elimiz ağır olmasın diye.
Annemin, unutursanız bu hafta aç kalırsınız dediği, buna rağmen babamın, alınacakların bir gece önceden düşünülerek itinayla yazıldığı kağıdı asla almadığı ve o koca listeden en az beş maddeyi unutup eve geri döndüğümüz , yine de hiç bir haftasını tuhaf sekilde aç geçirmediğimiz, ve üstelik de her akşamında neşe içinde sıcacık bir sofraya, annemin ‘hadi yemeğe’ nidasıyla koşup oturduğumuz ne güzel günlerdi.
Çocuk akşamlarımda, uykum gelmese de marş marş yatağa yollanırdım.
Radyo tiyatrosunun başladığı saate denk geliyor olmalıydı genelde bu yollanma, ki annemin diktiği pazen geceliğimi giyerken, önce tiyatroyu seslendiren sanatçıları sayan bir ses, en son da ‘efekt, korkmaz çakar’ derdi, ve ben anlam veremediğim bu cümlenin ardından ürkütücü birşeyler olacağını sanarak yorganı başıma çeker, babaannemin öğrettiği duamı etmeyi unutarak uykuya dalardım.
Ama hep de uyumazdım. Bazı geceler, ki nadiren olurdu, içerde bütün sesler kesildiğinde sessizce yatağımdan kalkar, kimsenin bilmediği bir yolculuğa çıkardım.
Dünyanın küpeştesine kah yaslanıp durduğum, kah ayaklarımı aşağı sarkıtarak oturduğum böyle gecelerde, tombul dolunaydan çatal uçlu hilale kadar butun ay ışıkları saçlarımı şefkatle okşardı .
Üzerime yağan ve bana mavi mavi gülümseyip çapkınca göz kırptıktan sonra, içinde yol aldığımız denizin fingirdek yakamozlarını öpmek için yakalamaya çalışan göz alıcı parlaklıktaki yıldızları görür, neşeyle kıkırdardım.
Dedemin güzel sesiyle söylediği çocuk şarkılarını kulağıma fısıldardı, gece ilerledikçe tenimi incitmeye çekinse de ister istemez ürperten hafif rüzgar.
‘Kızarmış ekmek, biraz da peynir, aman efendim ne güzel yenir’. Ve hemen ardından gelen şarkıyı bildiğim için ellerimi bir kaç kez çırptıktan sonra yorulup vazgeçer ama mırıldanmayı sürdürürdüm, ‘Mis kokulu sabunlarla yıkanır, pak mı olurmuş benim kızım’.
Melodi biter, dedemin sesi sislenir ve ben gözlerimi gökyüzüne kaldırarak gülümserdim bana şefkatle el sallayan Balkan göçmeni Canip beye.
Masal rengi bir gün, o zamanlar aklımın ermediği ta uzaklarda bir yerlerde doğarken, hayat gözkapaklarıma değer, tanıdığım bütün renkler gelincik tarlasına dönüşürdü.
Saçlarım kollarıma dayanmış başımdan uzak rüzgarlara doğru uçuşurken biri beni küpeşteden çeker, yatağıma götürür, üstümü usulca örterdi.
Annemin kokusuna uçuşurken içimdeki bütün salıncaklar, tuzlu, iyot kokulu, gözyaşı sıcaklığında bir uykuya dalardım.
Ne güzel günlerdi..
YORUMLAR
"geçmiş gün olur ki hayali cihan değer"
güzel kaleme alınmış bir anıydı
kutlarım
saygılarımla
Nihavend Şarkı
Ne hoş bir yazıydı bu. Zaten o eski zamanlara öykünmeye, hatta daha da olmadı bir kanat açımı kadar o anlara yakın olmayı deneyenler için hele... Tebrikle.