- 1614 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
370 - EL EHAD
Onur BİLGE
Kamil iman sahibi olmak… Tam anlamıyla teslimiyet… Kahırla lütuf arasında fark kalmayınca ruh azaptan kurtulur. Sevgilinin busesi kadar tokadı da hoş olabilmeli. Sarsılmaz bir sevgi, o kadar kolay yok olsaydı, karşılık göremeyen âşıklar akıl hastanelerine gitmesinler ya da intihar etmesinler diye birkaç tokat onlardan esirgenmezdi.
Allah, ne olursa olsun en çok sevilmeye layık! Anamızı babamızı, kardeşimizi, sevgilimizi alsa da aşkından zerre kadar eksilmez! Nimetler inerken sevecek, bir zarar geldiğinde arka mı döneceğiz!
İman etmekle iş bitmez. Sınanacak, derecelendirileceğiz. Celal’iyle sınandığımızdaki tahammülümüz, olayın arka sayfasındaki Cemal’i görebilmemiz, habl-i metin iman sahibi olduğumuzu gösterir.
Bu düşünceler içindeyken aklıma Hazreti Bilal’in imanı geldi. Onca işkenceye rağmen takiyeye gerek duymayan, aşkla inancını haykıran müminin imanı… Kızgın kumlara gömülü olduğu halde üstüne kayalar yığılan, taşlanan, çocuklar tarafından ayağına ip bağlanarak Mekke sokaklarında sürüklenen o güzel insanın sesi gelir gibi oldu kulaklarıma:
“Ehad! Ehad!..”
Aşk, öyle bir duygu ki insanı taransa geçirir. O anda acı falan da hissedilemeyebilir. Allah’ın aşkıyla yanmakta olanı ateş yakabilir mi! Muhakkak ki onu, o halle sınayan kurtaracak, hak ettiği mertebeye yükseltecekti.
Sofra kalkmış, benim odamdaki yerlerimizi almıştık. Farkında olmadan her odada aynı yerlere oturma alışkanlığı edinmiştik. Ben mutlaka pencere kenarındaki yatağımın ayakucuna, babam kapıdan girince soldaki masanın yanındaki sandalyeye, annem de sağdakine, tam karşıma…
“Başlamışken Ehad hakkında da konuşalım! Ehadiyet… Birlik… Her ne kadar Vahit’i yazarken açıklanmış olsa da onun hakkında da yazmak istiyorum.”
“Konuşalım kızım. Ehad da Vahit de tek olan Allah, yani tek yaratıcıdır. Vahit nedir, Ehad nedir? Önce bu ikisi arasındaki farkı anlamaya çalışalım.”
“Vahit, sıfatlarında tek, Ehad ise sayısal olarak tek…”
“Nasıl yani?”
“Allah birdir, eşi, benzeri ve zıddı yoktur, noksan sıfatlardan münezzehtir. Yarattığı her bir zerrede tecelli etmektedir. Her şeyde imzası vardır. Evrendeki her varlıkta birliği görülmektedir. Varlıklar, evrenin minyatürü, özeti gibidir. Birimlerde tecelli farklı ve özel olabilir.”
“Her şey, her olmuş olacak O’na bağlıdır. Her zerre ve her küre O’nun varlığını ve birliğini haykırmaktadır. Her bir şeyin çıkış ve varış noktasındadır. Bunlardan hangisi Vahdaniyet, hangisi Ehadiyet?”
“Yaratılanlar hep birbirine benzeseler de aynı sanatkârın eseri oldukları bellidir. Buna Vahdaniyet denir. Mesela, göz hep aynıdır, aynı işe yarar. Bu, Allah’ın Vahit esmasının tecellisidir. Fakat hiçbir göz diğerine benzemez. Özgündür ve yine aynı sanatkâra aittir. Bu da Ehad esmasının tecellisir. Vahdet’te çoğuldan hareketle, diğerindeyse tekilden hareketle düşünce aynı zara ulaşıyor. Tüm kar taneleri aynı gibidir ama biri birine benzemez. Tüm sesler aynı şekilde çıkar ama birbirinden farklıdır. Vahdaniyet, çokluktaki yaradılışın, Ehadiyet ise her varlığın tek zata aitliğidir.”
“Peki, insan, yaratılış itibarıyla nasıldır?”
“Tüm yaratıklardan farklıdır. İçinde âlemler gizlidir. Kâinatın yaratılış nedenidir. Tüm insanlar aynı yaratılmış gibidir. Onları Vahit olan Allah yaratmıştır. Fakat tek tek bakıldığında her birisi farklılık arz etmektedir. Bu da Ehadiyetin tecellisidir.”
“Allah, vardır, birdir, isim ve sıfatlarıyla her yerdedir ama zatıyla hiçbir yerde değildir. Mekândan münezzehtir. Düşünülemez, bilinemez.”
“Sayısal olarak tek olduğu düşünülünce, sanki bir yerdeymiş de tek başınaymış gibi bir imaj yaratmaya başlıyor beyin. O, hem her yerde, hem hiçbir yerde… Bunu anlamak zor…”
“O’nu kavramaya müsait yaradılışta değiliz. O’nu bilmek, bilememek demektir. Anlamak, anlayamamaktır. Akıl almaz, düşünceye, uçsuz bucaksız tasavvura sığmaz, küçücük kalbe sığar. Tahayyül edilemeyecek kadar yüce, herkesin ulaşamayacağı yerde, oysa şah damarından yakındır.”
“Bir yaprak, aynı ağaca ait olsa bile diğerlerinden farklıdır. Aynı ağacın iki yaprağı, iki çiçeği birbirinin aynı değildir. Farklı ve tektir. Biriciktir. Onlar, hal diliyle, kendilerini öyle tek, eşsiz, benzersiz yaratan Allah’ın birliğini, eşi ve benzeri olmadığını, yani Ehadiyetini haykırırlar. Ağaçların yapraklarının olması, onlarla teneffüs etmeleri de Vahdaniyeti anlatır. Yani kesretten kolayca Vahdet’e varılır.”
“Bir ayet var. Miraç olayının anlatıldığı ayetlerden biri… "Sonra (çok perdeler geçerek Rabbine) yaklaştı, derken daha da yaklaştı. O kadar ki, kab-ı kavseyn (iki yay) kadar veya daha da yakın oldu!" Bu ayet bana farklı şeyler düşündürüyor.”
“Nasıl farklı şeyler, baba? Miraç olayı değil mi?”
“Kur’an sadece Efendimiz için inmedi ki! Ayetler, kime hitap edilmiş olursa olsun, hepimiz için indirildi. Tüm insanlığa hitap etmekte…”
“Biz miraç mı ettik, edebilir miyiz?”
“Evet. Miraç, Allah’a yaklaşmak demekse, isim ve sıfatlarını öğrendikçe O’na yaklaşılmış olunur. Sizin yapmakta olduğunuz gibi… Esma Hüsna çalışması yapmadan önce bu kadar yakın mıydın Allah’a?”
“Önceleri okuyor, ezberlemeye çalışıyordum ama anlamlarını etraflıca bilmiyordum. Onun için de körü körüne gidiyordum. Fakat şimdi, kendimi Allah’a çok daha yakın hissediyorum.”
“Ayete dikkat et! Yaklaşmaktan bahsediliyor. Sonra daha çok yaklaşmaktan… O kadar ki kab-ı kavseyn kadar veya daha da yakın olmak, olabilmek…”
“Ne var bunda?”
“Yaklaşmak, daha da yaklaşmak… Birden değil… Aşama aşama…”
“Yani?”
“Yani senin gibi… Sizin gibi… İsimleri okuyarak, anlamaya çalışarak yaklaşmak… Daha da yaklaşmak…”
“Ve nihayet görmek!.. Onu mu kastediyorsun?”
“Çok daha yakından görmüyor musun şimdi?”
Bir kulağı bizde olan annem dışarı içeri gitti geldi, odada bir şeylerin yerlerini değiştirdi, masanın örtüsünü serdi, perdeyi biraz daha açtı… Biz hep konuştuk. O hep sustu… O hep etrafla ilgilendi. Biz bütün bunları gördük ama önem vermedik. Birbirimize baktık. Başka yerlere baktık ama bakar gibi değil… Düşünür gibi…
Biz her şeyi görüyor, her şey hakkında yeteri kadar bilgi ediniyoruz. Fakat hiçbir şeye, aslını görmek, gerçeğine ermek, sırrını çözmek için bakmıyoruz. Yaratılanlar hakkında ne kadar bilgimiz olursa olsun, eşyanın hakikatinden habersiziz. Kendimizden bile habersiz…
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 370
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.