- 620 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
SİNEMACI fikret - 38
Artık kimseye ’’ Benim annem yok ! ’’ demeyecekti. ’’ Behice hanımın Fikret’i ’’ ydi o ! ’’ Bu da ona inanılmaz bir moral, kendine aşırı bir güven aşılamıştı. Behice annesinin de ondan tek isteği vardı, tıpkı İlhan annesinin isteği gibi ; mutlaka okuması. Bunu da yine kendisi için istiyorlardı. Kurtuluş, onun için okumaktaydı, sadece okumakta. Anneleri de onun kurtulmasından başka bir şey arzu etmiyorlardı zaten. Gerçek annelik buydu aslında . Anneler evlâtlarını karşılıksız severler ve onlardan her ne isterlerse, sadece onun iyiliği için isterlerdi.
Ertesi gün ders arasında öğretmenler odasına çağrıldı. Oraya getirilen bir terzi ölçülerini aldı. Takım elbise dikilecekti Fikret’e. Hayatında ilk defa ısmarlama bir takım elbisesi olacaktı yakında. Aynı gün, Behice annesi ona, hediyelik renkli kitaplar, kalemler, defterler hediye etti. O kadar mutluydu ki çocuk ; o şimdi okumayı herkesten çok istiyordu. Mutluluktan da ayakları yerden kesilmiş ve uçuyor gibiydi artık.
Ramazan bayramına yetişti ısmarlama takım elbisesi, kumaş paltosu ve kauçuk tabanlı iskarpin ayakkabıları. O bayramda, o elbise , palto ve ayakkabılarla gezmeye doyamadı çocuk. Doğduğu tepeören köyüne, akrabalarının yaşadığı Mollafenari ve Cuma köye kadar gezmeye, ziyaretlere gitti. Kıyafetlerini tüm dünyaya göstermek istiyordu.
İlhan öğretmeni evlenmişti. Arada onu ziyerete gidiyordu. Bu ziyaretlerden birinde, hatta hepsinde, öğretmeni ona, akşamları geç kalıp da köye gidemediğinde, onda kalabileceğini tembihliyordu. Bir akşam , minibüsten babasına haber yolladı çocuk. O akşam İlhan öğretmeninde kalacaktı. İlhan öğretmen tereddütsüz kabul etti. İçeriye buyur edip güzel karşıladı onu. Akşam olduğunda Güngör eniştesi ile tanıştı. Çok şeker biriydi o da. Tıpkı öğretmeni gibi iyi ve sevecen davrandı ona. Yemekte , babasının merak edebileceği hatırlatıldığında Fikret ’’ Ben haber yolladım minibüsle ’’ deyince, çocuğun aslında minibüsü kaçırmadığı ve sırf bir akşam orada kalmak için bunu yaptığı anlaşıldı. Hoş karşıladılar ; gülüştüler. En azından babasının merak etmeyeceğine de sevindiler. Rüyasında İlhan öğretmenini annesi yerine koyduğu güzel bir gece geçirdi orada. Sabahleyin kahvaltıdan sonra, kütüphanede ders çalışmak için yine erken ayrıldı evden. İlhan öğretmen de artık Kurtköy’de değil, Pendik İlkokulu’nda görev yapıyordu.
Arada sırada okul bahçesinde rastladığı Ferruh ağabeyine bir süre sonra rastlamaz oldu. Arkadaşlarından okulu bıraktığını öğrendi. Ferruh siyasete karışmış, DEV-GENÇ’in kurucuları arasında yer almış, yakın zamanda da Ülkücüler tarafından, sırtından, bıçakla yaralanmıştı.
Yıl sonu geldiğinde, çok dersten başarılı olduğu halde, bir tek Tarihten kurul kararıyla sınıfını geçti Fikret. Köylerden gelen on civarında öğrenciden, o yıl sınıfını geçebilen tek öğrenci olmuştu. Bu yüzden de köylerde reklâmı çabuk yayılıp, takdir toplamıştı. Tabii bununla en çok gurur duyan da babası oldu. Mukaddes’e gittiklerinde karnesini yanında götürdü. Evdekiler onu tebrik edip hediyeler, paralar verirlerken Mukaddes’in içini derin bir hüzün kaplamıştı. İçinde, küllendirilen okuma ateşini yeniden hissetmeye başladı. Odasına çekilip sessizce uzun süre ağladıktan sonra, yapabilecek hiç bir şeyin kalmadığını, kaderine razı olması gerektiğine inanıp babasıyla kardeşinin yanlarına döndü ve hiç bir şey yokmuş gibi ilgilenmeye, gülmeye, eğlenmeye çalıştı onlarla birlikte.
Ferruh evden, annesinden kopmuştu artık. DEV-GENÇ’in bir neferiydi ve tüm zamanını örgüt faaliyetlerine ayırıyor, bazen Türkiye’yi dolaşıyor , bazen de yurt dışına , dağlara, eğitim almaya bile gidiyordu. Ülkenin sömürüldüğüne, soyulmaya başladığına, halkın büyük bir çoğunluğunun, küçük bir azınlık tarafından ezildiğine, ülkenin bağımsızlığını kaybetmeye başladığına yürekten inanmış, kendini halkın bu durumdan kurtuluşuna adamıştı. Artık ne annesi, ne kardeşleri onu çok fazla ilgilendirmiyordu. Ezilen, sömürülen tüm halk onun anası, bacısı, kardeşi idi. Öyleyse mücadele tüm ezilen halk için olmalıydı. O da şimdi bunu yapmaya çalışıyordu.
Fikret için yaz tatili çalışmak demekti yine. Kemâl beyler artık onu tatile götürmekten hiç söz etmediler o yıl. Sadece köyden arkadaşı olan Orhan’ın babası, Bayramoğlu’na denize giderlerken yanlarında onu da götürdü. Bu da çok mutlu ediyordu çocuğu. Diğer kahveler çoktan buzdolabı almışlarken onların gücü olmadığından, gazozları yine kuyuda soğutmaya devam ettiler. Kahvenin kirası elektrik tesisatı yüzünden oldukça artırılmıştı. Babasının daha çok para kazanması gerekiyordu. Her akşam bir köydeki sinemaya kuruyemiş satmaya gidiyordu çocuk aslında, fakat babası bu defa da kahvenin önünde üzüm, kavun, karpuz satmaya başlamıştı. Hatta , kahvenin bahçesindeki kuyunun yanına kurulan karpuz sergisinde, geceleri Fikret yatmaya başladı. Güya, çalınmasın diye karpuzlara bekçilik etmiş oluyordu.
O yaz köyde çok enteresan bir olay oldu. Bir film ekibi, çekim için geldi köye. Tüm ekip de Fikret’in babasıyla yaşadığı kahvede ve bahçesinde konakladı. Uğur Film ekibiydi. Yönetmen Orhan Elmas. Oyuncular ; Fatma Girik,, Tugay Toksöz, Cenk Er, Sırrı Elitaş, Gülten Ceylân, Nezihe Güler, Ahmet Kostarika, Atıf Kaptan. Filmin adı : Ezo Gelin. Filmin çoğu sahneleri Kilis’te çekilmişti aslında. Özellikle demirci dükkânı sahneleri için Kurtköy’e gelinmişti. Hasan ustanın demirci dükkânı o sahneler için uygun bulunmuştu. Onları gördüğünde, artistlik hevesi yeniden canlandı çocuğun. Onlara yaklaşmaya, konuşmaya çalıştı. Hatta kahveden biri ’’ Bizim ufaklığı da artist yapsanıza ! ’’ deyince daha da bir heveslendi çocuk. Bahçede çekim sıralarını bekleyen biraz yaşlı Nezihe Güler ile genç Gülten Ceylân yanlarına çağırdılar çocuğu. Kucaklarına alıp sevdiler, okşadılar.
’’ Artist olup da aç kalmak mı istiyorsun oğlum ? ’’
’’ Bak şu genç adam, çok ünlü bir yönetmenin akrabası. Bu ekipte de ışıkçılık yapıyor. Elektrik faturasını ödeyememiş, sabahtan beri para arayıp duruyor. İşte bizim çoğumuzun durumu bu ! ’’ deyince şaşırdı çocuk. O, artistlerin çok para kazandıklarını, bolluk içinde yüzdüklerine inanıyordu.
’’ Peki, Fatma Girik, Tugay Toksöz de mi az para kazanıyor ? Onlar da mı ödeyemiyor elektirk paralarını ? ’’ diye sorunca gülüştüler.
’’ Onlar başka tabii. Onlar bayağı para kazanıyorlar. ’’
’’ Ben de onlar gibi olurum. Baş rollerde oynarım. Çok para kazanırım ! ’’
Tugay Toksöz gülüşmelere tanık olmuş, çocuğun söylediklerini de duymuştu.
’’ Neden olmasın. Baksanıza şu yakışıklılığa ! ’’ deyince, koşarak ona gitti çocuk.
’’ Tugay ağabey ; sen bana yardımcı olur musun ? ’’
’’ Olurum olurum ! ’’ dediğinde umutlandı çocuk.
Çekimleri tüm köy halkı sinema seyreder gibi seyrediyordu. Demirci dükkânının tam karşısındaki meydanda sandalyesini alan toplanmış, çekirdek çıtlatarak merakla izliyorlardı. Tugay Toksöz ve kardeşi Cenk Er, Hasan usta ve oğlunun yerinde, körük çekiyor, demir dövüyorlardı. Fatma Girik ağzında sakızla, dükkânın camından görünüyor, Tugay Toksöz aldığı işaretle dışarı çıkıp onunla buluşuyordu. Bir sahnede Sırrı Elitaş ile Tugay Toksöz dövüşüyorlar, Sırrı elitaş’ın başını, sıcak demirlerin soğutulduğu pis su yalağına sokup sokup çıkarıyordu. Bu çekimin sonunda, o pis suya kafasının sokulmasına uzun süre isyan etti Sırrı Elitaş. Yönetmen Orhan Elmas, halkın ilgisinin gürültülü olmasına sık sık isyan edip bağırıyordu. Bir ara demirci dükkânının tam karşısına biriketten bir duvar inşa edilmeye başlandı. Bunu yapması için köyden Muharrem usta tutulmuştu. Dükkânın ön cephesinin bir kopyasıydı yapılan ve bir sahnede yakıldı. Jandarma komutanı rolünde oynayan yönetmen Orhan Elmas, Tugay Toksöz’ün Kore’de şehit olduğu haberini babası Atıf Kaptan ’a söylediğinde adam kalp krizi geçirdi. Onu sırtına alan Fatma Girik, Konyalı’nın kahvesinin arkasındaki futbol sahasında taşımaya başladı. O küçücük Fatma Girik’in, oldukça iri yapılı Atıf kaptan’ı sırtlamasına herkes çok şaşırmıştı. O top sahası Kilis olarak gösterildi ve hastahaneye gidiliyordu.
Çekimler bitip de ekip gittiğinde çocuğun artist olma duyguları tavan yapmıştı. Artık okumak değil de artist olmak istiyordu. Çünkü herkes tarafından tanınmak, takdir edilmek, şöhret olmak çok güzel bir şeydi. O zaman sefil olmaktan kurtulacak, belki de bir evleri bile olup kahve köşesinde yaşamaktan / sürünmekten kurtulacaktı. Konuşmaya bile çekindiği, âşık olduğunda kimselere söyleyemediği kızlar, belki o zaman onun peşinden koşacaklar, sevgili olması için can atacaklardı. Evet, evet ; mutlaka artist olmalıydı. Ama nasıl ?
Devam edecek.
Fikret TEZAL
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.