- 1366 Okunma
- 19 Yorum
- 1 Beğeni
Bana Oğlumu Ver...5
Hürriyetine kavuşan İsmail Bey, bir süre amaçsızca, ne yapacağını, nereye gideceğini, kimlere sığınacağını bilmeden, büyük bir karmaşa içindeki Almanya’nın güney batı bölgesinde gezindi durdu. Amerikan ordusunun, kendilerinin boşalttığı kamplara Alman askerlerini toplamalarına, hatta, bazılarının anında infaz edilmelerine şahit oldu. ABD yönetiminin, sadece askerleri değil, tüm Alman halkını açlık ile terbiye etme kararı alması nedeni ile, İsmail Bey için de Almanya topraklarında barınmak, karnını doyurmak oldukça zor hale geldi.
Kendi memleketine, ailesinin yanına dönmesi de asla mümkün değildi. Onun kaderine, ölünceye kadar ailesinden, çocuklarından ayrı yaşamak, belki de yabancı memleketlerde, başka bir kimlikle hayata gözlerini yummak yazılı idi.Bu garip, sevimsiz ve insanın içini burkan durumu açıklayabilmek için, tekrara savaş yıllarına dönmemiz, Türkler açısından bu vahim olaya bir kez daha göz gezdirmemiz gerekiyor.
Almanya, SSCB’ne savaş açtığında Stalin, yönetimi altındaki Türk milletlerinden iki milyon civarında asker toplamış; aslında askerlikle hiç bir ilgisi olmayan bu insanları, iki hafta gibi kısa bir zaman zarfında eğitime tabi tutmuş, sonra da Kızıl Ordunun önünde, adeta kalkan vazifesi görsünler diye cepheye sürmüştür. Savaş başladığında, Kızıl Ordunun pek hazırlıklı olmadığını daha önce belirtmiştik. Bu nedenle, ilk Alman saldırılarında bozguna uğramış, geri çekilmek mecburiyetinde kalmıştır. İşte bu geri çekilme gerçekleşirken, ön saflarda yer alan Türklere, bulundukları mevzileri asla terk etmemeleri emredilmiş, emre itaat etmeyenlerin kurşunlanacağı bildirilmiştir.Türkler, böylece İki ateş arasında kalmış; yıllardır zulüm altında yaşadıkları Sovyet yönetimi için öleceğine, Alman ordusuna teslim olmayı yeğlemişlerdir. Almanlar, savaşın bu ilk hamlelerinde, bir milyon civarında Türkü esir almışlardır.
Bu esirlerin bir kısmı, götürüldükleri esir kamplarında Yahudi sanılarak öldürülmüş, bir kısmından ise daha sonra Sovyet ordularına karşı savaşmak üzere Lejyoner birlikleri oluşturulmuştur. Türkler, Sovyet istilası altındaki memleketlerini bu sayede boyunduruktan kurtarabileceklerini, bağımsızlıklarını kazanabileceklerini zannetmiş, Alman saflarında, vatanları uğruna gözlerini kırpmadan ölüme gitmişlerdir. Ama, işin aslı asla onların zannettikleri gibi değildi ve Hitler’in onlara bağımsızlık tanıma gibi bir niyeti yoktu.
Yukarıda saydığımız nedenlerle Stalin, Almanlara esir düşen tüm Sovyet askerlerini vatan haini ilan etti. Ele geçirdiklerini de, sorgusuz sualsiz kurşuna dizdirdi. En büyük düşmanı da Türklerdi. Bu nedenle, Almanlara yardım ettikleri bahanesini öne sürerek,12 Ekim 1943’de Sovyetler Birliği Yüksek Sovyet Prezidyumu’nun aldığı bir kararla, ilk önce 2 Kasım 1943 tarihinde Karaçay Türkleri topyekün sürgüne gönderildi. Aynı karar 1944 yılı Şubat ve Mart aylarında Çeçen-İnguşlara ve Malkarlılara uygulandı. 18 Mayıs 1944 tarihinden itibaren de, Kırım Tatarlarının sürgün edilmesi başladı. Stalin, tüm Azerbaycan halkını da sürgün etme niyetindeydi ancak, Azerbaycan Komünist Partisi Genel Sekreteri Mircafer Bağırov’un iknası sonunda bu fikrinden vazgeçmiştir.
Yalta Antlaşması, savaşa dahil olan Türkler için tam bir felaket doğurmuştur. Stalin, Almanlara esir düşen tüm Sovyet askerlerini geri istemektedir. Müttefik devletlerin elindeki Rus kökenli esirler, Sovyetlere geri iade edilmek istemediler. Stalin’e teslim olmaktansa, intihar etmeyi tercih edenler çokça olmuştur. Ruslar ise, geri aldıkları tüm askerleri anında infaz ettiler.İnsanlık suçu sayılan bu olay, nedense tarihte çok dillendirilmedi. Amerikalılar ve İngilizler çok sayıda esirin bu şekilde katledilmesine seyirci kaldılar.Hatta, Türkiye Cumhuriyeti hükümetinin bile bu konuda sabıkası bulunmaktadır. Yurt dışında yaşayan Türkler, Yozgat Kampından toparlanıp, Iğdır’ın Boralan köprüsünde Ruslara teslim edilen 1100 Türkün, hemen oracıkta, Türk yetkililerin gözleri önünde kurşuna dizilmesini asla unutmamışlardır.
Durumun vahametini fark eden ABD Avrupa birlikleri kumandanı Eisenhower, esirlerin kendi istekleri dışında iade edilmemesi emrini vermiştir ama, o ana karar binlerce Türk, Kızıl Ordu tarafından kurşuna dizilmiştir. Bu sebepten dolayı Almanya’daki Türklerin bazıları, ülkenin kuytu bölgelerine sığınmış, Sovyetlere iade edilmemek için kimliklerini gizleyerek yaşama gayreti içine girmişlerdir.
İsmail Bey, Almanya’da bulunmanın tehlike arz ettiğini, her an yakalanıp geri iade edilebileceğini fark etmiş, bulunduğu bölgeye en yakın ve savaşta tarafsız kalmış ülke olan İsviçre’ye kaçmaya karar vermiştir. Zaman kaybetmez, yorucu, zahmetli ve maceralı bir yolculuktan sonra önce İsviçre’nin St.Gallen, daha sonra da sırası ile Zürih ve Bern şehirlerine gitti.
İsmail Bey, sudan çıkmış balık gibi önceleri ne yapacağını, nasıl yaşayacağını bilemedi. Parasız pulsuz, aç sefil vaziyette, Bern şehrinin varoşlarında oradan oraya gezindi durdu. Bulabildiği kadar yedi, uyuyabildiği kadar uyudu. Soğuktan gücünün yettiği kadarıyla korunabildi. Açlık, sefalet, yokluk ve ölüm korkusu, esir kampının kıramadığı yaşama direncini kırmak üzereydi ki; kaderi, karşılaştığı bir İsviçre’li sarrafla ansızın değişiverdi.
Arkadaki büyük dış kapı, işkence çekercesine, iç gıcıklayan bir ses ile açıldı ve hemen ardından da Babuşka’nın aheste ayak sesleri duyuldu. Kontrol saati gelmişti. Her gece, hasta dahi olsa, yatmadan önce bizi ziyaret eder, pek anlamadığımız Rusça’sı ile uzun uzun bir şeyler anlatırdı. Hiç bir kelimesini anlamadığımız halde büyük bir dikkatle dinler, arada anlıyormuş gibi başımızla tasdik edeci hareketler yapardık. Anlamamıza gerek de yoktu zaten. Çünkü onun tüm düşüncelerini, sevimli yüzü ve şefkatle pırıl pırıl parlayan gözleri detaylı olarak anlatmaktaydı. O gece yine arkamı sıvazladı, yine sevgiyle gözlerime baktı. Kirpiklerimdeki hafif ıslaklık dikkatinden kaçmamıştı. Eğildi, yüzümü merakla inceledi bir süre. Kendi dilinde ;
-Ne oldu? diye sordu.
Problem olmadığını anlattım el işaretlerimle. Ap ak olmuş saçlarını gülümseyerek okşadım. Kolumu omzuna attım, her akşam yaptığım gibi, yanağına iyi geceler öpücüğümü kondurdum. Sonra da dış kapıya kadar geçirdim kendisini. Eski merdivenin trabzanına tutunarak yavaş yavaş inerken durdu ve geri döndü. İki elinin avuç içlerini birleştirerek sağ yanağına yasladı. Hadi uyuyun artık diyordu sevgili Gürcü ninem…
Yağmur dinmiş, havayı güzel bir toprak kokusu sarmıştı. Balkonun önündeki büyük ağacın geniş yapraklarından yağmur suları hala beton zemine damlamakta, oradan da sıçrayıp çoraplarımı ıslatmaktaydı. Küçük jeneratörümüz soluk soluğa çalışmaya devam ediyor, görevini sonuna kadar yapmak için tüm gücünü sarf ediyor gibiydi. Başımı kaldırdım, gökyüzünde bir şeyler aradım. Belki memleketimden de gördüğüm, tanıdık bir yıldız gözüme çarpar diye düşündüm herhalde. Ama hala kara bulutlar Poti semalarını tek etmemişti. Yağışın devam edeceği belliydi...
-Çölde mi yatacaqsan?
-Geliyorum!...
Kapının gıcırtısı ile savurduğum küfür birbirine karıştı. Bu kapıyla bir türlü başa çıkamamıştım. Bana inat her gece bildiğini okuyor, yağlama, yıkama, destekleme kar etmiyordu. İnadı tutmuştu bir kere ve o da benim gibi Karadenizliydi…
Şamil Bey, bir taraftan çayları doldurmakta, bir yandan da kendi kendine söylenmekteydi.
-Ne kadersiz adammış şu yazıq atam!... diye mırıldandı kendi kendine.
O sabah yine her zamanki gibi yarı aç, yarı tok, işsiz güçsüz Bern sokaklarında geziniyor, üç beş kuruş ekmek parası kazanabileceği,ya da karnını doyurabileceği bir iş arıyordu İsmail Bey. Kaç gündür doğru dürüst bir lokma geçmemiştir boğazından, açtı, perişan vaziyetteydi.
Dalgın dalgın yürürken, hızla açılan bir kapıdan fırlayan bir adam, oldukça şiddetli bir şekilde kendisine çarptı, her ikisi birden yere yuvarlandılar. İsmail Bey’in kafası elektrik direğine değdi, oldukça ciddi bir şekilde yaralandı. Kendisine çarpan adam da hemen yanına yuvarlanmış, elindeki çanta ileriye doğru fırlamıştı. Adam, kendini çabuk toparladı, çarptığı adamla hiç ilgilenmedi,telaşla çantayı aramaya başlamıştı ki; binanın kapısından eli silahlı başka bir adam fırladı bu sefer. Silahı gören adam, çantayı aramaktan vazgeçti, seri bir hareketle sokağı köşesin dönerek, hızla olay yerinden uzaklaştı.
Eli silahlı adam, önce çantayı yerden aldı, sonra kanlar içinde yatmakta olan İsmail Bey’in yanına geldi. Elinden tutarak ayağa kaldırdı, kanamakta olan başını yokladı,koluna girerek binanın içine götürdü. İsmail Bey’in değil yürüyecek, ayakta duracak mecali yoktu. Gözleri kararıyor,başı dönüyor, bin bir güçlükle adım atabiliyordu. Onu bir koltuğa oturttular, başındaki yarayı pansuman ettiler, karnını doyurdular.
Monsieur(Mösyö) Leon, Fransız asıllı bir İsviçreliydi. Kendisi, Bern şehrinin önemli sarraflarından biriydi. 2.Dünya savaşı boyunca bile, Kornhaus Platz meydanındaki iş yeri aktif olarak çalışmış, elindeki avucundakileri yok pahasına bozduran göçmenler sayesinde işlerini inanılmaz boyutlarda büyütmüştü. O gün, iş yerine dalan bir soyguncu, bıçağını çalışanların birinin boğazını dayamış, vitrindeki mücevherlerin bir kısmını doldurduğu çanta ile dışarı fırlamış, telaş içinde kaçmaya çalışırken de İsmail Bey ile çarpışmıştı. Arkasından eli silahlı fırlayan Monsieur Leon, adamı kaçırmış ama, İsmail Bey sayesinde mücevherlerini kurtarmıştı.
İsmail Bey’in hazin hikayesini dinleyen Monsieur Leon, o günden sonra onu hiç yanından ayırmadı. İş yerinin bir köşesinde kalabilmesi için bir yer tahsis etti. Nüfusunu kullanıp, ülkeye iltica etmesini sağladı. Onun, yeni bir isimle, yeni bir hayat kurmasına yardımcı oldu. İsmail Bey de,çok gayret sarf etti, kendini sefaletten kurtaran işverenine layık olabilmek, minnet borcunu ödeyebilmek için gecesini gündüzüne kattı. İşvereni de onun bu gayretine kayıtsız kalmadı. Mesleğinin tüm inceliklerini, en detayına kadar anlattı,öğretti ona. İsmail Bey, İsmail Mehmetli olarak, orada, yeni vatanında, memleketinden uzak, sevdiklerinden uzak, çok uzun yıllar yaşadı. Her geçen gün memleket hasreti büyüdü içinde, sevdiklerinin hasreti, dilinin hasreti, dininin hasreti…
Gün geldi, Stalin ölüp gitti ama, İsmail Bey’in içindeki öldürülme korkusu asla ölmedi. Seneleri KGB den saklanmakla, KGB den korkmakla geçti. Çalıştığı küçük bölüm hem atölyesi,hem de eviydi. Pek dışarı çıkmaz, kimselerle konuşmaz, asla kimseyle göz göze gelmezdi. Arada bir Bern’i sarıp sarmalayan Aare nehrinin kenarında oturur; Alplerin doruklarından kopup gelen, durgun, duru ve soğuk akan suya bakışlarını sabitler, zamanın hafızasına acı ile kazıdığı hatıraların derinliklerinde kaybolur giderdi.
Bir gün patronu yanına çağırdı onu. Elini omzuna koydu ve dedi ki;
-Bak İsmail!...Bize çok emeğin geçti. Yıllardır ne para sordun, ne yemek sordun, ne üst baş sordun. Gece gündüz çalıştın. Çok konuşmadın, çok dinledin. Hiç gülmedi yüzün; ağladığını da görmedik ama, ben bilirim ki senin yüreğin yanmakta. Burada, bu yabancı memleketlerde her gün biraz daha erimektesin. Savaş biteli yıllar oldu, senin içindeki kendinle savaşın bir türlü bitmedi. Artık buralarda durman sana azap, bize üzüntü olacaktır.
-Gidecek bir yerim yok! Dedi başını öne eğerek. İçi burkuldu, gözleri doldu. Ben bir vatansızım diye düşündü. Ölünce gömüleceğim küçük bir toprak parçasına bile sahip değilim!...
-Hayır,var!... Dedi patronu.
-Artık vatan diye toprağını öpebileceğin,sabahları çok sevdiğin ezan sesini dinleyerek uyanabileceğin, ibadet için gidebileceğin mabetleri olan; dilini konuşan, gözlerinde ve sözlerinde kendini bulabileceğin; bayramları bayramın, cenazeleri cenazen, sevinçleri sevincin olacak insanların yaşadığı bir yer var. Şayet gitmek istersen, inan hepsi seni bağırlarına basmaya hazır beklemekteler...
İsmail Bey, kulaklarına inanamadı önce. Anlatılanlar rüyasında dahi görmesinin mümkün olamayacağı şeylerdi. Gözleri fal taşı gibi açılmış, sessizce patronunun ağzından çıkan kelimeleri yakalamaya çalışıyordu. Daha fazla ayakta duramadı, sendeledi ve olduğu yere yığılıverdi. Heyecandan bayılmıştı…(Devam edecek)
Bir tutam hayat-03.02.2014-Azerbaycan
YORUMLAR
Tutsak Türklerin kurşuna dizilmeden önce söyledikleri bir ağıt şöyle:
Boraltan bir köprü, aşar geçer Aras’ı,
Yuğsan Aras suyuyla, çıkmaz yüzün karası.
Karası, karası, merhamet fukarası,
Karası, karası, merhamet fukarası,
Düşman bekler karşıda, önüne kattı beni,
Can alınan çarşıda, kardeşim sattı beni.
Dönüp seslendim geri, merhametsiz birine,
Beni siz vursaydınız, şu gavurun yerine.
Bir tutam hayat
Güçlü devlet olamadın mı,
kardeşin de satarsın, çocuğunu da...
Güzel katkınıza teşekkür ederim.
Böylesine değerli bir kaleme nasıl hitap ederek başlamalı bilemiyorum. Şöyle bir bakmak için girdiğim sitede sabahtan beri yazılarınızı okurken buldum kendimi. Soluksuz okuyorum adeta. Yakın tarihimizde çokta bilinmeyen bir konuya değinmişsiniz; Mavi Alay! Bu konu ile ilk kez Zülfü LİVANELİ'nin "Seranat" romanında karşılaştım ve daha önce bilgi sahibi olmadığım için utandım. Balığı gördüm ya bir kez, hemen daha derine daldım soluğumu tutarak. Coşkun İNCE'nin "Mavi Alay Giri Aşk" kitabına ulaştım. Bir solukta ve göz yaşları ile okudum. Yazınızda Almanlara karşı kullanılan Türk asıllı lejyonerler konusu geçince yine aklıma geldi. Bu kitabın devamı yazılacaktı. Hemen araştırdım ve buldum. Çıkmış! "Aşk acıtır, savaş yakar" İşten çıkar çıkmaz ilk işim bu kitabı alıp okumak olacak. Stalin'e teslim olmaktansa Aaare nehrine el ele tutuşarak atlayarak ölümü seçenler, Trenlere bindirilerek vagon kapıları çivilenen ve savaş nedeni ile tüm demiryolları tahrip olduğundan Türkiye üzerinden taşınan, bir umut soydaşları tarafından kurtarılmayı ümit eden ama günün şartları gereği ölümün kucağına yollanan insanlar... Yine içim acıdı, önümde çayım, sıcacık ofisimde bu satırları yazarken. Bir de Kırım Türklerinin sürgününü anlatan "Salkım söğütlerin gölgesinde" kitabı.Fırat SUNEL tarafından yazılan bu nadide eser de konuyu merak edenler tarafından mutlaka okunmalı. İyi ki güne düşmüşsünüz. Bütün günümü aldınız, iyi de oldu. sadece anlatımınızın mükemmelliği değil, verdiğiniz tarih dersi de mükemmel. Sağolun, varolun.
Bir tutam hayat
İlk kez araştırma yaparak bir hikaye kaleme alıyorum.
Oldukça zor bir olay.
Bu hikaye sayesinde, ben de çok şey öğrendim yakın tarihimizle ilgili.
Anlattığınız konuların her birine ulaşmış ve bilgi sahibi olmuştum.
Hikaye çok uzamasın diye bir çoğuna değinmedim, ya da kısa cümlelerle geçtim.
Yazdığınız kitapları alıp okuyacağım ben de.
Gerçekten acı ama ilgi çekici bir konu.
Çok teşekkür ediyorum tekrar bize ayırdığınız zaman için.
Türk ne Rusa yaranabilmiş ne de Almana. Tabiki sebepleri var, özgür olmamaları birinci neden olabilir.
Bir tutam hayat
Türkler esarete dayanamıyorlar.
Çok acı çektiler bu nedenle.
Teşekkür ederim güzel yorumunuza.
biliyorum geç oldu
ama
inan dostum sakin kafayla okumak istedim
bir de sayfama düşmüş ama ben uzunca zaman girmeyince arada kaynamış
kusura bakma
yazı
yorumsuz bence o kadar güzel anlatıyor
anlattırıyorsunuz ki
yazı boyunca okuru alıp kendi dünyanızın içine hapsediyorsunuz.
tebriklerimle dost
sanırım devamı bir iki güne kadar düşer
bu arada savaşın galibinin olmadığını
en azından ezilenin galip gelemeyeceğini bir kez daha anlıyoruz
tebriklerim gecikmeli de olsa
her daim samimi
Bir tutam hayat
Erken, ya da geç gelişin, yada hiç uğramayışın önemli değildir.
Zira biliriz ki;
her zaman destekçimiz, yüreklendirenimizsin.
Varlığın yeter.
Bu günlerde seyrek düşmeye başladın sayfaya.
Bu bir hayat ..ne zulum görmüş insanlık, bu insanların elinden...nereden nereye geldi Türkiyem ...Osmanlı adaletinde insanca yaşayanlar, Osmanlı çökünce;( pardon çöktürülünce) kana bulandı...şeytanın çocuklarıydı ,diktatörler..içlerinden biriside Atatürkün ölümünden sonra Türkiyenin karanlıklar içinde kalmasını sağladı ki tarih her ne kadar kapatılmaya çalışılsa da malesef güneş balçıkla sıvanamaz ...Bir gemi dolusu buğdayı denize döküp, Türk halkını karne ile ekmek almaya mecbur bırakanlardı bu diktatörler tek adam olma gayreti içine girmeye çalışsada kursağında kalmıştı bu heves.. 1939-1952 dönemine kadar tek partili dönem sürekli getirilmeye çalışılmış ve demokrası uğruna çok demokrasi şehitleri verilmiştir...1961.1972 ve 1980 bu karanlık dönemin uzantıları...
Stalin ve Hitlere, Atatürk yaşasaydı boyun eğmezdi, ...Malesef içimizden çıkan vatan hainleri oldukça Türkler bu zulme veya benzeri zulumlere uğratayacaktır..Kıbrıs gibi..bosna hersek gibi...daha niceleri..şimdi dünyada müslüman katliamı var... :((
Stalin hayranları ve ermeni hayranları bu ülkede çok... olduğu müddetçe de sol eller sürekli havaya kalkacaktır:)))...buda dış güçlerin ülkemizdeki misyonları ve vizyonlarının sonucudur...
İsmail beyin kaderinde ölüm değil kalıp vaad edilen yaşamında ve biçilen rollerindeki mücadelesinde torunlarına anlatabileceği yaşam öyküsü olacaktır elbet...ve anlatırken akıttığı göz yaşlarında insanlık akacaktır...ve biz içimiz burkula burkula okuyup yaşayacağız
Ders alanlar Liderlerlerinin değerini anlıyacaktır..bu yüzden Osmanlının her sultanı benim liderimdir..Atasını bilmeyenlere çok üzülüyorum üzülüyorum derken acıyorum..acımak bildiğiniz türden hani!
Şamil beyin babasının hayat hikayesini merakla bekliyorum... kaleminle var ol..o kadar akıcı ki..saygılarımla esen kalınız
Bir tutam hayat
Hayat bir süreç, devam etmekte.
Biri geliyor, biri gidiyor işte.
Devletler kuruluyor, devletler yıkılıyor.
Diliyorum,
atalarımız gibi,
boyunduruk altında yaşar milletimiz var oldukça.
Burada,
Azerbaycan'da,
bu durumun acı izlerini görebilmekteyiz.
Dilerim,
gerçek liderleri nasip eder Mevlam memleketimize, milletimize.
Gölge liderleri değil.
Bir tutam hayat
İyi ki defter var,
iyi ki buradaki kalem dostlarını tanıdım diyorum.
Çok teşekkür ediyorum her birine.
Çıkarsız, karşılıksız, dürüst dostluklarına.
Sağ ol dostum.
tarihden bilmediklerimze ayna bilgiler
ki bilirim ki gerçektir...
ve duygusal ağırlığı ile
yine bizi sayfaya mıhlandık kaldık....
teşekkürler şairim
siz yazın biz okuyalım hep
her dem saygı ve selam
Bir tutam hayat
hikayeye nasıl uyarlanır bilemiyoruz
Okuyucuyu çok sıkmasın diye çok detaya inmiyoruz.
Bilemiyorum,
bu tarihi bilgiler, hikayenin özünü menfi yönde etkiliyor mu?
Güzel, destekleyen, yüreklendiren yorumlarınıza teşekkür ediyorum şairim.
Öykünüz, uzun öyküye son kulvarda kalktığı hızla da eğer öykünüzdeki kişilikleri billurlaştırıp, hayatlarına bazı girişler yapsanız ve eğer anlatıcı olarak yer aldığınız tarihi çözümlemelerde taraf olmaktan kurtulmak için olayları yaşayanın ağzından aktarmış olsaydınız güzel bir romanın çatısına dönüşebilirdi. Tabi bu iğnelemem öykünün sürükleyiciliğini de teslim etmeme bir engel teşkil etmiyor.Kaleminize sağlık...
Bir tutam hayat
Kişilerin hayatlarına biraz daha girmeyi ben de arzuladım ancak,
hikayenin çokça uzamasını okuyucuyu sıkar diye düşündüm sözün doğrusu.
Eğer bu hikayeyi ilerde romana dönüştürmeyi düşünürsem,
bu önerilerinizi dikkate alacağımı bilmenizi isterim. O zaman çok daha detaya girebilir, olayları da, kahramanımızın ağzından aktarmayı deneyebilirim.
Aydınlatıcı ve yol gösterici yorumunuza teşekkür ediyorum.
Bazı bilmediğim tarihsel gerçekleri okumak, inanın tüylerimi diken diken etti.
İnsanları şu milletten diye katletmek, istemediği cephelerde savaşmak, esir düşmek ve
yabancı bir ülkede zorunlu kalmak. Yine de bir yardımsever insanın desteğiyle yaşamak da güzel..
Devamını ilgiyle bekliyorum.
Gerçekten güzeldi, her açıdan ele alarak yazıyorsunuz..
tebrikler,
selâm ve saygılarımla..
Bir tutam hayat
ben de bilmediğim çok şey öğrendim.
yakın tarihimiz çokça bilinmeyenlerle dolu.
okuyacak, öğrenecek çok şey var.
Güzel yorumunuza teşekkür ediyorum.
Merhaba sevgili Gökhan.merakla ve heyecanla okudum yazınızı
Hem dün akşam hem de bu gün
Itiraf etmek zor ama edeceğim
Bu yazıya yorum yapmak için sizin yazdıklarınızdan ve İsmail beyin anlattıklarından daha fazla bilgi ve belge sahibi olmak lazım. Yazılanlar hayatın gerçekleri olduğuna göre ve yazının kahramanını da sizin dinlediğinize göre bilmeden ahkam kesmek abesle iştigal olur
Sadece sizin kaleminizin kabilini ve dilegetirişliği hakkında bir şeyler söylemek mümkün
O da harika kusursuz ve sürükleyici oluşu . Kalemi ve yazanı kutlar başarılarının devamını dilerim hoşça kalın
Bir tutam hayat
Bazı bölümleri genişletme çabalarım oldu.
olayı tam aydınlatabilmek için de,
ister istemez çokça araştırma yapmak zorunda kaldım.
Yazdığımız her cümle,
tarih ile ilgili yazılardan alınmıştır.
Kendi fikrimiz yoktur içinde.
Güzel yorumunuza çok teşekkür ediyorum.
Minos
Sizin kaleminiz de renk ve heyecan katmış
Onun için zordu yorum yapmak
Yorum afaki olmaz az çok bilgi sahibi olmak lazım
Bu küçümsenecek bir emek değil sevgili Gökhan kutlarım sizi bütün kalbimde hoşça kalın ve hep yazın sizi okumak çok güzel ve özel
Tarife göre benim cennet yurduma gelecek İsmail bey,bir de biz kıymetini bilsek şu özgürlüğün.Tebrik ederim saygılarımla.
Bir tutam hayat
Ne hoş bir cümle.
Ne mutlu bizlere ki;
böyle güzel bir memleketin evlatlarıyız.
Kıymetini bilebiliyor muyuz?
Şüpheli biraz.
Teşekkür ederim yorumunuza.
Selam...
Sayfanızı tekrar ziyaret ettim, hem tekrar okumak hem de naçizane yorumumu yazmak adına.
Tek kelimeyle, muhteşem bir yazıydı. Yorumdan ziyade tebriklerimi bırakıyorum.
Eminim ki ya da içimden gelen... tekrar ve çok kişinin okuması adına güne gelmeli.
Sonsuz selamlarımla,en iyi dileklerimle...
Bir tutam hayat
Sizleri sayfamızda görmek gerçekten mutlu etti bizi.
Hele de,
sabredip,
bu kadar uzun soluklu bir hikayeyi okuma zahmetine katlandığınız için müteşekkirim size.
Sağ olun.
Savaş biteli yıllar oldu, senin içindeki kendinle savaşın bir türlü bitmedi. Artık buralarda durman sana azap, bize üzüntü olacaktır.
-Gidecek bir yerim yok! Dedi başını öne eğerek. İçi burkuldu, gözleri doldu. Ben bir vatansızım diye düşündü. Ölünce gömüleceğim küçük bir toprak parçasına bile sahip değilim!...
...
Yazının beni en çok etkileyen satırlarıydı bu kısım.
Bir insanın Vatansız olduğunu düşünmesi ne demek?
Çok güzel bir yazıydı Bir tutam hayat...
Defalarca okudum.
Ben yüreğime kalem verdim bir an, olmadı.
Çünkü ben Vatanımdayım. Bu havayı kokluyor, bu suyu içiyorum.
Ne kadar yazsam çizsem, sizin kadar olmaz.
Olamaz, okur geçerim.
İyi bir okuyucu olmak için, yaşamak gerek, yaşmak değil.
Vatanımızın kıymetini kaybetmeden bilmeliyiz.
Sevgiyle.
Bir tutam hayat
hep özel bir yeriniz oldu.
Sözünüz düştüğünde sayfaya,
cümleleriniz tebessüm etti mi hikayemize,
inanın bir başka anlam,
bir başka güzellik kazanıyor.
Çok teşekkür ediyorum güzel yorumunuz için.
Davidoff
Yanındaki çocukların kıymetini bilmeyip, küçük yazılarla da olsa, onlara örnek olan babaya ben Teşekkür ederim.
Kıymetli dostum.
Bu güzel yazının üzerine Söylenecek çok şey olmasına rağmen insan hiçbir şey söylemeyip sadece roman tadında yazılmış bu muhteşem yazının büyüsüne kapılıp yorumsuz bir şekilde İsmail beyin hayat hikâyesine takılıp kalıyor. Yazının etkisinden çıkabildiği anlarda ise insan kendisine şunu sormadan edemiyor.
Ne olmuştu da insanlık o tarihte bu kadar gözü dönmüş ve kitleler halinde bir birlerini katleder olmuşlar. Tabii ki bunun cevabı belli ideolojik saplantı ve ırkçılık sizin güzel yazınızdan ve İsmail beyin yaşadığı trajediden bunu daha iyi anlıyoruz.
Kaleminize, emeğinize ve yüreğinize sağlık.
Saygı sevgilerimle
Bir tutam hayat
Hiç desteğinizi eksik etmiyorsunuz.
Hep teşvik ediyor, daha güzel yazabilme gayretlerine itiyorsunuz insanı.
İyi ki sizin gibi bir edebiyat dostumuz var.
Bu sayfada ayrı bir değersiniz efendim.
Sağ olun.
Yazılanları okumak zevkti..O tarihte olanları ben de okumuştum..Ne yazık ki bizim en büyük ayıplarımızdan biridri..Ki bunu o zamanın yönetimine sormak lazım..
Devamını bekliyorum Hocam.
Bir tutam hayat
Çok bilinmeyen bu yakın tarihi siz de incelemişsiniz demek.
Karanlıklarda kalan ne kadar çok şey varmış.
Ben de bu hikaye sayesinde öğrendim.
Güzel yorumunuza teşekkür ediyorum.
Bir teşekkür de, her zaman pür dikkat okuyup,
hatalarımız konusunda bizleri uyardığınız için efendim.
can alıcı yerde bitmesi canımı sıkıyor....öyle dalmışımki....aldı götürdü beni....eee bekleyeceğiz tabi....saygılar sevgiler ustaya
Bir tutam hayat
kısacık yorumlar yazıyorsun ama,
öyle etki bırakıyorsun ki;
insanın elinden kalemi bırakmaması geliyor.
Hep burada, hep destekçimiz, hep gülümseyen yüzümüz ol.
Olur mu?
Bir tutam hayat
Hiç yalnız bırakmazsınız bizi.
Bıkmazsınız, usanmazsınız,
uzun hikayelerimizi bağrınıza basar,
düşüncelerinizin bir buklesini yorum köşesine aksettirirsiniz.
İyi ki varsınız efendim.
Roman tadında sürmekte bu hikâye. Gayet güzel işleniyor. Neden bütünleştirilip böyel değerlendirilmedi? Belki benim de kendime duyduğum o güven azlığındandır. Fakat gayet iyi bir başlangıç olurdu. Tabi daha önce başlanmamışsa. Keyifle okuyorum her satırı sıkılmadan. Hem savaş yıllarını, cografyaları, hem de yaşanmışlıkları çok güzel resmediyor kelimeleriniz. İstanbul'dan selâm ve saygılarımla.
Bir tutam hayat
Neden bütünleştirilmedi?
Biraz acemilik,
biraz tecrübesizlik,
biraz kendine güvensizlik,
biraz da edebiyat bilgisi yetersizliği.
Daha önce roman formatında bir çalışmamız olmadı.
Hikayelerimizi de burada kaleme alıyoruz.
Beli ilerde tavsiyelerinizi dikkate alırız.
Güzel, yol gösterici yorumunuza teşekkür ediyorum.