- 631 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
SİNEMACI fikret - 37
Aynı dönemde, aynı okulda, lise son sınıfta okuyan, sabahları okula gelen Ferruh ağabeyi ile kısa süren rastlaşmaları oldu Fikret’in. Ferruh, hemen her defasında, Mukaddes’in yeni adresini sordu ve annelerinin onu mutlaka beklediğini, ille de görmeye gelmesini istedi. Fikret, tüm bunları hiç karşılık vermeden geçiştirdi ve ne Mukaddes’in yeni adresini verdi ne de annesini görmeye gitti. Hatta bir defasında, Pendik’in çarşısında rastladığı annesinden kaçtı. Tıpkı yıllar önce, onun yanındayken, babasından kaçtığı gibi. Babasından da her gördüğünde kaçmış, kaçamadığı bir defasında ise adam onu tutup öpmüş, sevmiş ve cebindeki tüm bozuk paraları, çıkarıp ona vermişti.
Kısa sürede iyi arkadaş olduğu, sıra arkadaşı Ali, onu okul kütüphanesinde ders çalışmaya alıştırdı. Okula zorunlu olarak erken geldiğinden, o zamanı diğer çocuklar gibi sokaklarda geçirmek zorunda kalmıyor, hem üşümüyor, hem de zamanını en iyi şekilde, ders çalışarak geçiriyordu.
Elektrik sırasıyla tüm köylere gelmişti. Sık sık devrilen ağaç direkler ve kopan teller yüzünden kesilse de, çok güzel bir şeydi elektrik. Hatta babası radyoyu bile değiştirip, elektrikli- lâmbalı yeni bir radyo almıştı. Köylerde yeni sinemacılar meydana çıkmıştı. Bunlardan biri Yakacık’lı Turan, diğeri de Şeyhli muhtarı ve ortağı Özcan öğretmendi. Artık hemen hemen her gün köyün birinde sinema oluyor, Fikret de her gün birine mutlaka gidiyordu. Artık uzak köylerden bile, gece yarıları yürümeye alışmış, köpek sesi duyduğunda ise korkmadan bekliyordu. Şimdi halka-galete-kurabiye değil de, kuru yemiş satıyordu. Pendik’te, Konak kuru yemişçisinden kilo ile aldığı kuru yemişleri, naylon torbalarda paketliyor, ağızlarını da mum ateşi ile kapatıyordu.
Kısa sürede sınıfta çalışkanlığı ile göze batmaya başladı. Öğretmenine bile sürpriz gelen ise, İngilizce ’de çok başarılı olmasıydı. O kadar şehir çocuğu çok zorlandığı halde, bu köy çocuğu nasıl oluyor da İngilizce’de zorlanmıyordu ? Resim ve İş bilgisi derslerinde zorlanıyordu en çok. Bir de el yazısını ancak öğretmeni Nurdan öğretmenin özel ilgisi ve gayretiyle düzeltebildi. Beden eğitimi dersinde de çok zorlanıyor, hiç katılmak istemiyordu. Çünkü kıyafeti yoktu ve iç çamaşırı ile derse girerek komik duruma düşüyordu. Matematikte de çok başarılıydı.
Yazılı, sözlü sınavlar yapılmaya başladı. Diğer öğrencilerde olduğu gibi, Fikret’te de heyecan oldukça arttı. Kütüphanedeki ders çalışmalarının karşılığını alıyor ve hiç de zorlanmıyordu. İngilizce’den tam not ,on, Matematikten, sekiz.. Sınıfta , Seher adlı çok çalışkan bir kızdan sonra ikinci sıraya yerleşmişti. Birlikte ders çalıştığı, sıra arkadaşı bile onun kadar yüksek notlar alamıyordu.
Sınıfın hatta başka sınıf öğrencilerinin de çok korktukları, sınıf öğretmenleri Behice Yalkın öğretmenin yazılısı gelip çatmıştı. Genelde o sınıfa girdiği anda korkmaya başlayan, gözlüğünün üzerinden baktığında ise titreyen çocuklar o gün adeta ecel terleri dökmeye başlamışlardı.
Kapıdan girdiği anda çıt çıkmadı sınıftan.
’’ Günaydın çocuklar ! ’’
’’ Günaydın hocam ! ’’
’’ Oturun, oturun. ’’ Gözlüğünün üzerinden bakarak , sınıf başkanı Gülten ablayı buldu.
’’ Gülten, kızım. Yoklamayı aldın mı ; herkes tamam mı ? ’’
’’ Tamam öğretmenim. gelmeyen yok. ’’ Sıraların arasında , elindeki kâğıdı inceleyerek dolaşmaya başladı.
’’ Bu gün yazılı yoklama yapacaktık ; değil mi ? ’’
’’ Evet hocam. ’’
’’ Çalıştınız mı bakalım ; hazır mısınız ? ’’ Bu soruya iki kişi cevap verdi. Bunlardan biri Seher, diğeri de Fikret’di. Seher’inkine değil ama Fikret’in sesine gülümsedi Behice hanım.
’’ Haydi bakalım ; göreceğiz. Defterleri, kitapları kapatın, kâğıtları çıkarın... Yazın bakalım ; soru bir......
Aşırı derecede kolay geldi sorular Fikret’e. Neredeyse inanamayacaktı. Cevap verirken kendinden şüphe etmeye bile başlamıştı. Bu kadar korkulan hocanın, çok korkulan dersinin soruları bu kadar kolay olamazdı. Fakat, çalışmış olması, ona bu imkânı sağlamıştı işte. Heyecanla doldurdu cevapları. Öğretmeni bir ara yanında dikilirken, yazdıklarına bakarken gördüğünde biraz utandı. yazdıklarının doğruluğundan şüphe edip, göstermek bile istemedi.
Ertesi günlerde okunan hemen her yazılıdan ve yapılan sözlülerden hep iyi notlar almaya başladı. Bir tek Seher vardı yetişemediği. Sonunda en çok heyecanla beklenen Behice hanımın Tabiat Bilgisi yazılı sonuçlarının okunacağı gün geldi çattı. Sınıfta , o yazılıdan , iyi not bekleyen yok denecek kadar azdı. En arka sıradaki, sınıf başkanı Gülten ablanın yanına oturan Behice hanım, notları okumaya başladı : Bir, iki, bir iki, üç, iki, yedi. Sadece Seher yedi almıştı o ana kadar. Yüzünü tatlı bir tebessüm, haklı bir gurur ifadesi almıştı. Sınıfı büyük bir matem havası ve korku sardı. Geriye kalan öğrencilerin beklentileri çok kötüydü artık .
’’ İkibinyüzelli üç Fikret Tezel ! ’’ Onun adı okunuyordu. Yazılının iyi geçtiğini çoktan unutmuş, herkesin o kadar düşük not aldığı bir sınavdan, kendisinin iyi not beklemesinin hayâlcilik olduğuna kesinlikle inanmıştı. Oturduğu sırada korkarak, utanarak ayağa kalktı.
’’ Fikret Tezel ! ’’ Bu ismi bir kaç defa tekrar etti. O en arkada oturmuştu. Çocuk ise en öndeki sırada ayağa kalkmış olsa da boyu çok küçük olduğundan görülemiyor, sesi de korkakça ve çok cılız çıkıyordu. Sınıf başkanı müdahale etti.
’’ Fikret şurada hocam . En önde. ’’
’’ Hani nerede bakiym ? ’’ Başka çocuklar da onu işaret ederlerken, Behice hanımın onunla alay etmesinin beklentisi içine girmişlerdi. Bu şımarık köylü çocuğu fazla olmuştu artık. Görecekti şimdi. Mutlaka bir, iki bile değil, sıfır falan almıştı. Yoksa, hoca ne diye bu kadar arasındı onu ?
’’ Çık bakalım şöyle meydana ! ’’ Sıraların aralarındaki boşluğa çıkarken, titriyordu çocuk. Ne büyük bir günah işlemiş olacak ki ; az sonra, hayatının en büyük cezalarından birini alacaktı ? Daha önce babasından ve bir defa da çok sevdiği İlhan öğretmeninden yediği dayakları hatırladı o an : Babasından hatırladığı üç tokat vardı. Bunlardan ilkini, parasına misket oynadığı için yemiş ve devamında ahıra hapsedilmişti. İkincisinde, kahvenin bahçesinde otururken, kısa pantolon giydiği için açıkta kalan dizlerindeki yaraya konan sineklerle baş edemediği için, bağırarak ağlamasına koşan babasının, ağlama sebebini öğrendiğinde kızıp attığı tokat, üçüncüsü ise ; kahvede özenerek yıkadığının ertesi günü, köyün yaramaz çocukları, onlarla oynamaması için defalarca tembihlediği Hilmi ile Nuri’ye uyup derede yıkanırken, oradan geçmekte olan İrfan’ın dere kenarındaki çamaşırlarını alıp babasına götürmesi ve çok kızan adamın dereye kadar gelerek , sudan çıkartıp attığı tokattı. Bu tokattan sonra da ahıra hapsedilmişti. İlhan öğretmenden yediği dayak da çok etkilemişti çocuğu. O kadar alışmıştı, kendine yakın hissetmeye başlamıştı ki ; gün gelip bu halleri şımarıklığa bile dönüşmüştü. Yeni çıkarılmaya karar verilen okul duvar gazetesi için isim düşünülüyordu. İlhan öğretmen de çocukların fikrini sormuştu. Bir kaç çocuk bazı isimler önermiş, öğretmen hiç birini beğenmemişti. ’’ Cin Ali olsun öğretmenim ! ’’ diye atılmıştı Fikret. Cin Ali, o günlerde, köylerde Karagöz ve sinema oynatmaya gelen, Fikret’i çok seven, iyi davranan, ondan para almayan yaşlı adamın ismiydi. Onu da beğenmedi öğretmen. Fakat Fikret ısrarla ’’ Cin Ali olsun, Cin Ali olsun ! ’’ diye tutturmuştu. Öylesine inatlaşmıştı ki öğretmenle, İlhan hanım ne yapacağını, onunla nasıl baş edebileceğini bilememiş, sonunda elindeki cetvelle, kafasına kafasına vurmak zorunda kalmıştı. Babasının ne attığı tokatlar, ne de ahıra hapsetmeleri bu kadar ağrına gitmemişti çocuğun. Sıranın üzerine kapanmış, uzun süre ağlamıştı. Öğretmen de bunu yaptığına çok pişman olmuş, odasına giderek orada ağlamıştı. Sonunda çocukla arasını yeniden düzeltebilmek için günlerce çaba sarf etmiş, ancak başarabilmişti. Fakat, ’’ Bozkurt ’’ koyduğu duvar gazetesine, edebiyata karşı o günlerden ilgisi olan, o yaşta yaşadıklarını yazmaya çalışan Fikret, hiç yaklaşmamış, ilgilenmemişti.
’’ Vay vay vaaaaay ! Sen boyundan büyük numara almışsın ! ’’ dediğinde, çocuk aklındaki dayak olaylarını hatırlamayı bir an bıraksa da, girdiği şoktan kurtulamamış, cezalandırılmayı, azarlanmayı beklemeye devam ediyordu. Başı öndeydi ve halâ titriyordu.
’’ Sekiz . Aferin sana. ’’ İlk defa Seher’i bile geçmişti. Fakat halâ şoktaydı ve ne olduğunu anlayamamıştı. Yanındaki Ali ve diğer çocukların ikazlarıyla ancak şoktan kurtulup, yüksek not aldığını anladı ve sevinçle yerine oturdu.
Biraz sonra zil çaldığında az önceki düşük notlar çoktan unutulmuş, çocuklar koşarak sınıfı boşaltmaya başlamışlardı. Behice hanım Fikret’e seslenerek dışarı çıkmamasını istedi. Daha sonra yanına gelip oturdu. Çocuğun üstü başı, sefilliği dikkat edilmeden de anlaşılmaktaydı. Kısa, simsiyah saçları, incecik boynu ve onun üzerinde zor duran küçücük başı vardı. Yemyeşil gözleri parlıyordu sadece. Ne varsa gözlerinde vardı. Onun aslında değerli bir cevher olduğu, işlenmesi gerektiği, gözlerinden anlaşılabiliyordu. Behice hanım, bu cevherin ziyan olmamasına, işlenmesine, hak ettiği değeri bulmasına yardımcı olmaya kararlıydı. Başı öndeydi çocuğun yine. Utanıyordu. Annesinden ayrılıp, babasıyla kahve köşesinde yaşamaya başladığından beri, kadınlarla, kızlarla konuşmaya hep utanır olmuştu. İlkokulda da kızlarla hiç arkadaşlık edememiş, diğer çocuklara özenip de kendisine sevgili diye seçtiği bir olmuş fakat bunu hiç kimselere söyleyememişti. Elini omzuna koydu çocuğun.
’’ Anlat bakalım Fikret. Kimsin sen, neyin nesisin ? ’’ Omzuna uzanan o elden cesaret aldı çocuk. İlhan öğretnmeninden sonra, yine bir ikinci kadın öğretmeni onunla ilgileniyordu. O elin samimiyetine inandı, güvendi. Her şeyini bir bir anlattı ona. annesinden ayrı olduğunu, kahvede babasıyla yaşadığını, her şeyini.... Dikkatle ve duyguyla dinledi Behice hanım.
’’ Bak Fikret. Bundan sonra hiç kimseye, benim annem yok demeyeceksin. Ben, Behice hanımın oğluyum diyeceksin, tamam mı ? ’’ derken o herkesin çok korktuğu, gözlüklerin üzerinden baktığında korku saçtığı gözlerden iki damla yaş döküldü. Çok etkilendi çocuk. Öz annesi istememiş, babasına göndermişti onu ama, ikinci bir öğretmen annesi daha olmuştu işte. Bütün kadın öğretmenler, aslında çocukların anneleri miydi, gerçekte hepsi birer melek miydi onların ?
Devam edecek.
Fikret TEZAL
YORUMLAR
bizim zamanımızda öğretmenler gerçekten melek gibiydi....çok güzel gidiyor tezal kardeşim.... saygılar