- 943 Okunma
- 7 Yorum
- 1 Beğeni
Alev Alfabesi
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Heykel devasa boyutlardaydı. Oturmuş, ileri, doğuya doğru bakıyordu. Gün boyu gelişimizi seyretmiş olmalıydı. Başında firavunlara özgü, üçgenvari şekilde omuzlarına doğru inen bir başlık, elleri usulca bacaklarının üzerine iliştirilmiş, bizi bekliyordu. Heykelin kaidesi, ki bir kulübe yüksekliğindeydi. Kaidenin kitabesi aslında yazı olduğunu bildiğimiz resimlerle doluydu.
Kitabeye yaklaştım. İkinci müfrezenin komutanı olan Laertes yanıma geldi.
“Okuyabiliyor musun bunları?” diye sordu.
Güldüm.
“O zaman başlarında zaman kaybetme. Yazılanların yazanlara faydası olmamış.”
“Nereden çıkardın bunu?”
“Bariz değil mi? Ptolemilerin üzerine gidiyoruz. Bunu yazanlar da, emin ol, Ptolemi değiller.”
Yazılar ülkenin eski sahiplerine, Mısırlılara aitti. Belki Ptolemiler de zaman zaman alfabeyi kullanıyorlardı ama bu firavun heykeli onlardan çok daha eski bir zamanın eseriydi. Şimdi o zamanların firavunları yoktu. Ptolemiler ülkeyi bizden, Makedonya’nın asıl sahibi Selüsid’lerden almıştı. Makedonya ise Perslerden. Persler ise... O kadar ötesini bilmiyordum.
Laertes gidince izcilerden birini çağırdım. Bu toprağın insanıydı; belki yazılanları okuyabilirdi. İzci soluk soluğa geldi.
“Okuma yazma bilir misin?”
“Bilirim efendim.”
“Burada ne yazıyor, okuyabilir misin?”
“Bunu bilmem efendim. Mektup gösterin, okuyayım ama alev alfabesinden anlamam efendim.”
“Alev alfabesi mi?”
“Biz onlara böyle deriz. Söylentiye bakılırsa güneş altında durabilmesi için şekillerden, resimleden olurmuş. Kızgın güneş adamın aklını ne kadar karıştırırsa karıştırsın, o resimleri bir çırpıda tanırmış.”
“Sen tanıyamadın ki... Neye yaradı o zaman?”
“Bu yazılar benim için değil efendim. Ben basit bir izciyim. Savaş olmadığında avlara rehberlik ederim.”
“Peki kimin için?”
“Sizin, daha doğrusu kralınız için. Yazılanlar onadır.”
İşinin bittiğini anlayınca, izci geldiği gibi hızlıca ortadan kayboldu.
Kralımız Antiyokos’un bu yazıları okuyabileceğini sanmıyordum. Hatta büyük olasılıkla okumayı bile aklına getirmemiş olabilir. O kendini İskender’in imparatorluğunu yeniden kuracak kişi olarak görüyordu. Eğer bir anıta yazı yazılacaksa bu kendisinin İskenderiye’ye dikeceği zafer anıtına olacaktı. Biz de İskenderiye yolundaydık.
...
Şehir yarım günlük mesafedeydi. Gelen haberlerden kuşatmaya fazla dayanamayacağını, çocuk firavunun annesiyle beraber zaten kaçmış olduğunu anlıyorduk. Genel bir heyecan vardı. Kralın hayalinin gerçekleşecek olmasından çok, aklım yağmaya gidiyordu. Fazla geç olmadan bir deve bulmalıydı; ganimeti ancak öyle bir hayvanla taşıyabilirdim.
Öncüler bir heyetin bizi karşılamaya geldiğini haber verdiler. Kral maiyetinin toparlanmasını emredilince, ben de müfrezeyi yardımcıma emanet edip onlara katıldım.
Gelen heyetin arasında, Ptolemi’nin adamlarının yanısıra yabancılar da var. Yabancılardan bir asker bize yaklaşıp Roma senatosundan Gaius Popillius Laenas‘ın Kral Antiyokos’la görüşmek istediğini bildirdi.
“Bu iyiye işaret değil” diye söylendi Laertes.
Değildi.
Antiyokos, biraz şaşkın, atını gelen heyete doğru sürdü. Heyetten de, beyaz harmanisiyle bir adam ileri çıktı. Ona yaklaşınca kral önce atından indi, sonra kendini tanıttı.
“Ben, Makedonya’nın gerçek varisi, Babil’in, Pers ülkesinin, Kenan’ın sahibi, ben bu toprakların mirasçısı, ben ...”
Romalının elini kaldırmasıyla Antiyokos’un cümlesi yarım kaldı.
“Siz Kral Antiyokos’sunuz, değil mi?”
“E... evet...”
“Ben Roma senatosundan Gaius Popillius Laenas. Size senatonun mesajını getirdim.”
Elindeki ruloyu krala uzattı. Kral uzatılanı tereddütle aldı. Üzerindeki mühre gözattı, sonra mührü bozup ruloyu açmaya girişti.
“İşinizi kolaylaştırmak isterim” dedi senatör, "Mesajın ne içerdiğini söyleyebilirim.”
Temiz bir Grekçe konuşuyordu. Rüzgarın da arkasından esmesi sayesinde söylediklerinin hepsini anlayabiliyorduk.
“Ordularınız hem Kıbrıs adasını, hem Mısır’ı işgal etmiş durumda ekselansları. Gayet iyi hatırlayacağınız üzere her iki bölge de Roma’nın teminatı altında. Roma senatosu sizden derhal geri çekilmenizi talep ediyor. Geri çekilmeyi reddetmeniz senato tarafından savaş ilanı olarak kabul edilecek.”
Antiyokos karşı çıkmayı denedi:
“Hem Mısır, hem Kıbrıs Makedonya’nın, dolayısı ile bizim mirasımızdır. Roma’nın garantisi dış düşmanlar içindir; bize karşı olmamalı.”
Senatör gayet sakindi:
“Roma o garantiyi Kral Ptolemi’ye verdi. Şimdi de herhangi bir yoruma gerek duymadan uygulamak üzere.”
Kralın kafasından geçenleri okuyamıyordum. Belki de Romalıları gördüğü anda durumun buraya varacağını anlamıştı.
“Mesajınızı aldım senatör. Durum değerlendirmesi savaş konseyine danışmalıyım. Size kararımız en kısa zamanda bildirilecektir.”
Antiyokos arkasına dönemeden senatör göbeğinden beklenmeyecek bir çeviklikle fırladı. Kral daha ne olduğunu anlayamadan onunla atı arasına girdi. Sonra tek söz etmeden elindeki asasıyla yere bir şeyler çizmeye başladı. Asa tozlu toprakta ilerledikçe ardında net bir iz bırakıyordu. İz önce yay şeklinde iken zamanla bir çembere dönüştü. Senatör bu sırada kralın etrafında tam bir tur atmış, böylece kralı tozdan bir çemberin ortasında bırakmıştı.
“Bu çemberden dışarı adım atmadan önce bana bir yanıt vermeniz gerekiyor ekselansları. Eğer sessizce dışarı çıkarsanız, bu geri çekilmeyi reddettiğiniz ve Roma’ya savaş açtınız anlamına gelecek.”
Antiyokos kımıldayamadı. Denizin ötesinde, binlerce fersah uzaktaki bir devletin senatosunun gönderdiği silahsız bir adam karşısında, arkasında bekleyen ordusuna rağmen çağresizdi. Dönüp bize baktı. Elimiz kılıçlarımıza bile gitmemişti. Kendimizi onun kadar çaresiz hissediyorduk.
“Peki” dedi Makedonyalı İskender’in varisi, “Mısır’dan ve Kıbrıs’tan çekileceğiz. Bir kral olarak sözümü veriyorum.”
Senatör Popilius sandaletinin ucuyla çemberi bozdu, sonra elini Antiyokos’a uzattı. Kral da uzatılan eli reddetmedi.
...
Antakya’ya dönüş yolunda doğuya bakan dev heykeli bir defa daha, ama bu sefer sırttan gördük. Onu işaret edip Laertes’e:
“Heykelin altındaki kitabede ne yazıyordu acaba?” diye sordum.
Laertes heykele bile bakmadan cevap verdi.
“Ne yazacak? Geldiğiniz gibi gidersiniz yazıyordur: Eliniz boş, başınızda güneş.”
YORUMLAR
Başlıkta “Alev Alfabesi” ni görünce galiba bu sefer “Mission Impossible” bir öykü okuyacağız dedim içimden. Hele hele başlarda kullanılan “üçgenvari(!)” kelimesi tam anlamıyla oltaya takılmış yem vazifesi gördü benim için. Ulen kesin bir mesaj var bunda derken, itiraf etmem gerekirse bu sefer yemi yuttum, tebrikler :-)
Zaten o çağlarda o coğrafyadan “görevimiz tehlike” içerikli bir hikâye çıkarmak zamane insanına karşı biraz ayıp kaçardı. Heriflerin zaten göbek adları tehlike, koskoca Kral Antiyokos bile kelle koltukta yaşıyor.
Satır aralarında serpiştirilmiş argümanlar (müfreze, mühürlü rulo mektuplar, rahat diyaloglar, espriler bilhassa finaldeki) yazıya biraz “Asteriks” tadı vermiş. Bence iyi de olmuş. :-)
Tebrikler, selamlar, saygılar
İlhan Kemal
Diğer bir sorun da okuyucunun tarihi karakterleri ciddi ve formal algılaması. Halbuki onlar da en az bugünküler kadar espri anlayışı gelişmiş kişiler. Ama Antiyokos'a ''Bir İsis rahibi, bir Vesta bakiresi ve bir de Delfi bilicisi meyhane gitmişler...'' diye fıkra anlattıramayız; garip kaçar (Fıkrayı geçtim, düşman karşısında çekilen birlikleri gören Mustafa Kemal'e Sin Kaf dedirtsek olay olur. Hayatı cephelerde, en eğitimsiz askerle geçen Mustafa Kemal tabii ki asla ve asla küfretmemiştir. Cümlelerine her zaman 'Efendiler' diye başlamıştır)
Bu arada Alev Alfabesi bir kitap adı (Bir süredir kitap isimlerini alıp, o isimler için öykü yazıyorum). Kitabın özeti şöyle başlıyor: Dünyaya bir virüs yayılmıştır ve bu virüs çocuk sesini yetişkinler için ölümcül yapmıştır. Özetin ikinci cümlesini okumak istemedim. Belki benim hikayeden ziyade bu kitap Görevimiz Tehlike tadı verebilir ama bundan da biraz şüpheliyim. Saygılarımla.
Ağyar
Sanırım yanlış anlaşıldım ki; “.........Müfreze'yi kullandım, o da kulak tırmaladı” ile başlayan ve “Antiyokos’a fıkra anlattıramayız” la devam eden bir serzeniş sezdim cevabınızda. Serzenişten de öte bir sitem :- )
Gönlün rahat olsun İlhancığım, senin kredin bizde hiç bitmez :-)
Şaka bir yana “Asteriks” tadı vermiş derken küçümsemekten ziyade bilakis iltifat etmek istemiştim.
Bilhassa espriler can alıcıydı ki, sizde bilirsiniz her espri güldürmek için yapılmaz
Selamlar
İlhan Kemal
(...) yazıya biraz opera tadı vermiş.
Böyle denmiş olsa da benzer yanıtı verirdim (Bunu bir opera hayranı olarak söylüyorum) Bu yorumdan benim aldığım mesaj şu: 'Öyküde otantik havayı bozan bir takım öğeler var. Bu yüzden o dönemin fotoğrafına bakıyormuşum hissine kapılmadım.'
Ben de geçmişin kalıpsal alındığına, kişilerin insanlığının unutulup klişeleştirildiğine, vesaire vesaire diye savunmaya başladım.
Nasıl ki gelip de deseniz ''İyi güzel ama, şampiyon da Fenerbahçe'', ben yine itirazlarımı sunarımdım ama bu itirazlarda damla serzeniş olmazdı (Bu arada ben sizde bir Galatasaraylılık seziyorum ama benim altıncı hissim bayağı kötüdür). Burada da durum farklı değil.
Lütfen içinizi rahat tutun. Beni sitem ettirecek bir şey söyleyebileceğinizi düşünemiyorum.
Ben yurtdışında eğitim için burs almaya çalışırken, mülakatı yapan adama ''İlhan oğlumdur diye söylemiyorum ama ona yatırım yapmak ne kadar doğru olur, bilmem'' diyen bir babanın oğluyum. O gün ona da sitem etmedim.
Ağyar
Sizde “(...) yazıya biraz opera tadı vermiş.(!)” veya benzeri bir algı oluşturmuşsak gene noksanlık bizdedir. Netice itibari ile genel kültürüme güvensem de yazının konusu (zaman-mekan olarak) kıyısından da olsa özel(!) bir kültüre vakıf olmayı gerektiriyor.
Konumuzla alakası yok ama gene de belirteyim, ''İyi güzel ama, şampiyon da Fenerbahçe''(!) şeklindeki bir cümleyi asla telaffuz etmem. Benim takımım biraz daha(bayağı) Kuzeyde kalıyor. Zoru, kişilerden ziyade statükoyla
Bir heykelin düşündürdükleri güzel bir hikaye konusu olmuş, hem de çok güzel.
Tebrikler İlhan Kemal
saygıyla
İlhan Kemal
Günün seçkisi olarak seçenleri tebrik ederim. Çok beğendim, Hem tarih bilgimi tazeledim, hem de sonunda vermek istediğiniz mesajı aldım. Teşekkürler...
İlhan Kemal
Tarihe zaman yolculuğu yaptım. Tarih ve öyküyü ustalıkla anlatmışsınız. Sanki tablo yapar gibi görüntülediniz..
Bana bu ilginç öykü Zeus heykelini hatırlattı....Sevgilerimle....
İlhan Kemal
İlhan Kemal
Bilmiyorum. Galiba öykü konusu söz konusu olunca kendimi fazla sınırlamamaya çalışıyorum. Son üç seferde de yola elimde sadece öykülerin adı olarak çıktım; o isimlere uygun hikayeler bulmayı denedim. Bu seferki tarihi bir öykü oldu. Bir sonraki hikaye, adı Rahat Boş Yer, ne olacak, bir fikrim yok.
Güzel sözleriniz için teşekkür ederim. Saygılarımla.
İlginç bir hikaye.
İlgi ile okuduk.
İçeriğinden ziyade,
yazarının akıcı üslubu dikkatimizi çekti.