- 826 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
Doymayan Ruhlar
Bulutsuzluktan korkuyorsam ya? Kimse sormuyor; ne istiyorsun, pırıl pırıl bir gökyüzü mü diye? O kadar eminler ki vereceğim cevaptan, kafalarında insan denen varlık o kadar basit ve derinlikten uzak ki, ne isteyip istemediğime dair tek bir söz bile etmek çok anlamsız geliyor onlara.
Tamam, ben de istiyorum herkes gülsün, aç kalmaktan korkmasın kimse... Babalar bomboş ellerle evlerinin kapısında yabancı bir gölge gibi beklemesin dakikalarca, kapı açıldığında çocukların yüzündeki cam kırıklarını birkaç dakika da olsa geç görebilmek için... Çikolata olsun işten dönen her babanın cebinde... İsterim tabii ben de bunları.
Ama kimse anlamıyor, mesele başka... Bununla bitmiyor her şey, daha ötesi de var. Doymayan ruhlar var mesela... Mide gibi tükettiğiyle doğru orantıda gideremiyor ruhlar açlıklarını... Susuzluk demek daha doğru buna belki... Çünkü bir türlü giderilemeyen bu yoksunluk hali alkoliklerin bitmeyen susuzluğuna benziyor.
Yani o babanın cebinde çocuklarına vereceği birkaç çikolata ya da başka şey olsun olmasına da, elleri de dolup taşmasın yiyeceklerle, oyuncaklarla. Çocukları mutlu edecek sınırı aşmasın sunulan şey. Sınırsız bir kaynak var demesin çocuklar babalarının ellerinden kollarından taşan onca şeyi görüp de. Yoksa ellerindekinden çok, olmayanlara takılır akılları... “Babamın elindeki poşette daha ne var?” derler. “Benim elimdekinden daha mı güzel bir şey? Daha mı keyif verici?”
Zengin düşmanı diyorlar bana. Desinler... Mesela bencil de derler bana bazen, hoşlanmadığım şeyleri yapmamak için direndiğimde. Ama ben bunun bencillik olmadığını bilirim. Tıpkı insan ruhunun doymak bilmezliğinden duyduğum kaygıyı dile getirmenin zengin düşmanlığıyla en küçük alakası olmadığı gibi...
Eğer onların mantığıyla bakacak olursak, yoksul düşmanıyım da ben öyleyse. Çünkü bir ruhun aç kalması da fazla doyması kadar tehlikeli bence çünkü. Babasının ellerinden kollarından hediyeler taşan bir çocuk nasıl ki bir şekilde hasar görüyorsa; hiç değilse ayda bir kez olsun babasından ufacık bir hediye bile alamayan bir çocuk da başka bir şekilde yara alıyor bence... Hayat denen denizde ilerlerken su almaya başlıyor birden teknesi.
Ayrıca medeniyet düşmanıyım da onlara bakarsan. Kadınların çalışmasına, gece dışarıda vakit geçirmesine, barlara gitmesine de karşıyım. Yani onlar öyle düşünüyorlar. Karşı olup olmamam ayrı konu... Tamam, madem eteğimdeki tüm taşları dökmeye niyetlendim; açıklayayım öyleyse: Ne tam karşıyım ne de tam destekliyorum söz konusu şeyleri... Kadınlar çalışsın ama... diyorum. Çünkü bu tür konular ama’sız kalamayacak kadar değişken... Kadınlar çalışsın ama çocuklar da annesiz kalmasın diyorum. Yani annelikle işi gerçekten bir arada götürebileceğine eminse o işe soyunsun. O gücü kendinde bulabiliyorsa... Ya da tamam bara gitsin ara sıra kadınlar, genç kızlar ama... diyorum. Ama bir yaşam tarzı haline getirmiyorsa bu geliş gidişleri... Merkezde değil kıyıda köşede kalıyorsa oralar yaşantısı içinde... Kadın olmayı naif bir şey olmaktan çıkaracak hoyratlıkların davranışlarına sızmasına yol açacak hiçbir şeye izin vermiyorsa...
Tabii bu dediklerimin bir kısmı erkekler için de geçerli... Ama bazı farklılıklar da var tabii: Mesela hoyratlığa neden olmuyor oralara gitmek erkeklerde. Çünkü zaten var olan bir şey bu onlarda. Hoyratlık erkeklerde kadınlardaki gibi eğreti durmuyor tabii. Doğaları dışında olup da sonradan eklenmiş bir şey değil çünkü... Onların bir parçası... Tıpkı zarafetin, inceliğin de kadınların bir parçası olduğu gibi... Doğasından koparılmamış, sahte bir erkeksiliğe hapsolmamış kadınların... Yani erkekler söz konusu olduğunda bu bar meselesi yaşamın merkezine oturduğunda; kadınlardaki gibi doğalarından uzaklaşmıyor erkekler... Ama sınırı aştıklarında başka bir şeyden uzaklaşıyorlar: İnsanlıklarından... Kadınlarsa hem kadınlıklarından, hem insanlıklarından...
Yani bu bir doz aşımı meselesi aslında... Ne barda, ne de hayatta fazla kaçırmayacaksın dozu... Medeni olacaksın, tamam. Çalışan bir kadın olacaksın... Hayatın kıyısında kalmayıp ta içine dalacaksın dalgalara zerre aldırmadan... Ama yüzüyorum diye de çok kaptırmayacaksın kendini sulara... Erkeklerle yarışa girmek için kadınlığın sularından çok da uzaklaşmayacaksın. Ortak alanda yüzeceksiniz iki cins... Ama kendinize ait bölgeler de olacak... Gerektiğinde ortak bölgeye kulaç atacak kadınlar; gerektiğinde anneliğe, yuvanın dişi kuşluğuna... Cinsiyetten arınmış o tarafsız sularda yüzmek güçlendirecek sadece kadını, erkekleştirmeyecek. Güç ille de erkeklere mahsus değil diyecek her şeyiyle...
Çocuklar annesiz kalmayacak!
YORUMLAR
Çok doğru ve çok derin bir denemeydi...
Çok beğeniyorum yazılarınızı...
Saygımla...
Mavilikler
Özlem Tarhan
Kendi adıma, her cümlesine katılıyorum yazdıklarınızın, fikirleriniz kesinlikle kabul görür nitelikte zaten; hep paylaşın lütfen...
Sevgim ve saygımla...