YAŞAMDAN KESİTLER 13 - MAL, MÜLK, PARA..
Çalışmakta olduğu işyerinin penceresinden, pencere önündeki yoldan gelip geçmekte olanlar arasında, bir küçük çocuğun, annesinin ellerinden sımsıkı tutarak ve telaşlı adımlarla yürümekte olduğunu gördü.
İçinden, anasının kuzusu deyiverdi. Annesi olan çocuk güçlüdür, güvenlidir kendisine diye düşündü. Annesizliğin ne kadar vahim ve büyük bir yoksunluk olduğunu çocukluğunda yaşadığı bir tecrübeden iyi biliyordu
***********
Bir an, tüm hayatını bir zincir gibi gözlerinde gezdirerek, geçmişe gitti. Hayatında yaşadığı ilk ve en büyük korkuyu hatırladı.
Yaşadığı yer, çok çalışan, üretmek için kendinden geçen insanların yaşadığı topraklardı. Emeğini gereği gibi ödüllendirmese de cennet kabul edilen topraklar. Her santimetre karesinde bin bir hatıra barındıran, atasının, babasının, anasının ruhu ve alın teri ile beslediği topraklar burası.
**********
Bu yerde yaşadığı olaylar bir bir canlanıyordu belleğinde.
Belki bir sonbahar günü.
Yaşı dört, bilemedin beş.
Annesi çok hasta. Adeta kendinden geçmiş vaziyette. Görenler bir büyük panik, korku ve endişe ile bakıyorlar hasta yatağında yüzüne.
Herkes, en kısa zamanda büyük şehire, Ankara’ ya götürülmesi gerektiğini söylüyor ısrarla.
Ne olup bittiğini tam olarak anlayamasa da ters giden bir şeylerin olduğunun farkında.
Aklına nedense, ne şekilde olacağını ifade edemese de yalnız, tek başına kalma ihtimali gelmekte. Nedeni ise Annesi ailenin her şeyi. O varsa daha güçlüler. O olamayacaksa kendilerinin ne kadar kıymeti olacak ki, diye düşünmekte.
Komşu köyüne götürülüyor hasta. Orada askerliğini sıhhiye eri olarak yapmış olan, ancak, her nasıl olabiliyorsa çevredeki hastaların bir büyük çoğunluğuna doğruya yakın teşhisler koyan “doktor” diye de anılan kişi var.
Annesini muayene ettikten sonra
- “En çabuk şekilde Ankara’ ya götürmelisiniz.” diye tavsiyede bulunur.
Bunun üzerine hazırlıklar tamamlanır. Ve bir jeep gelir köye.
Hep beraber köy meydanına iniyorlar endişe ile. Annesi jeepe bindirilir yanında babası ile birlikte. Ama o ve kardeşleri bırakmaya niyetli değildir annelerini.
Ya gidip bir daha geri gelmezse...gelemezse..?
Onları zor ayırırlar tutundukları çınarın gövdesinden. Birer kuru dal gibi söküp alırlar herbirini.
Jeep şehire doğru hareket ettiğinde bir feryat figan yükselir ki, dağ taş iniler. Dünya başlarına yıkılmıştır sanki. Günü geceye dönmüş, karanlıklar içerisinde oraya buraya koşuştururlar bilinçsizce.
Bir alıcı kuşun dağıttığı serçeler misali savrulurlar her biri bir yere.
O gün için yaşadıkları, düşmanı da olsa kimseler için dilenemeyecek bir zulümdür adeta.
Annesi Ankara’ da sağlığına kavuşup döndüğü günkü bayramın eşi yaşanmamıştır o güne kadar. Canı, benliği, kimliği artık yanı başındadır ve onlardan daha mutlusu yoktur o civarlarda.
***********
Sonraları öğrenir ki, Annesinin sağlığındaki bozulma, çok çocuk yapma ve tarlada, harmanda ve evde aşırı çalışmadan kaynaklı bedeni rahatsızlıkların yanında, psikolojisini alt üst ederek onu mutsuz, umutsuz ve kendine kahırlı bir insan haline getiren, baba emaneti tek erkek kardeşinden mal mülk alma olayıdır.
Bu mal meselesi, dört çocuklu bir ailenin ikinci çocuğu olan annesi ve teyzelerinin, evlerinin tek erkek çocuğu ve en küçük kardeşleri olan dayısından, babalarından intikal eden malların kendi paylarına düşen bir bölümünü alma talepleridir.
***********
O devirlerde kızlar babadan, anadan kalan mallardan talepte bulunamazlar. Çünkü, “kız evden çıktı mı mal sahibi değildir” gibi bir saçma kural koymuştur toplum kendince. Yanlış, çağdışı ve hakkaniyetsiz bir kural. Ama yine de bir şekilde kanıksanmış olan bu prensibi bozmaya kimse cesaret dahi edemez. Ayıplarlar insanları, toplum dışına atarlar, kimsenin haddi olmadığı halde.
Annesinin babasından kalan arazi geniş ve elverişli yerlerdedir ekseriya. Hem de oldukça verimlidir tamamına yakını. Annesinin babası çalışkan, tutumlu ve akıllı bir adam olarak kazanmıştır alnının teriyle hepsini.
Bu dünyadan ebediyete göç ettikten sonra olup bitenler karşısında acep ne düşünmüştür..? Acaba tek oğluna yapılanlar karşısında kızlarına lanet okumuş mudur..? yoksa kızlarını pek haklı mı bulmuştur bu davranışlarından dolayı ? Bilinmez.
Nedenini anlayamadığı bir inat uğruna, damatlar, yani Babası ve teyzelerinin kocaları karılarına, senin de çoluk çocuğun var ve en tabii hakkın diyerek;
-“Kardeşinden mal alacaksın” diye diretirler.
Başlangıçta Annesi cengaver dibi dikilir Babasının ve kız kardeşlerinin karşısına. Bu talebi yerine getirmemelerini kız kardeşlerinden ister. Kendisinin de mal almayacağını, kardeşini mağdur etmeyeceğini söyler.
“Onca mal mülkün sahibi koskoca sülalenin çocuğu olan babasının, annesinin kardeşinin malına mı ihtiyacı vardır..? Nedir bu hırs, nedir bu hainlik” diye bakar duruma.
Teyzeleri, Annesinin tam tersi olarak, “mal.. mal” diye tutturmuşlar gözü dönmüş bir hırsla. Onlar, kararlı bir şekilde kocalarının taleplerini yerine getirebilmek için didinmişler adeta.
Annesi daha fazla direnç gösteremeyeceğini görünce koca evini bırakıp, baba evine gider, bir daha dönmemek üzere. Bir süre ayrı yaşar babasından.
Ancak mal alınmasından daha ağır bir travmaya yol açan bu duruma da çok fazla katlanamaz her iki taraf. Bir orta yol bulunup, Dedesinden kalan mallar dörde beşe bölüneceğine, sembolik seviyede bir ayırma yapılarak orta yol bulunur. Bununla birlikte o hassas ve anaç kadınıın-annesinin, yüreğinde ve ruhunda hiç bir zaman için kapanmayacak bir yara açılmış olur bu yolla.
*************
O makul insan, Babası neden böyle bir yola başvurmuştur? Acaba bir nedensiz çekişme midir sebebi, bilemez. Şunu bilir ki, babası asla mal hırsı olmayan herkes için iyilik talep eden bir kişiliktir ve bu herkesçe de bilinen bir durumdur.
Kaldı ki, babasın sülalesinin de gerek babadan kalma ve gerekse kendilerinin çalışarak edindiği ve de asla azımsanamayacak derecede malı mülkü vardır. Dayısından gelecek birkaç parça araziye ihtiyaçları da yoktur.
Bildiği tek şey var ki, bu olay, Annesinin ruhunu derinden yaralamıştır, bir daha iyileşmemek üzere. Asla kabullenememiştir yapmak zorunda kaldığı şeyi. Evet, kardeşinin malı mülkü çoktur, bir kısmını kardeşlerine vermesinin kendisine bir zararı da yoktur. Ancak ailenin en büyük çocuğu olarak, tüm kardeşlerini bir ana gibi gözeten annesi, gözü gibi sevdiği küçük kardeşinin, yani dayısının kaşını kırmış olmanın bir büyük ayıp olduğunu söylemiştir daima.
Sonuçta, o şen, şakrak, sevecen, anaç kadın-ANNE’si kendisini ve buna sebep olanları hiçbir zaman affetmez gönlünde. Bu olayı hep muhafaza eder ruhunun derinliklerinde. Dolayısı ile de çocuklarına hiç belli etmese de bir çok şeye, bir çok kimseye gönülden küskün ve kırgın kalır yaşamı boyunca belki de.
***********
Değer miydi diye düşünür hala.
Değer miydi bir insanın, dahası hayattaki en değerli varlığın yüreğini ve ruhunu bu denli incitmeye.
Bugün yetim hakkını, Devlet malını hoyratça talan edenlerin ne kadar rahat ve umursamaz olduklarını görüyor. Sonra, kardeşinden, tamamen yasa ile desteklenen bir talepte bulunma hakkını kullanma / kullanmama noktasında bunca hüznü yaşayan annesini düşünüyor. İster istemez bir kıyas yapmaktan da kendini alamıyor.
İnsanımız bu kadar mı değişmeliydi?
Mal, mülk ve para için onur, haysiyet ve insanlık bu kadar mı yok edilmeliydi?
Neyi kazandık da karşılığında yerine bir daha konulması mümkün olmayan neleri kaybettik.?
Yazık.. çok yazık.. dedi içinden
YORUMLAR
AYDINK
varlığınla kıymetlendirdin.
gönlünüe sağlık
yüreğin dert görmesin